Suriye’yi de Kavala karıştırmış olmasın...
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, iş insanı Osman Kavala hakkında hazırlanan yeni iddianamede ‘anayasayı ortadan kaldırmak’ başlıklı 309. maddeden ağırlaştırılmış müebbet hapis ve ‘casusluk’ başlıklı 328. maddeden 20 yıla kadar hapis cezası istendi. İşin tuhaf tarafı, tam da Kavala’nın Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvurunun karara bağlanacağı gün iddianamenin detaylarının ortaya çıkması...
64 sayfalık iddianame somut kanıt ve delillere değil, çokça imalar, dolaylı ve olabilirliği tahayyül edilen irtibatlandırmalara dayanıyor.
Mesela “Gezi olaylarını koordine ettiği” iddiasıyla açılan ancak beraatla sonuçlanan davadaki iddialar bu iddianamede de aynen tekrarlanıyor. Ve ne yazık ki hiçbir hukuk normuyla izahı mümkün olmayan bir şekilde Gezi davasındaki iddialara benzer savlar esas alınarak, Kavala’nın, “casusluk” ve “hükümeti devirmeye teşebbüs” suçlamalarından ceza alması talep ediliyor.
Biraz ironik bir durum ama, 64 sayfalık iddianamenin tek hayali olmayan cümlesi “Anayasal düzeni devirmeye teşebbüs” suçlaması. İddianameyi kabul eden mahkeme, “Sanık Osman Kavala’nın anayasal düzeni cebir ve şiddet yoluyla yıkmaya teşebbüs suçundan tutukluluk hâlinin devamına...” karar verdi. Oysa Kavala bu suçlamadan geçtiğimiz Mart ayında tahliye edilmişti.
Aslında bu dava, bir insanı hapiste tutmak için bir bakıma hukuka karşı verilen mücadelenin simgesi niteliğinde... Bu açıdan gelecekte, ‘hukuk devleti’ ilkelerinin nasıl görmezden gelindiğini göstermesi için hukuk fakültelerinde mutlaka ders olarak okutulmalıdır.
Karşımızda öyle bir iddianame var ki, somut kanıt ve delil dışında her şey var. İddianamenin üçte biri Kavala’nın beraat ettiği Gezi davasından kalma iddialardan oluşuyor. Üçte biri davanın diğer sanığı Henri Barkey hakkında... Geri kalan üçte biri ise bir takım faraziyelerden ve komplo teorilerinden ibaret. Doğrusu iddianameyi okurken insan hayretler içinde kalıyor. Zira öylesine kurgusal bir iddianame ki, son altı yıldır Türkiye’de yaşanan terör olayları ve darbe girişimiyle Osman Kavala’yı irtibatlandırmak için adeta özel bir gayret sarfedilmiş. Bu mantıkla eğer istenseymiş, Suriye’de olup bitenlerle de Kavala çok rahatlıkla irtibatlandırılabilirmiş... Sahi Suriye’yi de Osman Kavala karıştırmış olmasın!..
Açıkçası ben iddianamenin çok ayrıntısına girmek niyetinde değilim. İki gün önce Yıldıray Oğur köşesinde bu konuda çok ayrıntılı bir değerlendirmede bulundu zaten. Ancak nasıl bir hukuki manzara ile karşı karşıya olduğumuzu anlamak için iddianameden şu cümleleri almak zorundayım:
“Şüpheli Mehmet Osman Kavala’nın ise şüpheli Henri Jak Barkey’in İstanbul’a gelişinden bir gün sonra 27 Haziran 2016 tarihinde Diyarbakır İli’ne gittiği ve aynı gün İstanbul’a geri döndüğü tespit edilmiştir. Bu süreçler devam ederken önce 7 haziran 2016 tarihinde PKK/KCK silahlı terör örgütünün alt yapılanması olan TAK oluşumu tarafından Fatih ilçesi Vezneciler mevkiinde bombalı araçla 13 kişinin ölümü ile sonuçlanan intihar saldırısı gerçekleştirildiği, devamında 28 haziran 2016 tarihinde de Bakırköy Atatürk Havalimanında DEAŞ silahlı terör örgütü tarafından havaalanı içerisinde bombalı ve silahlı intihar saldırısında 48 kişinin ölümüne sebebiyet veren saldırının gerçekleştiği tespit edilmiştir.”
Peki buradan ne anlamamız gerekiyor, olaylarla hiçbir somut ilişki kurulmadan, sadece terör olaylarının kronolojik bir sıralamasını yaparak nereye varılmak isteniyor dersiniz? İddianamede hiçbir somut delil ortaya konulmadığına göre, herhalde akıl yürütme yoluyla, ya da hayal gücümüzü kullanarak bir irtibatlandırma yapmamız gerekiyor.
Şunu açıkça ifade etmek gerekiyor ki hiçbir hukuk devletinde somut delil olmadan, faraziyelere ve tahayyüllere dayalı iddianame ile bir insan mahkum edilemez.”
Ama öyle anlaşılıyor ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Kavala’nın uzun süreli tutukluluğunun hukuka aykırı olduğuna ve ‘art niyet’ taşıdığına hükmetmesine rağmen, bu iddianame ile içeride tutulmaya devam edilecek.