Ekonomiye kaç puan, siyaset diline kaç?
Seçim ne kadar önemli olursa olsun kontrolden çıkan kampanyaların dili asla kabul edilemez boyuttadır.
Siyasetin lisanı aşırı miktarda yalan ve çarpıtma dolu; algı girişimleri de pervasızca yapılıyor.
Meydanlarda, ekranlarda söylenenlerin hatta icraat olarak takdim edilen kalemlerin bile gerçekle bağı kalmamış durumda. Sandık yaklaştıkça da o bağ iyice kopuyor.
Son olarak CHP ve Kılıçdaroğlu’nu PKK ve Apo yanlısı gösteren afişler gibi. Amatör, acemice ve gerçek olmadığı besbelli ama seçim sürecinin başından beri sürdürülen kampanyayla son derece uyumlu. CHP, İyi Parti, Gelecek, DEVA, Saadet ve DP’nin PKK’ya taviz vereceği iddiası da öyle sakil ve amatörce… Bir başka ifadeyle Kılıçdaroğlu, Akşener, Davutoğlu, Babacan, Karamollaoğlu, Uysal ile İmamoğlu ve Yavaş’ın ayrı ayrı veya hepsinin bir arada Kandil’den talimat aldığı propagandası da sahte ve acemice.
Ayrıca çaresizce… İnanan inanır, inanmayana karşı da zaten bir açıklama borcu yok iktidarın. Gerçek dışı iddiaların da zaten müeyyidesi yok. Kazandıktan sonra hiç yok.
Hangisi daha yanlış bilemiyorum. Ülkenin bütün siyasi renklerini bir araya getiren ittifaka terör sempatisini yakıştırmak mı yoksa kendileri kazanırsa “demokrasi zaferi” ama kaybedecek olurlarsa 14 Mayıs’ın “darbe” olacağını söylemek mi?
Bazıları seçimde böyle şeyler olur diye düşünüp teselli buluyor ama hayır böyle bir seçim ortamı hiç olmadı. İBB Başkanı İmamoğlu, Erzurum’da canlı yayında taşlanıyor ve bunu dahi muhalefetin kendi kendine yaptığı bir eylem olarak sunmaya teşebbüs edebiliyorlar. Tutarsa tutar. Tutmazsa başka hikaye...
Uzaya dört şeritli yola inanacak bir kitle var diye insanlara bu kadar eziyet yapılmaz!
Erdoğan ve AK Parti her zaman iyi siyasetçi oldu, iyi kampanyalar yaptı, iyi stratejiler uyguladı ama ne pahasına olursa olsun seçim kazanmaya çalışmak ne iyi siyasettir ne de iyi strateji. Geride iyi bir iz ve hatıra da bırakmaz.
İktidar kadrolarında yerel seçimlerde, bilhassa iki İstanbul seçiminde başlayan siyasi dağınıklık devam ediyor ve Erdoğan da bunun önünü alamıyor. Bugün meydanlara yansıyan görüntü bunu teyid ediyor.
Gergin ve itham edici dil, iktidarın geçmiş icraatlarının hikayesini ve geleceğe yönelik vaatlerinin inandırıcılığını da zayıflatıyor. Erdoğan, toplumun yarıdan fazlasının ağza alınmayacak en keskin ifadelerle yaftalandığı ortamda dikkatleri belki kötü ekonomiden uzaklaştırıyor ama toplumu berbat bir kimlik kavgası gerilimine mahkum etmekle kazanmayı da garanti etmiyor.
Oysa, Erdoğan gibi 21 yıldır en fazla millet ilgisine mazhar olan bir lider başta olmak üzere bütün siyaset elitlerinin toplumda oluşacak hasar konusunda aşırı hassas olmaları beklenirdi. Bu olmadı; olmadığı gibi seçim süreci benzeri görülmemiş bir hasara yol açtı. Pazar günü sandıkta bu hasar da oylanacak. Daha çok hasar mı, bu kadar yeter mi göreceğiz. Toplum siyasetin düşük diline, pervasız kampanya yöntemlerine ve seçimi kazanmak için herşeyi mübah gören anlayışına kaç puan verecek sayacağız.
Ekonomiye, dış politikaya, eğitime, yargıya veya deprem yönetimi oylanırken siyaset dili de oylanacak.
Tamam mı devam mı sorusunun en kritik eşiği burasıdır. Dolayısıyla, oylanması isabet olur çünkü Türkiye’nin bütün bu ağır temel sorunlara ilaveten bugün artık siyasal dil problemi de bulunmaktadır.
Giderek seviye kaybeden ve kural tanımayan bir problem.
İktidarın ekonomi, dış politika veya yargı dersinden puanı mı daha kötü yoksa dil sınavından mı? Merak edilmeyecek gibi değil…