Soçi buluşmasının ardından
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Putin rutinlerine göre uzun sayılabilecek bir aranın ardından Pazartesi günü Soçi’de buluştu. Ukrayna, NATO ve Amerika ile olan ilişkilerdeki gelişmeler nedeniyle kimi yorumcuların yarı tahmin, yarı temenniyle tatsız geçeceğini varsaydığı görüşme belli ki samimi bir havada gerçekleşti, liderler ve heyetler görüştü.
İkili ilişkilerin enerji, ekonomi ve hatta askeri alanda geliştirilmesinin yanı sıra yapılan açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla en çok da geçtiğimiz yıl Temmuz ayında imzalanan ve uzatlamalarıyla 1100 kadar seferle, Ukrayna’nın 33 milyon ton tahıl, yağ ve benzeri ürününü 40 farklı ülkeye sevkini sağlayan Karadeniz İnisiyatifi’nin canlandırılması konuşuldu.
Putin basın toplantısında kendilerine karşı uygulamaya konan yaptırımlar nedeniyle tek taraflı işlediğinden şikayetçi olduğu anlaşmanın Batı gereken esnekliği gösterdiği takdirde kısa süre içinde yeniden hayata geçirilebileceğini söyledi. Erdoğan Ukrayna tarafına atıfta bulunurken ve umutlu olduğunu vurgularken, Washington’dan da olumlu sayılabilecek bir açıklama geldi.
Umarım bu inisiyatif en kısa sürede yeniden hayata geçer, buğday başta olmak üzere tüm tahıl ve yağlı tohumlardaki küresel fiyat artışı durdurulur, Ukrayna’daki savaşın BM verilerine göre dünyanın en yoksul 47 milyon insanını daha fazla etkilemesinin önüne geçilir. Afrika’da daha fazla açlık, daha çok istikrarsızlık yaşanmaz.
Soçi’de yeniden gündeme gelen 1 milyon ton Rus buğdayının düşük fiyatla Türkiye’ye gelişi ve işlenerek ihtiyacı olan Afrika ülkelerine Katar’ın mali desteğiyle arzı da mümkün olur. Bu hem açlık ve sefaletin hafifletilmesine, hem de Rusya, Türkiye ve Katar’ın bu bölgedeki siyasi ağırlığının artmasına yol açar.
Kabul edelim ki, Türkiye benimsediği politikalar sayesinde Ukrayna’daki savaştan ekonomik açıdan değilse bile siyasi açıdan karlı çıkan, dünya siyasetindeki önemini pekiştiren ülkelerden biri oldu. Amerika ve İngiltere önderliğindeki yaptırım hezeyanına kendini kaptırmaması, baskılara direnmesi, pragmatik ama ilkeli durmasıyla fark yarattı.
Bir yandan NATO bünyesindeki sorumluluklarını yerine getirirken, Ukrayna ile askeri işbirliği geliştirip dron satarken, topraklarında ve denizlerinde Rusya odaklı çok ortaklı askeri tatbikatlar düzenlerken, diğer yandan Rusya ile konuştu, Ukrayna ile ateşkes müzakereleri yaptırdı, tahıl koridorunu açtırdı.
Zaten genel olarak bakıldığında insan haklarından ekonomiye, demokrasi eksikliğinden hukukun araçsallaştırılmasına tüm sorunlarına rağmen Türkiye’nin dış politika performansı iyileşmekte, rasyonelleşmekte, dünya dengeleri gözetilerek çıkarlar daha anlamlı yöntemlerle korunmakta, ilişkiler tazelenmekte, çatışma çözümü önemsenmekte, eleştiriler makul sözcükler ve küçük harflerle yapılmakta.
Bazıları tersini düşünse de Türkiye’nin askeri, siyasi, iktisadi anlamda güçlenmesi, etki alanını genişletmesi, edilgenlikten çıkıp daha etken bir ülke haline dönüşmesi, eskisi gibi muadillerine emsal gösterilmesi, ekonomisini düzgün yönetmesi sadece AK Parti iktidarına ya da Cumhurbaşkanı Erdoğan’a değil 85 milyona yarar.
Bu sayede sınırlarımız güvence altına alınırsa, caydırıcılıkla savaş tehdidi önlenirse, refahımız ve esenliğimiz artarsa hepimiz karlı çıkarız. Kıbrıs sorununu da, Ege ve Akdeniz’deki yetki alanlarını da, Suriye’deki PKK varlığının yarattığı riskleri de daha kolay yönetiriz. Ekonomimizi daha kolay istikrara kavuştururuz.
Sorunlar tabii ki bitmez, Türkiye güçlendi diye AB bizi muhtemelen yine kucaklamaz, Amerika hasım, daha doğrusu risk olarak görmekten yine vazgeçmez fakat her koyunun kendi bacağından asıldığı, bir devletin diğerinin kurdu olduğu bu dünyada daha rahat ederiz, bir de demokrasi açığımızı kapatıp insan hakları normlarına uyarsak daha huzurlu yaşarız…