Otokratlar av için hamaset sever
Son yıllarda demokrasi geleneği güçlü ülkeler dahil pek çok ülkede otokrat ve faşist liderlerin iktidara gelmesi, demokrasinin geleceği ve doğal olarak insanlık açısından ciddi bir tehlikeye işaret ediyor.
Bu konuda siyaset bilimcilerin cevap aradığı en önemli sorulardan birisi, demokrasi krizde mi? Her ne kadar bir rejim olarak demokrasinin bugüne kadar bulunmuş en ehven model olduğu konusunda ortak bir konsensüs varsa da dünya çapında demokrasinin gerilediği, kişisel hak ve özgürlüklerin tehdit altında olduğu gibi bir kanaat de giderek güçleniyor.
Daha endişe verici olan, küresel anlamda demokrasinin yaşadığı krize paralel olarak otoriter liderlerin yükselişte olmasıdır. Kuşkusuz Hindistan, Türkiye, Arjantin, Çin, Rusya ve Filipinler gibi henüz demokratik tekamül sürecini tamamlayamamış ya da emekleme döneminde olan ülkelerde demokrasinin krizde olması son derece doğal. Esas tehlikeli olan Amerika ve Avrupa demokrasilerinde halkla siyasi elitler arasında yaşanan güvensizlik, kutuplaşma ve popülizmin yükselişte olmasıdır.
Artık bilinen bir gerçek var ki bu ülkelerde yaşanan mali krizler, güvenlik endişesi, mülteci akını ve yükselen milliyetçilik dalgası popülizmi besleyen en önemli unsurlar. Doğal olarak ‘beka’ meselesi üzerinden ‘korku’ üreten popülist ve otokrat liderler Amerika’da ve Avrupa’nın farklı ülkelerinde iktidara geliyorlar.
Talihsizlik o ki bütün bunlar, demokrasinin en önemli unsuru olan serbest seçimler yoluyla gerçekleşiyor olmasıdır. ‘Beka tehlikesi’ üzerinden iktidara gelen bu otoriter liderler, öncelikle demokratik kurumlara saldırarak işe başlıyorlar. Mesela Trump göçmenleri ve Müslümanları bir tehlike gibi göstererek iktidara geldi. Aynı şekilde Orban da “Soros Müslümanları Macaristan’a getirecek” diyerek halkı korkutup iktidar oldu.
Şimdi de Hollanda’da demokratik seçimlerle, Geert Wilders liderliğindeki İslam düşmanı ve aşırı sağcı PVV, yüzde 23,5 oy alarak 37 milletvekili çıkardı, muhtemelen hükümeti o kuracak.
Frederic Lenoir, “Spinoza Mucizesi” kitabında ünlü filozofun demokrasinin sorumlu yurttaşlarla tekamül edeceğini anlatır. Lenoir’in, politik modernleşmenin babası olan Spinoza’nın görüşlerinden hareketle yaptığı değerlendirmeler, demokrasinin bugün yaşadığı krizi net bir şekilde tarif ediyor: “Spinoza’nın düşüncesi, ‘Bir birey kendisiyle barışıksa başkalarıyla da barışık olacaktır’ fikrine dayanır. Başka bir deyişle, onları oluşturan bireyler kederli tutkularına (korku, öfke, hınç, haset vb.) ne denli hakim olur ve hayatlarını ne denli akla göre idame ettirirlerse demokrasilerimiz de o kadar sağlam, canlı ve coşkulu olacaktır. Bunu açıkça söylemese de akıllarından çok duygularıyla harekete geçen yurttaşların diktatörleri veya demagogları seçebileceğini anlıyoruz. Hitler Versay Anlaşması’ndaki küçük düşürülmenin ardından, Alman halkının kızgınlığından ötürü son derece demokratik bir biçimde seçilmemiş miydi?” (s.59)
Şimdi soru şu; demokrasi otoriterleşmenin şerrinden nasıl kurtulacak?
Galiba öncelikle demokratik kurumlara duyulan güvensizliğin, bizatihi siyasal sisteme ve partilere yönelik hoşnutsuzluğun ortadan kaldırılması gerekiyor.
Maalesef siyasi partiler toplumdaki farklı sesleri temsil etmekte yetersiz kalıyorlar. Hal böyle olunca, demokrasinin işleyişinden memnuniyetsiz hamasete açık kitleler, popülist liderler için en uygun av haline dönüşüyor.
Doğal olarak böyle bir atmosferde, popülist liderlerin “Göçmenler, Müslümanlar ülkemizi istila ediyor, güvenliğimiz tehlike altında” şeklindeki ‘beka’ söylemleri, kitlelerin bile bile otoriter liderlere yönelmesine yol açıyor.
Cana Tülüş Türk 2020 yılında Perspektif Online’daki yazısında, demokratik ve antidemokratik toplumların demokrasi konusunda hemen hemen benzer yaklaşımlar içinde olduklarını, ancak Ortadoğu coğrafyasında yer alan ülkelerin Batı tipi laik demokrasiden yana olmadıklarının altını çiziyor. Bu çerçevede Türkiye dahil pek çok ülkede ‘güvenlik’ kaygısının, zaman zaman demokratik tercihin önüne geçebildiğini de kaydetmek gerekiyor.
Bu çerçevede Tülüş Türk’ün şu ifadeleri de son derece önemli: “Güvenlik gibi bir durum söz konusu olduğunda insanlar partizanlığı demokratik değerlerin önünde tutuyor. 2019’da yayımlanan son makalesinde Svolik, seçmenlerin neden demokrasiyi tehdit eden politikacıları destekledikleri sorusunu soruyor ve “kutuplaşma” cevabını veriyor. Svolik’e göre, kutuplaşmanın görüldüğü ülkelerde insanlar demokrasiyi önemsemelerine rağmen çıkarlarını savunan otokratlara oy vermeyi sürdürebiliyorlar.”