İktidarlar gürlerken edebiyat gümler mi?
Daha baştan, yola koyulurken kendiliğinden ayrışır doğaları gereği siyaset ile edebiyat. Tarih göstermiştir ki en uzun süreli ve güçlü iktidarlar bile zeval bulur. Bu bağlamda siyaset zeval içinde bir süreklilik istencidir. Edebiyat ise tam da zevali aştığı, ölümsüzlüğe talip olup yok oluşu karşısına alabildiği derecede var olur. Ölümden korkmakla ölümsüz olmayı istemek kategorik olarak bir olmadığına göre iktidarların her vesileyle gürleyişleri ile edebiyatın sakin duruşunu ontolojik olarak başta iyi ayrıştırmak gerekir. Edebiyat iktidarların ölüm korkusunun bir efekti, dayanağı hatta yazıcısına dönüştüğü sürece sonuç toplu ölümden öte geçemez. Siyaset topluma doğrudur edebiyat ise insana. Toplum gevşektir insan ise kavi. Biri dilin kömürünü kullanır diğeri iliğini. Siyaset ikna etmeye çalışırken edebiyat gösterir, duyurur, baştan çıkarır, yol değiştirtir, düşündürür, ışıtır. Soru çoğaltır. Çokluk ile teklik arasında hiyerarşi değil nitelik ilişkisi vardır ve siyaset genellikle çoğunluğun onayını aldığı savıyla tekil olanın hücresel özgürlük hakkına müdahale hakkı olduğunu savunur.
Modern zamanlar her şeyin doğasını değiştirdiği gibi siyasetin de tabiatını değiştirdi. Mutlaklık ve kutsallık halesi elinden alındı eski tip siyaset anlayışının. Rengi, biçimi, yöntemi, anayasal sistemi ne olursa olsun eğer bir toplumun yönetim şekli demokrasi değilse ve siyasetin bileşenleri demokrasi ideali etrafında birleşmiyorsa orada hala tarihten gelen geleneksel kalıtlar, mutlaklık refleksi bir kas hafızası benzeri varlığını sürdürüyor demektir. Demokrasi bir dizi ekonomik, sosyal, siyasi, insani, vicdani ve hukuki değerlerin tartışılmaz şekilde bir siyasi akıl projesi olarak topluma teklif edilmesidir. Siyasetçi rakipleriyle beraber koyulur buna. Mümkün olduğunca eşit koşullarda gerçekleşir yarış ve zaman sınırı içinde her siyasi organizasyon, iktidar niteliğiyle kendi prağini gösterir. Eğer başarılıysa toplum tarafından tekrar onanır. Bu arada edebiyat da tarihin tanığı olarak değil tarihin özü olarak insanda ve hayatta olup bitenleri anlamlandırmaya çalışır. Fazlaca idealist bulunabilir fakat edebiyat siyasetin derecesine değil siyaset edebiyatın seviyesine baktıkça toplumsal yükseliş gerçekleşebilir.
Ne var ki her şeye rağmen mutlakçı siyaset yapma geleneğimiz ( siyaset ve siyaset meydanı kelimesinin arkeolojisi bile ürkütücüdür) gürlemeyi bir düşünme yöntemi sayar farkında olmadan. Mert dayanır namert kaçar, meydan gümbür gümbür gümbürder denilmesi salt bir ses gösterisi değil arkasında bir fikri de saklar. Sadece şu yandan bakmakta yarar var, neredeyse 2. Murat hariç, padişahlıktan ayrıldıktan sonra sağlık ve güvenlik içinde hayatını sürdürmüş ( o da bir süreliğine) yöneticimiz var mı? Bu siyasetin ölümüne yapıldığı anlamı taşımaz mı? Siyasetçinin ( ki Malazgirt anlatılarında da Sultan Alparslan’ın kefeni hatırlatan beyaz elbise giydiği söylenir) kefen giydik demesi bir ölüm paralaksı değil midir? Toplumu her bakımdan iyi olan ne varsa onunla yaşatma ve yönetme uğraşı olması gereken siyaset başta kendisine böylesi bir hikaye kurarsa, modern zamanların kristalize ettiği demokrasi yaşama hakkı bulabilir mi? Öyleyse en baştan ve esastan bu gümbürdeme şevkini düşünmek gerekmez mi?
Demokratik toplumlarda para ve silah topluma doğru bir yönetim kırbacı olarak kullanılmaz. Siyaset, iktidar niteliğiyle, toplumu yönetme hakkını bir süreliğine devraldığında bu süreyi ve sembollerini mutlaklaştırmaz. Siyasette mutlaklaştırma aynı zamanda sorumluluktan sıyrılma refleksidir. Kutsal olan yaralanır, saldırıya uğrar daima. Oysa siyaset maddi bir şeydir ve sadece bir ülke sınırlarıyla sınırlı kalamadığı gibi modern çağda günlük ve beklenmeyen pek çok değişim ve dönüşüm pratiklerine de gebedir. Edebiyat, insana koyulurken içinde yaşadığı görünür ve görünmez ‘etkileşimleri’ sezgisi ve yaratıcı hamlesiyle çözmeye çalışır. Siyasetin sıcağından beri durdukça kendi soğukkanlılığını da korur. Eğer, edebiyatın yarattığı düşünceden siyasetin payına da bir tutunacak ışık düşerse bunun verimleri daha sağlıklı olacaktır. Edebiyatın hem kendi özüne sadık kalabilmesi hem de eğer doğrudan veya dolaylı topluma etki etmesi ancak bu yolla kalıcı olabilir. Siyaset gürlemelerinin birer aparatına dönüşen edebiyatlar, ölüm hızının yakıtı olmaktan kurtulamazlar.
Hep dönüp dolaşıp tarihe bakıyoruz kaçınılmaz olarak. Orada neler olup bittiğini de her zaman tam bilememekle beraber parçaları özenle, eleştirel akılla birleştirdiğimizde yaklaşık bir fikre varabiliyoruz. Edebiyatımızda siyasetin gümbürdemesine davul ve zurna, kös ve nefirle dahil olmuş hayli örnek bulunabilir. Bununla birlikte Taşlıca Yahya ya da Bıçakçı Ömer Dede misali gürültüden sapıp kendi sakinliklerinde yöntem ağacı olmuş isimler de vardır. İttihatçıların arasında ezilip giden onca kalemden sonra Tevfik Fikret gibi nadide kişiliklere de rastlanır. Hasılı siyasetin gümbürdeme zevki yeni değildir bizde. Ama edebiyatın kendi soy kulağının sesini araması her zaman asil bir seçimdir.