Trenle yolculuk eden adam...
İşte yan yana boy atmış yaprakları sonbahar kehribarı kavaklar…Sis sadece duman değil titreşimli ve buğulu bir zaman alayı gibi yayılıyor yukarılara. Her şey bir anlık. Görünüyor, geride kalıp kayboluyor. Göz neyi yakalamış zihin neyi kaydetmişse onunla yetinecek. Kentin merkezinden, beton, demir ve çelik, trafik ve insan telaşı denilen bulamaçtan çıktıkça yeni ve taze görüntüler mahrem olduğu kadar lezzetli anları cömertçe sunacak. Belki daha önce de geçildi bu yollardan. Otobüs, otomobil ve uçak yüksekliği ve hızı başka göstermişti her şeyi. Ardı sıra hatırlananlar var. Hayret, şaşkınlık yer yer de hayıflanışlar. Aynı yöne, aynı menzile, benzer mevsimler içinden gidildiği halde tren sayfaları başka çeviriyor şimdi. Kağıda yazarken kalemin çıkardığı ses değişti. Sanki uçak, otobüs ve otomobil insanı dıştan, dışarı doğru götürürken tren her mesafede içe yöneltiyor. Bir tünelden çıkıp diğerine daldıkça ruhun ve hafızanın kazanı fokurduyor. Tatlı bir kaynama. Kaynadıkça dinginlik ve huzur getiren. Şiirin ham hali merdiven çıkan bir zambakta.
Cumhuriyet’in ilk on yılının mottolarından biriyde tren. ‘Demir ağlarla ördük ana yurdu dört baştan’. Aslında daha önceden, Osmanlı, Hicaz Demir Yolu projesiyle siyasal bir ‘örme’ hamlesine girişmişti fakat yıkılanla birlikte, on binlerce Anadolu eri doluştuğu vagonlardan geri gelemedi. O sebepten bize neşe değil kederdir tren, kara tren. Biraz da geçmişin ve acıların üstünü örtsün diye yaratılmıştı ‘demir ağlarla örülmüş ana yurt’ mottosu. İnsan bugünden baktığında, keşke keşke diyor, bu şiir yarım kalmasaydı, motto düşünceye ve hayatın kendisine evrilseydi. Doğudan batıya, kuzeyden güneye, yol, dağ, su, tabiat el verdikçe demir raylar döşenseydi, şehirler şehirlere, insanlar insanlara kavuşsaydı. Karayolları bizi hala yıkan, yüzbinlerce insanın canına malolduğu yetmezmiş gibi yapım ve onarım makiyetleri sebebiyle de ekonomik olarak ümüğümüzü sıkan bir tercihtir. Ülkenin en verimli topraklarını yararak pervasızca ilerlemesi yetmezmiş gibi, paralı geçiş sistemiyle de kadife eldivenli kapitalist vandallığın şımarık bir açılımıdır.
Avrupa’yı Avrupa yapan Manş Tüneli dahil demir yoluyla birbirine bağlanma becerisidir. Uzun vadede Anadolu şehirlerini birbiriyle uyuşturacak olan bu alandaki atılımlar olacaktır. Çünkü tren insanları sakinleştirir, zaman ve mekan arasına serpilmiş her tür canlı görüntüyle ruhu sağaltır. Hızlı tren projeleri mesafeleri kısaltarak insana seyahat etme rahatlığı getirir. Bir tren vagonunda kendi güncel dertlerini yavaş yavaş gözden geçiren kişi bir süre sonra geniş zamana ve sürprizli tabiata dahil olur. Bazen uyuyarak bazen de hiçbir şeyi kaçırmama uyanıklığıyla kendi iç dünyasının taşlarını yerli yerine oturtur. Birden sonbahar alacasının turuncu noktalı fırça darbeleri köpüklü bir derenin sularında eriyiverir. Yan koltukta ağlayan bir bebek sesi onu gülümsetir. Yokluğun yayı varoluşun tatlı eğiminde karda kayan bir çocuk misali neşelenir.
Bir kitap okuyorsa insan veya bilgisayarında bir rapor inceliyorsa koltuğu ona özel çalışma odası duygusu verecektir. Yorulup sıkıldığında çay kahve içebileceği vagona ulaşarak, hareket içindeki mola halinin şevkini duyarak yine birden açılan manzaraya dalacaktır. Sular, ağaçlar, sisler, renk ve katmanlar geri kalmış şimdi de çıplak bozkır asabi bir kurt sürüsü gibi koşmaya başlamıştır. Anadolunun yüzlerce kilometre süren kıraç toprakları, baharda başka, yazda ayrı, kışta benzersiz ama sonbaharda alabildiğine şiirsel şölenler sunar. Yurt fikri en çok bu mevsim dolar insanın kalbine. Onu oradan bir sararmış mendil gibi çekip almak bir güzel suda yıkayıp koklamak istersiniz. Keşke, keşke dersiniz, bu topraklar, bu insan elinin arkaik dokunuşlarıyla renkten renge bürünün maneviyat bir yüz yıl boyunca demiryolu denilen örgünün marifetiyle iyice birbirine sokulsaydı, o tren pencerelerinden sarkan nazarlar bazen gözyaşı halinde toprağa düşseydi.
Cengiz Aytmatov ‘Dişi Kurdun Rüyalarında’ demiryolu yolculuğunu bir zaman perdesi gibi de kullanır. Bizim edebiyatımız, Oğuz Atay’ın Demir Yolcu Hikayecileri- Bir Rüya, Alim Kahraman’ın Geçit kitabı benzeri eserlerinde trene bakar. Mustafa Kutlu da tutkundur demir yoluna, Uzun Hikaye. Ne var ki varlığımızın, insanın ve meselelerinizin hepten ters yüz edildiği, aşktan yalnızlığa, yoksulluktan savaşa hasılı hayat hızımızla paralel bir yansımadan mahrumuzdur. Şimdiki Hızlı Tren projeleri siyasetin birer övünç maskı gibi sunulur çokça. Oysa tren milli ve lirik bir maneviyattır. Oraya günlük politikanın şapkasıyla girmek gereksiz olduğu gibi, bilet fiyatlarının, yolcu taşıma sayılarının ötesinde bir kültür, sosyalleşme ve oluş süreci penceresinden eğilmek gerekir. Toplumu ve insanı trenle barıştırmak mümkündür. Trenle bir menzilden bir menzile giden insan indiği son istasyonda başka bir yaşama şevkiyle dolmuş olarak hayata yürür.