NATO’ya can suyu…
NATO 1949’da Washington’da imzalanan 14 maddelik kısa bir antlaşmaya kuruldu. Amacı Sovyetler Birliği’ne karşı Avrupa’yı savunmak, Amerika’yı Avrupa’da tutmak, Almanya’nın yeniden tehdit haline dönüşmesini engellemekti. Kore Savaşı’na kadar, yaklaşık bir yıl askeri varlıktan çok siyasi irade gösterdi. Sonra yavaş yavaş kurumları oluşmaya, askeri yapısı ortaya çıkmaya başladı.
Türkiye çok istemesine rağmen kuruluş aşamasında üye olamadı. Bir yandan Kore Savaşı’na gönderdiği birliğin Kunuri’de sergilediği direniş, öte yandan ABD ve ittifakın diğer üyelerinin dünyaya bakışının değişmesi sayesinde üyeliği 1952 yılında gerçekleşti. Hem Sovyet tehdidi karşısında kendini güvenceye aldı, hem de “Batı” ve “Avrupalı” tanımı içinde yer aldı. NATO’ya üyelik pek çok araştırmacıya göre Türkiye’ye artı değer kattı.
Türkiye ve birlikte üyeliği gerçekleşen Yunanistan’dan sonra ittifaka 1955 yılında Almanya (Batı), 1982’de demokrasiye geçen İspanya, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra da bugünkü üyelerin çoğu katıldı. 2020’de Makedonya’nın katılımıyla ilk yola çıkarken 12 olan üye sayısı 30’a ulaştı. Şimdi sırada Bosna-Hersek, Ukrayna ve Gürcistan var. Ancak kimse sıranın bu ülkelere ne zaman geleceğini, hatta gelip gelmeyeceğini bilmiyor.
Bosna parçalanma tehdidi altında. 1995 Dayton Barışı ve muhtelif teşvik ve müeyyidelerle bir araya getirilen üç toplumlu, üç kesimli yapı çatırdıyor. Ukrayna derseniz işgal altında. Gürcistan 2008’de sırasını savdığı için üyeliğe pek cesaret edemez. Zaten Rusya da NATO’nun daha fazla genişlemesine şiddetle karşı olduğunu Ukrayna sınırına 100 binden fazla asker yığarak ve NATO ile ABD’ye iki ayrı anlaşma taslağı sunarak belli etti.
Muhtemelen NATO ile Rusya, Rusya ile Amerika arasında uzlaşma sağlanacak, en azından taraflar birbirinin çıkarlarına açıkça ters düşen genişleme, asker konuşlandırma gibi konularda anlayış birliğine varacak. Savaş kimsenin arzusu değil. Belli ki Biden yönetimi de yeni bir Soğuk Savaş istemiyor. Ukrayna krizi dondurulabilirse, taraflardan biri ya da vekilleri beklenmedik bir hamle yapmazsa, NATO bir süre daha genişlemeyecek.
Yine de Atlantik’in iki kıyısında da Soğuk Savaş taliplilerinin sayısının ve ağırlığının hiç az olmadığını belirtmek gerek. Amerika’da silah sanayi doğal olarak her türlü büyük gerilimi kendisi için fırsat penceresi olarak görüyor. Başka kalemlerden aktarılacak yüklü paraların hayalini kuruyor. Rusya ve Çin onlar için umut kapısı. Bir de hegemonya elden gidiyor endişesine kapılmış yerleşik düzen mevcut.
Diğer yakada ise Polonya ve Baltık ülkeleri gibi Rusya’nın eski müttefikleri, birliğinin eski üyeleri var. Onlar Soğuk Savaş istemese de daha fazla güvenlik garantisi, daha fazla Amerika angajmanı talep ediyor. Ukrayna’nın bir başlangıç olduğunu, Rusya’nın yayılmaya devam edeceğini düşünüyor. İngiltere ise emperyal günlerin özlemi ve nostaljisi ile Amerika üstünden dünya siyasetinde etkili olma derdinde.
Bu denklem, Rusya stratejik bir hata yapmazsa, bahane uydurup Amerika ve NATO ile konuşmaya başlamışken Ukrayna’ya saldırmazsa, Soğuk Savaş çıkartmaz, NATO’yu da kolay kolay genişletmez. Fakat ittifakı Atlantik aşırı ilişkilerin bel kemiği haline getirir. 1989 sonrasında erozyona uğramaya başlayan, Bosna, Kosova ve Afganistan müdahalelerine, genişlemeye ve yaratıcı işbirliği çabalarına rağmen erimesi durdurulamayan itibarını iade eder.
Görünebilir bir gelecekte Trump gibi biri daha çıkıp ittifakın faziletini ve anlamını sorgulamaz. Ya da Macron gibi biri daha çıkıp Türkiye istediklerini yapmıyor diye beyin ölümünden söz etmez. Türkiye de dahil olmak üzere üyelerinin çoğu güvenliklerini ittifaka devretmez, Amerika gelir de beni kurtarır, benim için felaketini göze alır diye beklemez. Aslında kimse Avrupa’nın, belki dünyanın öbür ucundaki bir savaş, müdahale ya da kriz için yok olmayı göze almaz.
Fakat ittifakın tek hasma endeksli dayanışmasından, tartışmalı da olsa caydırıcılığından herkes bir şekilde yararlanır. Belki Fransa Avrupa’nın jeopolitik kimliğinin yaratılmasına engel olabileceğinden çekinir. Ama NATO’nun yeniden önem kazanması ABD ve İngiltere başta olmak üzere pek çoğunun işine ve kolayına gelir. Siyaset bilindik, tanıdık mecrası içinde akar. NATO’nun özgül ağırlığının artması AB’ye bile iyi gelir, güvenlik boyutu yeni bir içsel gerilim hattı yaratmaz.
NATO’nun güçlenmesi bazılarına paradoksal görünse de Türkiye’nin de çıkarlarına hizmet eder. Hayatiyetini Rusya karşısında tanımlayan ittifak ve onun kurgulayacağı strateji kaçınılmaz olarak bu coğrafyayı ön plana çıkartır, Türkiye’nin çıkar ve beklentilerine karşı daha hassas olunmasını sağlar. Yunanistan’la ilişkilerde (tabii ki biz de adil ve derdimizin ne olduğunu anlatabilir olduğumuz sürece) daha adil bir tavırla karşılaşırız.
Suriye sorununda olduğu gibi müttefiklik karmaşası riski azalır, büyük rakip beraberinde büyük müttefiklikleri de getirir. Libya’da Fransa Rusya’nın yanında yer alırken iki kez düşünmek zorunda kalır. Türkiye’nin artan askeri yetenekleri meydan okumadan ziyade Avrupa’nın güvenlik açığını kapatma olarak okunur. Türkiye siyasi otonomisini koruyarak nerede durduğunu belli ettiği sürece F-35, F-16 gibi sorunlar daha kolay çözülür.
Ve olasıdır ki iktidarda kimin, hangi partinin olduğundan ve onların tercihlerinden bağımsız olarak Türkiye daha demokratik, insan haklarına daha saygılı, ekonomisi daha istikrarlı bir ülke haline gelir. Çünkü NATO’yu, ABD’nin Avrupa üstündeki örtülü ipoteğini, hegemonyasını sadece Rusya ayakta tutmaz. Demokratik meşruiyet ve hasmın, ötekinin anti-demokratikliği üstünden kurgulanacak söylemi de gerekli kılar.
İlginizi çekerse ABD’nin eski büyükelçilerinden George McGee’nin Türkiye’nin NATO’ya girişini anlatan, yıllar önce (bendeki baskısı 1992) Bilgi Yayınevi tarafından Türkçeye çevrilen “ABD-Türkiye-NATO-Ortadoğu” kitabını okuyun derim. Bu konuda yazılmış çok doktora tezi, yapılmış çok araştırma var ama McGee’nin kitabı rahat okunan ve büyük ölçüde tanıklığa dayanan bir çalışma. İyi, huzurlu, savaşsız, gerilimsiz ve bol okumalı bir Pazar günü dileğiyle…