Önce vesayet prangasından kurtulmalıyız
Siyasi tarihimizi ‘vesayet’ kavramını dikkate almadan doğru okumak mümkün olmadığı gibi normalleşen bir Türkiye’ye ulaşmak da hayli zor görünüyor.
Biliyoruz ki çok partili hayata geçtiğimiz günden bu yana neredeyse her on yılda bir darbelerle siyasetin zemini tahrip edilmiş, sonrasında yönetim sivillere devredilmesine rağmen seçilmişlerin tepesine bir vasi tayin edilerek demokrasi bir bakıma zapturapt altına alınmıştır.
Millet iradesine güvensizliğe dayalı bu vesayetçi anlayış yüzünden bu ülkede seçilmişler sürekli itilip-kakılmış ve yıllarca işleyen bir demokrasi inşa edilememiştir. Daha da önemlisi ne zaman millet iradesiyle seçilmişler iş başına gelse, atanmışların tasallutu yüzünden gerçek anlamda bir normalleşme sağlanamamıştır.
Sonunda 2002 yılında millet sandıkta bir kez daha iradesine sahip çıkarak siyaset-vesayet kavgasını bitiren güçlü bir karar vermiş ve AK Parti’yi iktidara getirmiştir. Hatırlayalım, gerçekten de o dönemde AK Parti ‘hukukun üstünlüğü’, özgürlükler ve özellikle de Avrupa Birliği çıpası bağlamında yeni bir umut dalgası oluşturmuştu. Herhangi bir önyargıya kapılmadan hakkaniyetle baktığımızda da AK Parti iktidarının demokratikleşme anlamında önemli adımlar attığını söylemek gerekiyor.
Ancak rüzgar dinip AK Parti kendi iktidar alanını tahkim ettiğinde gördük ki memlekette başka bir ‘vesayet rüzgarı’ esmeye başladı. Bu çerçevede FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişimiyle demokrasiye sapladığı hançerin, yeni bir vesayetin doğmasına büyük katkı sağladığını da unutmamak gerekiyor. Bu arada AK Parti iktidarının FETÖ’yü koruyup-kollayan tavrının affedilmez bir günah olduğunu da bir yere not etmekte yarar var.
Aslında 15 Temmuz darbesi, gizli ya da açık devletin içine sızan bütün vesayetçi yapıların tasfiyesi açısından büyük bir fırsattı. Eğer CHP dahil bütün siyasi partilerin Yenikapı buluşmasında ortaya koyduğu ‘darbe karşıtı’ net tavır doğru okunabilseydi, hem demokrasimiz kazanacak, hem de daha güçlü bir ‘hukuk devleti’ne giden yolda yeni imkanlar ortaya çıkacaktı. Ama ne yazık ki o imkan heba edildi ve yeniden başa döndük.
Maalesef bütün bu acı tecrübelere rağmen, dönüp-dolaşıp sonunda vesayetçi bir anlayışa demirlemiş bulunuyoruz. Daha da vahim olanı, yıllarca ‘vesayet’ karşıtlığının ekmeğini yiyen AK Parti vicdanları yaralayan bir gözü karalıkla millet iradesine adeta yeni bir ‘vesayet kelepçesi’ takıyor.
Son yıllarda yaşadığımız tecrübeler gösterdi ki hukukun üzerinde ağır bir siyaset gölgesi var, bu yüzden de özellikle fikir özgürlüğü ve siyasi davalarla ilgili verilen kararlar vicdanları yaralamaya devam ediyor. Ve doğal olarak insanlar artık adalete güvenmiyorlar. Her ne kadar AK Parti iktidarı “Bizim bir dahlimiz yok, yargı bağımsızdır” dese de gerçekler hiç de öyle söylemiyor.
Kimse kusura bakmasın ama hiçbir hukuk normuyla izahı mümkün olmayan “ahmak” kelimesi yüzünden İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen hapis cezası ve siyasi yasak kararı, kelimenin tam anlamıyla siyasi bir karardır. Dolayısıyla meseleleri özgür akılla değerlendiren herkes, adaleti yaralayan bu kararın millet iradesini yok sayan ‘vesayetçi’ bir anlayışın ürünü olduğunu rahatlıkla görecektir. Muhtemelen önümüzdeki günlerde yeni davalar icat edilerek ‘sandık’ tümden devre dışı bırakılacaktır.
Hemen hatırlatalım, eğer ‘vesayet’ virüsü bireylerin ya da devleti yönetenlerin giderek karakteri haline gelirse bu illetten kurtulmak çok kolay olmayacaktır. Çünkü ‘vesayet’ aklı ve mantığı devre dışı bıraktığı için vesayeti uygulayanlar da muhatap olanlar da bu güdülme duygusundan memnun hale gelirler ve Kant’ın ifadesiyle “en dar hendeğin üzerinden atlamakta” bile güçlük çekerler.
Aydınlanmanın önemli filozoflarından İmmanuel Kant’ın vesayet konusundaki şu tespitini dikkatlice okumakta yarar var: “Vesayet altında yaşamak neredeyse karakteri haline gelmiş bir kimsenin vesayet altındaki hayattan kendini kurtarması çok zordur. O durumdan memnun hale gelmiştir ve halihazırda aklını kullanmaya gerçekten muktedir değildir, zira hiç kimse (onun) aklını kullanmayı denemesine izin vermemiştir. Emirler (statutes) ve formüller, insanın tabii yeteneklerinin rasyonel kullanımının, veya daha ziyade kötüye kullanımlarının bu mekanik aletleri, daimileşen vesayetin prangalarıdır.” (Aydınlanma Nedir?, Liberal Düşünce 2005, Çev. Atilla Yayla)
Galiba zihinlerimizdeki vesayet prangalarından kurtulmadan özgür bir birey olmamız da normal bir demokrasiye kavuşmamız da pek mümkün gözükmüyor.