Suriye masası… Hem de ne masa
Mesele Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, hatta Mısır olsaydı iddialarımızdan vazgeçip yeniden iyi ilişki talebimizin gerekçesini anlayabilirdik. Anlıyoruz da zaten. Suud ve BAE’den gelen borç paranın dövizi dengelemek -bu arada dengedeki Dolar’ın 18,7, Euro’nun da 20 TL olduğunu hatırlatalım- için işe yaradığını görüyoruz. Cumhurbaşkanı başta olmak üzere hükümet yetkilileri de “dostlardan gelen paraları” gizlemiyorlar zaten. Aşağı yukarı herşey ortada. Ortada olmayan Müslüman Kardeşler’e desteği bitirmek bahsi var; onu da İhvan açık ediyor. Yayınlarının kesildiğini söylüyorlar ve birer birer Türkiye’yi terkediyorlar. Dostlar istedi diye… Konunun bu tarafı yeterince açık. Ankara, Körfez’e ve cümle Arap alemine karşı “büyük ülke” retoriğini ve “Topunuz bir Türkiye etmezsiniz” sloganını terketti, oluruna bakıyor. Güzel.
Suriye dosyası ise diğerlerine benzemiyor. Zor, meşakkatli ve söylediklerimizi unutmakla işin içinden çıkabileceğimiz bir problem değil. Öte yandan, iki tarafta da para yok ve olsa bile parayla hallolacak bir mesele değil. Çok taraflı ve çok bilinmeyenli bir denklem; ayrıca iki ülkenin başında da birbirine asla güvenmeyen iki lider bulunuyor.
Bu noktaya niye geldik? Dış politikamız, arkasına askeri gücü de koymamıza rağmen neden bu kadar istenmeyen ve hedeflerimizin uzağında bir noktaya demir attı? Ortada söylenmiş birbirinden ağır sözler bulunuyor ve o sözler aynı zamanda Türkiye’nin Suriye politikasının “felsefesi”ni de oluşturuyor; şimdi bular ne olacak? Soruları geçelim. Anlaşılan o ki artık o soruların muhtemel cevaplarının bir zamanlar ima ettiği durumda değiliz. Bilakis, acil, hızlı ve geçmişe bakmadan yapılacak bir barış bizim için en iyisi gibi görünüyor. Bir açıdan Suriye için de öyle…
Peki barış nasıl olursa ve sonuçta neler olursa ona barış diyebiliriz?
Bunun için Suriye’deki eski hedefleri hatırlamak ve o hedeflerin bugünkü kapasite kullanım hacmini anlamak gerekiyor.
- Suriye’nin başında Beşşar Esad’ın kalmasını şiddetle karşıydık… Bu hedef artık mümkün değil. Geçersiz hale geldi. Esad koltukta kalmayı başardı ve bizi de masaya oturtacak kadar güç kazandı. Bu gücü Rusya’nın temin etmesi gerçeği değiştirmiyor. Her ne kadar Suriye’deki çıkarlarımız farklı olsa da Putin’in bizim üzerimizdeki tesiri de küçümsenecek boyutta değildir. Nitekim, Astana sürecinde Türkiye’yi ustaca idare eden Rusya, Ankara’yı sabırla Esad rejimini tanıma ve onunla masaya oturma noktasına kadar taşıdı. Bu, Moskova ve Şam açısından küçümsenecek bir diplomatik başarı değildir.
- Suriye’de PYD/YPG kontrolünde bir özerk veya benzeri bölge kurulmasını asla kabul etmiyoruz. Toprak bütünlüğünü savunuyoruz… Bu hedef hala geçerli ve haklıdır ama yıllar içerisinde YPG’yi güçlendiren temel faktörün Rusya ve ABD’nin himayesi ve desteği olduğu gerçeği de bir o kadar geçerli. Bir sürü ciddi soru işareti var ve hepsini bir kalemde geçecek olsak bile Rusya ve Suriye’ye, Türkiye’nin yumuşak karnı haline gelen böyle bir talep konusunda güvenebilmek mümkün mü sorusunu geçemeyiz. Türkiye, YPG’ye karşı Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatları yaptı ve o bölgelerde askeriyle ve idari kadrolarıyla bulunmaya devam ediyor. Buna rağmen sorunu çözemedi ve yakın zamana kadar yeni harekat için “bir gece ansızın gelmeyi” tasarlıyordu. Çünkü, ABD kadar Rusya da sınırda YPG’ye karşı güvenli koridor oluşturma sözünü tutmadı. Şimdi tutacak mı? Tutsa bile en nihayet orada kalıcı olan Esad Türkiye’ye bu iyiliği yapacak mı? Suriye medyasının daha şimdiden “YPG Suriye için de problem” mesajları biraz fazla iyimser değil mi? PKK’nın Moskova bürosunu açık tutan, YPG’lilerle “üst düzey” görüşmeleri sürdürerek onlara meşruiyet sağlayan Rusya’ya bu bahiste güvenmek de fazla iyimserlik olmaz mı?
- Sığınmacılar geri gidecek… En can yakıcı madde. Türkiye’de 4 milyona yakın Suriyeli sığınmacı var ve tamamı Esad’dan kaçarak geldi. Can ve mal emniyetleri olmadığı için ülkelerini terkettiler. Terketmeyen veya terkedemeyen yüzbinler de hayatını kaybetti. Şimdi biz, Türkiye’ye 4 milyona yakın insani yığan Esad ve başta Halep katliamı olmak üzere bir dizi saldırıyla göçü körükleyen Putin’le sığınmacıların geri dönüşü için müzakere yapacağız. Herşey yolunda giderse de buradaki insanlara “Sorunu hallettik siz artık geri dönebilirsiniz” diyeceğiz. Esad orada ve insanlar birşey olmamış gibi geri dönecek! Uygulanabilir mi? Uygulansa bile çalışır mı?
- Bir de fiili durum var. Türkiye yukarıda belirttiğim üç bölgede askeri güç bulunduruyor ve Putin ile Esad bir an önce oralardan çıkmamızı istiyor. YPG ve sığınmacı meselesi ikna edici bir sonuca bağlanmadan bizim oraları terk etmemiz mümkün olmadığını göre… Elimizde Şam’a karşı tek pazarlık gücü de bu olduğuna göre nasıl olacak? Bu sorunun muhatabı da Ankara…
Sadece çok bilinmeyenli değil aynı zamanda çok güvenilmeyenli bir süreçten söz ediyoruz. Tahminim o ki müzakeresinden ziyade, müzakere takibi uzun yıllar -belki onyıllar- sürecek bir sürece adım atmış bulunuyoruz. Sahada tek bir maddesi halledilemeyen mesele yumağını masada çözebilmek kolay olmayacak.