Öğrenmemiz gereken hala çok şey var
Christrine de Pizan 1364-1430 yılları arasında yaşamış İtalyan kökenli bir Fransız kadın yazar. Varlıklı ve etkili bir ailenin kızı. İyi bir eğitim almış, eşinin ölümünden sonra da hayatını yazarak kazanmış. Bu köşeye konuk olmasının nedeniyse 1405 yılında yazdığı Kadınlar Şehrinin Kitabı adlı eseri.
Çünkü Pizan kitabında, daha 15’inci yüzyılın başında, yani bundan 614 yıl önce kadınlarla erkeklerin vasıflarının aynı olduğunu ve eşit yaratıldıklarını yazmış. Aristocu erdem ahlakını ve onun yansımalarını sorgulamış, kadın-erkek eşitliğine ilişkin teolojik kanıtlar ortaya koymuş.
1598’de Marguerite de Navarre de yazdığı kitabında kadın ve erkeğin entelektüel kapasitelerinin eşitliğini vurgulamış. Pizan ve Navarre’yi daha sonra pek çok kadın yazar ve günümüzdeki anlamıyla “aydın” takip etmiş.
Hatta onlardan önce kadın ve erkeğin eşit yetenek, daha da önemlisi erdemle yaratıldıklarını söyleyen Bingen’li Hildegard gibi rahibeler de var. 1900’lerin başında ise seçme ve seçilme hakkı için çaba gösterenleri görüyoruz. İkinci Dünya Savaşı sonrasında da eşitsizliğin kökenlerini araştıranları.
***
Mesela Simone de Beauvoir İkinci Cinsiyet kitabında ve bir ölçüde de yaşamıyla bize eşitsizlikten nasıl kurtulacağımızı anlatıyor. Savunduğu varoluşçu felsefinin özüne uygun bir şekilde insanların kadın doğmadığını kadın olarak yetiştirdiğini söylüyor.
İlk kez 1808’de Charles Fourier tarafından kadınların hak taleplerini anlatmak için kullanılan “feminizm” kavram ve anlayışı bugün çok geniş bir yelpazeye ve kapsamlı bir literatüre sahip. Türkiye’de de ciddi bir feminist gelenek mevcut. Bazıları kökenlerini Orhun Kitabelerine kadar götürüyor.
Pek çok araştırmacıya göre modern anlamıyla kadın-erkek eşitsizliğine, kadınların erkekler tarafından özneleştirilmesine karşı çıkan, kadın hakkında yeni bir üslup geliştiren ilk Türk Fatma Aliye Hanım.
Cumhuriyet döneminde de kadınlık bilincinin gelişmesine katkıda bulunmuş, erkeklerin ataerkil geleneğe dayalı hegemonyasını sorgulamış, eşitlik talebini dillendirmiş sayısız kanaat önderi mevcut. Erken yaşta kaybettiğimiz Duygu Asena muhtemelen bizim kuşağın en yakından tanıdığı feminist kanaat önderlerinden biriydi.
Tüm bunların dışında iş dünyasından gündelik hayatta kadınların kadın olmalarından dolayı karşılaştıkları sorunlara çözümler üretmeye çalışan Türkiye’de ve hemen hemen dünyanın her yerinde binlerce sivil toplum örgütü, onlarca devlet kurumu ve bakanlık bulunmakta.
Günümüzde sosyal bilimlerin neredeyse her alanında feminizm üstüne çalışan akademisyenler var. Uluslararası İlişkiler öğretisindeki erken egemen anlatıyı ve anlayışı eleştiren yazarların sayısı da hiç az değil. Feminizm alana giriş derslerinin bile olmazsa olmazları arasında.
Kadınların haklarını korumak için imzalanmış uluslararası sözleşme, uluslararası örgüt de azımsanmayacak kadar çok ve üstelik de etkili. 1979’da BM Genel Kurul’unda kabul edilen ve imzaya açılan Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) ve onun kurduğu yapı bunların en başında gelenlerinden biri.
Türkiye’nin öncülüğünde Avrupa Konseyi bünyesinde hazırlanan, İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi ve Mücadele Edilmesi Konvansiyonu da bir başka önemli hukuki enstrüman. Ayrıca Cuma günü etkinlikler ve protestolarla kutlanan 8 Mart Uluslararası Kadınlar Günü gibi BM tarafından sorunun değişik boyutlarına dikkat çekmek için kabul edilmiş başka günler de mevcut.
Ulusal düzeyde Cumhuriyet’in ilk yıllarından bu yana eşitlik amacıyla tedbirler alındığını, kadına seçme ve seçilme hakkının pek çok Avrupa ülkesinden önce Türkiye’de verildiğini biliyoruz. Aile içi şiddete maruz kalan kadınlar için sığınma evlerinin varlığını, belediyelerin ve sivil toplum örgütlerinin sağladığı imkanları yetersiz bulsak da göz ardı edemeyiz.
Hidayet Tuksal, Feride Acar, Selma Acuner, Ayşe Böhürler, Fatma Barbarosoğlu, Yıldız Ramazanoğlu gibi farklı kesimlerden gelen kadın kanaat önderlerinin, akademisyenlerin, siyasetçilerin çabalarını da öyle. AK Parti iktidarının özellikle ilk yıllarında kadına ve kadının her alanda güçlendirilmesi verilen desteği de kayda geçirmemiz gerek.
***
Ancak tüm bunlara rağmen kadın ve erkek dünyada da, Türkiye’de de ne yazık ki hala eşit değil. Yüzyıllardır anlatılanlara, alınan hukuki tedbirlere karşın kadınların hakları hala görmezden geliniyor, kadınlar hala kadın olmaları yüzünden şiddete maruz kalıyor. Eşit işe eşit ücretten aile içi şiddete, siyasete katılımdan şirket içi yükselişe kadar sorunları var.
Bazı ülkelerde araba kullanmaları, tek başlarına sokağa çıkmaları dahi yasak. Belli ki biz erkekler olarak yüzyılların birikiminden yararlanamamış, önyargılarımızı aşamamışız. Değişmemiz, yeni bir idrak düzeyine ulaşmamız için devletin, sivil toplumun, kanaat önderlerinin ve uluslararası örgütlerin desteğine ihtiyacımız var.
Ama destek olmadan da bazı şeyler yapmamız mümkün. Mesela bu yazıyı okurken yakın çevremizdeki kadınlara nasıl davrandığımızı düşünüp, kendimizi sevdiğimiz ve/veya saydığımız bir kadının yerine koyarak (başkalarıyla paylaşmasak bile) sonuçlar çıkartabiliriz. Ya da feminizm neymiş, feministler ne istiyormuş gibi soruların cevaplarını sanal ağda tarayarak bulabiliriz.
Daha da iyisi feminist yazarlardan birini okuyabiliriz. Veya hep çevremizdeki kadınlardan beklediğimiz ev içi sorumluluklardan bir kaçını biz yerine getirebiliriz. Unutmayalım ki böylesi küçük sürprizlerin kimseye zararı olmaz. Sadece kendimizi aşmamıza yardımcı olur. İyi ve mutlu bir tatil günü temennisiyle…