Amerika Paris veya Londra için New York ya da Washington‘u feda eder mi?
Müstakbel başkan Trump savunma için yeterli katkıda bulunmayanları Rusların insafına bırakacağım mealinde konuşunca başımızın çaresine nasıl bakarız tartışması tetikleniyor. Amerika bizi savunmayacak, savunmaya niyeti olsa bile yapılan açıklamalar caydırıcılığın çökmesine yol açıp bizi gereksiz bir savaşın içine sürükleyecek diye düşünenlerin sayısı ve ağırlığı hemen artıyor. Guardian’ın yazdığı gibi Avrupalı liderler birbiriyle kenetleniyor.
Fransa’yı ziyaret eden Polonya Başbakanı Tusk Üç Silahşörlere atıfta “hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için” diyor ve AB’nin güçlenip kendi sınırlarını koruma imkanına kavuşmasını istiyor. Kıbrıs’ı ziyaret eden Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier Trump’ın açıklamasını sorumsuzca bulduğunu söylüyor. İngiltere Dışişleri Bakanı Cameron bile bu doğru bir yaklaşım tarzı değil diye serzenişte bulunuyor.
Kimse NATO’dan kopalım demese de, Amerika’nın nükleer bir çatışma ihtimali söz konusu olduğunda kendilerini savunmaya gelmeyeceğinden duydukları endişenin Trump’ın konuşmasıyla arttığına şüphe yok. AB liderleri herhalde sadece top mermisi açığını kapatmak için Almanya’nın fabrika kurması ve diğerlerinin de silahlanma bütçelerini arttırmasıyla yetinmeyecek. Olasıdır ki yakında AB’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ayağını güçlendirmeye de çalışacaklar.
2009’da yürürlüğe giren Avrupa Birliği Antlaşması’nın 42’inci maddesinin ikinci paragrafında verdikleri sözü bundan sonra daha çok hatırlayacaklar. AB’nin kendini savunacak ortak ve güvenilir bir mekanizmasının olması gerektiğini düşünecekler. Kongo ya da Balkanlar’daki sorunlara, Somali açıklarında korsanlara, Akdeniz’de mültecilere müdahalede bulunmanın ötesine geçmek isteyecekler.
Eğer içinde yaşadığı sorunları aşabilir, merkez kaç güçlerin baskısını dizginleyip şu anki yapısını koruyabilirse ve yeni Brexit’ler de yaşamazsa, AB kendi savunmasını kendi yapacağı bir yapı kurma çabasını hızlandıracak. Bu çabanın bir kısmı NATO bünyesinde gerçekleşirken, ana aksı dışına kayacak, NATO üyeliği ile AB üyeliği her zaman ve her şart altında tamamlayıcı, güvenlik açığını kapatıcı olmayacak.
Bunun bizi ilgilendiren tarafı ise güvenlik boyutunun gelişip ortak savunmayı içermesiyle AB üyesi ülkelerle yaşayacağımız sorunlarda karşımızda eskisinden farklı olarak siyasi açıdan bütünleşik ve üyelerini askeri imkanlarıyla savunmak durumunda olan bir blok bulmamız olacak. Bu da caydırıcılığımızı ve yaptırım gücümüzü eskisinde çok daha fazla önemsememiz gereğini ortaya çıkartacak.
Türkiye bir yandan NATO’nun azalan ağırlığının çıkartacağı sorunlarla, Rusya ya da İran’dan gelebilecek tehditle baş etmeye çalışırken, diğer yandan da gücü geometrik olarak artacak AB üyesi komşularıyla ilişkilerini dengelemekte zorlanacak. Yeni statüko korkarım Yunanistan’ın F-35, bizim F-16 almamızın çok ötesinde komplikasyonlar yaratacak. Böylesi bir güce ulaşan komşumuz olasıdır ki gücünü günün birinde etkiye tahvil etmeye çalışacak.
Bizim açımızdan bakıldığında en iyi çözüm doğal olarak AB üyesi olmak, Birliğin hem pazarından, hem hukukundan, hem de askeri gücünden yararlanmak. Onun karşısında değil içinde yer almak, yönetimine katkıda bulunmak. Fakat ne yazık ki, Avrupa’nın Sarkozy ve Merkel dönemini mumla aratacak sağa kayışı, Türkiye’nin içinde bulunduğu durum, daha doğrusu insan hakları ve hukukun üstünlüğüne ilişkin sorunları, onların yanı sıra Kıbrıs ve hatta Yunanistan buna engel.
Diğer yandan Türkiye’nin askeri gücü, coğrafi konumu, ekonomik ve siyasi potansiyeli AB’nin geliştireceği savunma stratejisi için önemli. Birlik gerçekçi bir savunma politikası geliştirecekse, bu politika Amerika’dan otonomiyi, Rusya’dan gelebilecek tehdidi içerecekse Türkiye’yi de kapsamak, karşısı yerine yanında konumlandırmak zorunda. Ve bence Türkiye de kendini bu yapının neresine konumlandıracağını, muhataplarına önemini nasıl anlatacağını çok geç olmadan düşünmek durumunda…