Kitap sevenler cemiyeti ya da...
Kitaplığımın ilk eseri Kemal Tahir’in Devlet Ana romanıydı. Henüz liseden mezun olmuş üniversite sınavı için İstanbul’a gidiyordum. Eski Konya Otogarında bir kitapçı vitrininde karşılaştığım eser için neredeyse elimdeki paranın büyük kısmını harcamıştım. Bu sebepten neredeyse her baskısını kütüphanemde bulundurmak isterdim. O anı, o ilklik yükselsin dilerim. Hatta imzalı bir nüsha olsaydı ( ki vardı fakat mecburiyetten ötürü elden gitti) her halde başım göğe ererdi. Benim gibi hayatını kitapla başlatıp da onunla sürdürenler zamanla başlarına geleceklerden habersizdirler. Ben de ilk kitabımı seçerken neler olup biteceğini bilemezdim. Her türlü hesap kitabın dışında tam da hayatın bir zambak kokusu benzeri kendi laciverdi ışığında yıkanacağını ve aşk denilen o meçhulün mecnunu kesileceğimi öngöremezdim.
Kitaptan söz açan adam eski zamanların o hikayeden bu hikayeye açılan kapıları gibi uykusuzluğun lezzetinde serseri halde gezer. Serseri kelimesinin sokak manasına kapılanlara söyleyecek bir söz elbette yoktur. Fakat, Halil Solak benzeri adamlar bir kalem efendisi kisvesiyle değil kitap kokusunun iflah olmaz müptelası olmuş sevdalı kesildiklerinden ömürlerini sarhoşluk içinde geçirirler. Bir kere hikayesine kitap karışan adam sonsuza dek kapanmayacak kapağın arasında gidip gelecektir.
‘Kitap Sevenler Cemiyeti’ - Kütüphaneler, Aşklar ve Tesadüfler- genç bir adamın adeta bir flaneur gibi o kitaptan bu kitaba o kütüphaneden bu kütüphaneye seyahatleriyle örülmüş. Daha sözün başında sadece olmuş bitmişleri değil sanki olacak olanları da kendisine bağlar Halil Solak. Böylece çok usta bir anlatıcının sözü nerede köpürteceğini yelkenleri ne zaman suya indireceğini yetmedi merak denilen o macunu hangi ağıza nasıl süreceğini bildiğini de gösterir. Kitabın ve kitap sevdasının ‘evsizliği’ bizde birer menkıbe gibi anlatılan anekdotların üzerinde başka bir yere oturur. Ev kavramsal anlamda çözülüp de varlığın adeta kuluçka mekanına evrilmedikçe içinden çıkılacak gibi de görülmez. Nedense ne zaman kitap kelimesini görsem hemen onun yanına nazlı boynuyla evin yanaştığını hissederim.
Her şeye rağmen kitap kadar kütüphanenin de son yıllarda popüler bir meseleye dönüştüğü inkar edilemez. Türkiye sosyolojisinin döngüsü kitaba ve kütüphaneye düşkün insanların öykülerini güncellemeyi sürdürür. Halil Solak’ın yazdıkları kadar yaklaşımlarını canlı tutan onun bugünün çehresiyle konuşuyor olmasıdır. Her şartta eskinin konuları kadar girdaplarında kaybolma ihtimali taşıyan konuları ilgisinin esaslı canlılığı kadar bilgisinin sağlamlığıyla ayakta tutar. 21.yy’da kitapla hemhal olmuş genç bir özne hangi merakların ve soruların, hangi amaçların ve teyakkuzların içinde durmalıdır onu temsil eder. Bir bakıma Dede Korkut, Bulgarlara Arşiv Malzemesi satılması gibi eski konuları kendi rikkatiyle yeniden güncellerken, Ruşen Eşref’in Topkapı Sarayı’na ait belgeleri kurtarması ve Tanpınar’ın Semavi Eyice’ye imzaladığı kitabın serüveninde olduğu gibi yepyeni şeyler öğreniriz. Öğretme iddiası taşımayan ama mutlak öğretici metinler böyle yazılıyor olmalı.
Kitap sevdalılarını da kendi içinde farklı kategorilere ayırmak elbette mümkündür. Sahaf sahaf dolaşıp söz gelimi sadece Dede Korkut toplayanlar bir sınıf, imzalı kitap peşine düşenler başka bir sınıf, sıradan insan hikayelerinden ve materyallerden büyük resme gitmek isteyenler başka bir sınıftır. Velhasıl aslında kitaba gönül verenler sınıflaması bitmeyecek kadar ilgilerin ve merakların peşinde sürüklenirler. Halil Solak araştırmacılığı, merakı, arşivciliği, nüktedanlık yanında ele avuca sığmayan serazatlığı da kuşanarak kendi kişiliğini bulmak kadar yolunu çizmek görüntüsü taşıyor. Biz bir yandan bazı kitapların tarihini okurken kimi şahsiyetlerin, sahafların da tarihleriyle buluşuruz. ‘Bir Sahaf Operasyonunun Perde Arkası’nda görüldüğü haliyle içinden geçtiğimiz kültürel kuraklığın traji- komik durumlarıyla da yüzleşiriz. Devletin yüksek ağzı ve aklında yer yer havai fişek gibi patlatılan kültür ve kitabın aslında gerçek karşılığını buluruz.
Her ne kadar kütüphanesinin ilk taşını Devlet Ana ile temellendirmiş olsa da bir kaç kez kütüphanesi esastan yıkılmış birisi olarak hala kitapla yaşadığım oluşun ve kütüphanemin geleceğinin ne olacağını bilmemenin tereddüdü içindeyim. Bununla birlikte Halil Solak gibi genç yazarlarla karşılaştıkça ceylanın gözünde avcının gerilmiş okunu gören birisi gibi gerilip heyecanlanmayı sürdürüyorum.