‘Süper’ bir lig
Herhangi bir alanda birikmiş, derinleşmiş ve hatta kangren olmuş problemlerimizi çözememe kabiliyetsizliğimiz meşhurdur. Bir problemi bitirmektense onunla yıllarca yaşamaktan keyif alırız.
Çözümün parçası olmak yerine problemin taraflarından biri olup fırsat kollamak herkesin değilse de çoğunluğun işine gelir. Çözümsüzlük can yaktığında da biraz feveran edilir, sonra sil baştan aynı şeyler yaşanır. Problemlerimiz hep böyle büyür.
Türkiye’de futbol da böyle büyüyerek bir problem haline geldi. Önceki akşam oynanan ve tamamlanmayan İstanbulspor-Trabzonspor maçı bir kez daha gösterdi ki Türk futbolu da çözümsüzlük listesinin başlarında yuvalanan bir problemmiş. Futbolun tek meselesi de Faruk Koca değilmiş. Meğer, maçların tamamlanamadığı bir keşmekeş, güvensizlik ve tepki ortamı büyümüş ve artık taşmaya başlamış...
Faruk Koca tepkisini olmadık şekilde göstermişti. Tanıyanlarının, bilenlerinin ve arkadaşlarının kendisinde hiç görmediği hatta tahmin etmediği bir öfke maç sonunda patlamıştı. Kendisi de hicap duyduğu için fazla söze gerek yok; keşke patlamasaydı, keşke takımının uğradığı haksızlıkları başka yolla ifade etseydi. Ne var ki Faruk Koca’nın asla onaylanamaz yolla ifade ettiği şeyin devasa bir problem olarak ortada durmadığını kimse söyleyemiyor. Tablo ortada; söyleyemez de… Futbolda, artık taşınamaz hale gelen bir adaletsiz yönetim, kayırmacılık ve kasıt düzeni vardır. Nitekim, İstanbulspor Başkanı Ecmel Faik Sarıalioğlu isyanını ifade etmek için maçın bitmesini bile bekleyemedi. “Ligin marka değeri” ve “futbolun seyir zevki” gibi klişeleri yerle bir eden ağır bir kararla takımını sahadan çekti. Hakem düdük çalmadan maç bitti, daha ötesi olamaz.
Yüz milyonlarca Dolar bütçelerle takımlar kuruluyor. Borçlar ödenemeyince kamu bankaları vatandaşın kesesinden kötü yönetilen kulüpleri tekrar tekrar destekleyip ayağa kaldırıyor. Kamu idaresi bile, ekonomide işler ters gittiği zaman yayın gelirine takviye yapmak için kesenin ağzını açıyor. Yani, “ligin marka değeri” denilen şeyin en önemli kaynağı da kamu parası… Bu da tamam ama varılan nokta, “Süper” Lig’in idare edilemez hale gelmesi. Alt liglerde olup bitenlerden ise kimsenin haberi yok.
Futbolu yönetenler yıllardır yaşanan ve gözlerini önünde büyüyen problemleri çözemediler. Bugünkü Federasyon (TFF) yönetimi de selefleri gibi çaresiz ve yetersizdir. Yetersizliğini sorgulamak yerine Ankaragücü-Çaykur Rizespor maçından sonra yaşanan olayları bütün problemlerin merkezine oturtmayı denedi ama bu umutsuz girişimin ömrü de İstanbulspor-Trabzonspor maçına kadar sürdü. Yine hakem kararlarına tepki ve yine o maçtaki kararlardan ziyade birikmiş öfke… Birçok alandaki eksikler var ama en zayıf halka olan hakemlik sistemi bu oyunu taşıyamıyor. Bazı hakemler artık açıkça federasyondan baskı gördüklerini anlatıyor, onlar anlattıkça seyirci izlediği maça olan güvenini kaybediyor. Gelin görün ki bu durumda yapılması gereken şey, oyunu adil hale getiren güven artırıcı önlemler olması gerekirken futbol tabiriyle “eyyam” devam ediyor.
Maçlar coşku ve seyir zevki değil endişe ve kaygı eşliğinde oynanıyor. Problem çözülmedikçe, oyun adil hale getirilmedikçe; yani “iyi oynayan kazansın” düzeni tesis edilmedikçe de kaygı artıyor.
Yenen ya da yenilen, şampiyonluğa oynayan veya küme düşmemeye çalışan her takımın isyan ettiği, kimsenin güvenmediği ve adaletinden emin olmadığı bir düzen tabiatıyla kaygı vericidir. Federasyon dahil herkesin; suçu Faruk Koca’nın bir hatasına yükleyip işin içinden çıkamayacağı kadar kaygı verici…
USTA BİR GAZETECİYE, GÜLEN BİR YÜZE; BİLAL ÇETİN’E VEDA…
Gazeteci arkadaşımız Bilal Çetin’i kaybettik. Amansız hastalık, değerli bir insanı, çok başarılı bir gazeteciyi ve her zaman gülen bir yüzü bizden kopardı. Türkiye onu Yeni Yüzyıl, Sabah ve ardından da Vatan Gazetesi’nin Ankara Temsilciliği’nde tanımıştı. Haber yarışında ve köşe yazılarında çok güzel işlere imza attı. Meslekte istisnasız herkesin sevdiği bir isim olarak unutulmaz izler bırakarak aramızdan sessizce ayrıldı. Allah rahmet eylesin ve başta eşi Semra’ya, ailesine, hepimize sabır versin.