Pazartesi akşamı kim kazandı kim kaybetti?
Yeni ekonomik hamlenin adına model diyemeyiz ama hükümetin beklentileri itibariyle bir modelden çok daha fazlası olduğu açıktır. Beklentiler bir yana, iktidar kanadında oluşan hava ve yüksek moral, hedefin on ikiden vurulduğunu gösteriyor. Her halden ve her sözden “Bu iş böyle yapılır işte” rahatlığı yansıyor. Tıpkı muhalefette birkaç gün öncesine kadar görülen hava gibi. O kanatta da epeyedir, “İktidar işleri batırdı, rüzgar bize doğru esmeye başladı” rahatlığı vardı… Sadece, iktidarın kötü yönetiminin muhalefet için galibiyet garantisi olmadığı Pazartesi akşamı test edildi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türk Lirası birikimi olanların hem faiz hem de kur farkı vaadiyle bankalara koşmaya çağırdı, dolar düştü ve bayram havası esmeye başladı. Dolar düştü mü, düştü. Kaçtan kaça düştü, önemi yok. Veya ekonominin tek sorunu Dolar mıydı; enflasyon, istihdam ve yüksek faiz maliyeti yok muydu, soran da yok. Çünkü, iktidarın ekonomiyi siyasi propaganda zemininde götürmek gibi bir kabiliyeti var ve muhalefet de işine geldiği sürece bu kabiliyetten pek rahatsız değildi. Şimdi, hamle üstünlüğü Erdoğan’a geçince kafalar karıştı. Şimdiye kadar attığı her adım tersine sonuç veren hükümet, ülkeyi krizden çıkaracak bir formül bulamasa bile kendisini krizden çıkarmak yolunda adım atmayı başardı. Mesele de zaten krizden çıkmak için detaylı, bilimsel ve gerçekçi bir paket uygulamak değil, mevzi zafer ve zaman kazanmaktı.
Krizin büyüklüğü ve hem bugün hem de gelecek adına kaçan fırsatların hacmi kimin umurunda? Ekonomiyi ayağa kaldırmak için gereken onlarca başta ünite ve enstrümandan sonuç çıkmayınca veya o enstrümanlara müracaat etmek için finansal kapasite ve zaman kalmayınca, sınırlı sayıdaki mevduat sahibini seferber etmek şeklinde özetlenebilecek bu hamleden söz ediyoruz. Siyasi etkisi Türkiye’nin bilinen politik şartlarında büyük olsa da iktisadi etkisi ve ömrü tabiatıyla sınırlı olacaktır. Parayı ya kur farkına ya da faize ödemeye mahkum bir ekonomi olmak gerçeği değişmeden, ibrenin bazen kura bazen faize veya şimdi olduğu gibi ikisine birden dönmesi problemi ortadan kaldırmaz. Hala o parayı kazanmak, insanlara iş sağlamak ve hayatı ucuzlatıp, ülkeye yatırımcı çekmek gibi devasa meseleler vardır. Yani, bir ekonomik model ve o modeli uygulamak iradesi gerekmektedir.
Hazine’nin üstlendiği riskten herkesin bütçesine düşen payın adaletsizliğini veya madem bu noktaya gelinecekti bugüne kadar neden kur çalkantısı yaşandığın bir yana bırakalım.
Faiz karşıtı politikanın toplumu faize çağırmakla tamamlanan finalini konuşmayalım.
Daha 45 gün önce 10 liranın altında olan Dolar’ın 18’i gördükten sonra 12 bandına gerilemesine neden bu kadar sevindiğimizi sorgulamayalım.
Hatta, kulakları sağır eden ekonomik kurtuluş savaşı sloganlarından sonra Dolar’ın fiilen milli para olarak tayin edilmesini de şimdilik es geçelim.
Mesele sanılandan büyüktür. Eğer maksat bir rüzgar yakalayıp erken seçime gitmek değilse, garantili mevduat kampanyası enflasyon, işsizlik ve yatırım ortamı problemi had safhada olan bir ekonomiyi ayağa kaldırmak için yetmez.
Türkiye’nin ekonomik krizden daha önemli olan krizi de budur. İktidar topyekün ve gerçekçi model koyamıyor, muhalefet de iktidarın bu dezavantajını bir vizyon üreterek değerlendirme becerisini gösteremiyor. Böylesine büyük bir ekonomik problem gündelik siyasetin skor tabelasına sıkışıp kalıyor. Kriz derinleşip maliyet artarken perde önünde ülkenin hayrına olmayan gösterilerle yıllar kaybediliyor.