Hep haklı, hiç yenilmez...
Yenilmekten daha acısı yenilgiyi bir haksızlık diye görmek ve oradan bir haklılık ilahiyatı çıkarmaya yeltenmektir. Bu, gerçekliğin bilerek saptırılması olduğu kadar bir yanılsamanın peşine gerçek diye takılmak şeklinde de tecelli edebilir. Çoğunlukla ruha işler yenilgi psikolojisi kadar yenmek iştiyakı da. Kişi veya toplum durmaksızın kendisine rakipler icat ettiği gibi başka kişi veya toplumlar aynı gerekçe ile birbirine saldırıp durur. Dolayısıyla patolojik olgusallık içerir bu manzara. Kişinin ve toplumun kafasını karıştırır. Sürekli bir teyakkuz ve yarışma dürtüsü siperde bekler. Ateş ile yangın arasındaki ilişkiye benzediği halde kimsenin aklına suyu düşünmek gelmez. Su can bulmamış ateş demektir çünkü bir anlamda. Doğru yerde ve derecede terbiye edici olan ateş yön ve derece değiştirince yangın olup yıkım getirir. Su ölçüdür. Ateş, belirsizlik.
Yarışlar, her türlü kazanma amacı güden karşılaşma, nadiren beraberlikle sonuçlanır. Beraberlik aslında taraflara yapılan işin, dişe diş kana kan çarpışmanın saçmalığı hakkında dolaylı bir imadır. Fakat bu kimseyi memnun etmez. Alttan alta yeniden karşılaşmanın ateşi yakılır. Kazanmak isteyen taraf, arzunun çemberinde vaktinin gelmesini bekler. Kazanmak ona bahşedilmiş ebedi hak gibi gözükür. Kazanmanın haklılığını sorgulamayan elbette yenilgiyi de kabul edemeyecek, ebedi varlığın faniler tarafından tehdit edildiğine inanacaktır. İnsanın yeryüzündeki en derin trajedisi (yaşam mutlak trajiktir) faniliği çözememiş olmasıdır. Bütün savaşların kökünde bu yatar. Faniliği çözene oysa eylem doğal bir hareket olarak yeter. Yarışanlar hesap yaparlar. Hesabı yapan kanunları da yazar. Fanilikse bir yokluk metaforu değil yaşamı hak etmenin tam kemiğidir. Fanilik, hayatın yaşamaya değer katsayısının bilincinde olmak ve tutkuyla hayatta kalmaktır. Uyuşmak, dünyaya sırt çevirmek değil. Haklının hakkını savunması benzeri ömrünün eri olmaya koyulmak, bunu başkalarının eline terk etmemektir.
Yenilgiler hep hileli, yenilenler sonuna kadar haklı mıdırlar şu hayatta? Nedir yendiği zaman insanın kalbine oturan ve oradan bir daha sökülemeyen tortu? Nereden, hangi duygudan, hangi antropolojik yaradan sızar? Binlerce yıldır bunca çekişme, savaş, yiğitlik narası, ebedi zafer anıtı dikilmesine rağmen insanın bu döngüden kurtulamayışı bir işaret sayılamaz mı? Kim kimi yene yene yok edebilmiş? Kim zaferden zafere koşarak ebedi olabilmiş? Yenmek kadar yenilmenin doğasına esastan eğilip de her ikisini bir ölçüsüzlük diye düşünmedikçe işin içinden çıkmak mümkün gözükmüyor. Bir yarış, karşılaşma, kavga, çekişme, kural, amaç gerektirir sonunda yenme duygusu. Hayat bir yarış değildir oysa. Belki çoklukla bir güzel varlık / varoluş oyunudur. Yaşama hakkını insanca ve başkasını (diğer canlılar ve varlıklar dahil) gözeterek dürüstçe kullanmak olmalıdır ömür dediğin.
Çağlar boyunca insan insanla karşı karşıya geldi. Baş başaolduğu kadar ordular halinde savaştı. Milyonlarca ok yağdırdı insan insana mesela. Atları eğitip nefes nefese dörtnala savaş için koşturttu. Filleri, develeri devreye soktu. Birbirinin evini yurdunu ateşe verdi, canını malını yağmaladı. Hep haklı olduğuna inanarak yaptı bunu. Yenmenin şehvetiyle ağzı köpürdü. Yağmacılığı geçim edindi. Kader bu diye telkinde bulundu. Şimdilerde ise yağmacılığın ve okçuluğun yolunu, yöntemini hepten değiştirip kripto bir âlemde maya çaldı,hedef yükseltti. Dijital bir cinnetin uzayında yitip gitmenin kanatlarını yaptı. Kazandırınca bunu akla, güce, seçilmişliğe yordu. Yenilince hileden, haksızlıktan söz etti. Oysa insanın doğası bir şekilde zafer ve yenilgi dışında mayalanabilir. Kemik sesi, ilik ve kan kokusunun dışında bir sakin tablo ideali yaşatılabilir. Sanatın ve yüksek düşüncenin imkânları buna elverir.
Öte yandan nerede bir yenilen ve kazanan varsa bir de onları sayan, defter tutup hesap yapan hakem tahtına oturmuş birileri oldu. Stadyumlarda mesela sahada iki takımı seyircilerin ateşiyle yakıp kavuranların kasaları dolup şişti. Bugün kitleler yenmek iştahıyla çekip çevriliyorsa hala orada çok daha büyük hesap yapıcılar var demektir. Yenmek kadar yenilmenin de ateşi canlı tutulmalı ki güç oyunu aradan çekilmesin. Yenmek ve yenilmek bir an için sorgulanmasın. Yenerken de yenilirken de haklılık ayakta kalsın. Çünkü ‘hep haklıyım ben, haksız yere yenildim’ demek ‘hep ben kazanmalıydım’ demeye çıkar. Haklılık patolojisi, bencilliğin çırası olarak ruha durmaksızın böylece is bırakır.
Adaletin, mutlak adaletin olduğu yerde yenilgi veya zafer değil, herkesin payını hayat diye alması vardır. Hayat, ekonomi denilen kaypak kavramın çemberine alındığında yarış hızı kaçınılmazdır. Oysa ekonomi yaşamanın esasından ziyade cüzlerinden birisidir yalnızca. Ekonomik faaliyette bulunmak için yaşamaz insan, onun yaşam hareketliliğinden, yani kendiliğinden doğar ekonomi. Siyaseti de para kadar kitlelerin zafer iştahını ‘hep haklılık’ patolojisi ile şekillendirip duranlar insansız ve hayatsız bir dünyayı kurmaya doğru hızla yol alıyorlar.