Demek ki iktidarı eleştirmek ‘hainlik’ değilmiş…
Dünyanın hemen bütün ülkelerinde iktidarlar eleştiriden pek hoşlanmazlar. Bu da son derece doğal, ama bilinen bir gerçek var ki demokratik toplumlarda özellikle medyadan gelen eleştiriler, iktidarlar için aynı zamanda bir motivasyon kaynağıdır.
Çünkü eleştirel düşünce, demokrasinin temel dinamiklerinden birisidir, daha doğrusu demokrasilerde dördüncü kuvvettir ve de denge-denetleme mekanizmasıdır.
Demokrasi dışı ülkelerden söz etmeye gerek yok, zira bu tür toplumlarda ülkenin sahibi de hakimi de savcısı da bir tek kişidir ve her şey ondan sorulur. Dolayısıyla tepedeki otokratı eleştirmeyi düşünmek bile suçtur. Aynı şekilde, despotik yönetimlerin hakim olduğu Müslüman toplumlarda da eleştiriden asla söz etmek mümkün değildir ve kesinlikle ‘itaat’ esastır. Sultanı, padişahı, yani ümmetin liderini eleştirmek ülkede fitne ve fesat çıkarmakla eş değerdedir.
Ancak hangi perspektiften bakarsak bakalım, Türkiye şeklen de olsa hala bir demokrasi ülkesi. Ama ne yazık ki bu ülkede de iktidar eleştiriden hiç hoşlanmıyor. Eğer eleştiride biraz ileri giderseniz, ‘hain’ ya da ‘dış güçler’in ajanı olarak bile ilan edilebilirsiniz.
Aslında AK Parti iktidarı ilk on yılında, normal demokratik ülkelerde olduğu gibi eleştirilere açıktı, bu yüzden de eleştiriler iktidara dinamizm kazandırıyordu. Ama sonra işler değişti, hatta öyle ki AK Parti bizzat kendi gerçekleştirdiği demokratik hamlelere bile adeta savaş açtı.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte ise demokratik değerlere açılan bütün kapılar kapatıldı, en küçük eleştiriler bile terör destekçiliği veya vatan hainliği ile aynı parantezde değerlendirilir hale geldi.
Ancak 14/28 Mayıs seçimleri sonrasında AK Parti’de, küçük de olsa ilk dönemleri hatırlatan bir işaret ortaya çıktı. Hemen herkesin de dikkat çektiği gibi AK Parti içinden çıkabilecek en makul bir kabine oluştu. Doğal olarak “Acaba AK Parti kendi geçmişine geri mi dönüyor” benzeri değerlendirmeler yapılmaya başlandı.
Mesela Mehmet Şimşek’in ekonominin başına getirilmesi, rasyonel ekonomiye dönüş umutlarını arttırdı. Özellikle son beş yılda ekonomide kötü gidişi eleştiren ekonomistler dahil, pek çok kişi hiçbir siyasi hesap yapmadan “Yeter ki ekonomide normalleşme olsun ve ülke kazansın” şeklinde değerlendirmeler yaparak yeni döneme önemli ölçüde destek verdi.
Hatta öyle ki “Nas var nas” diyerek faizlerin düşürülmesini sağlayan, bu teze karşı çıkanları “mandacı ekonomistler”, “dış güçlerin ajanı” olarak tanımlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan bile faizlerin yüzde 40’lara çıkarılmasının yolunu açtı. Ortada çok güçlü bir ekonomik program ve yapısal değişim olmamasına rağmen, insanlar bu yeni duruma kredi açtılar, açmaya devam ediyorlar. Nitekim uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları da bu rasyonalleşme adımlarını iyimserlik mesajları ile desteklemeye başladılar, bu arada CDS puanımız da düşüyor. Kuşkusuz bütün bunlar olumlu gelişmeler.
Şimdi sıra, geçtiğimiz aylarda Mehmet Şimşek’in de altını çizdiği gibi Türkiye’nin kara para ve uyuşturucu ile mücadelede zaafları yüzünden yer aldığı “Gri liste”den kurtulmasında… Geçmişte karışık işlerde yer almış ve de Türkiye’nin başını ağrıtan isimlerle fotoğraf arşivi yapmakla ün salmış bulunan eski bakan Süleyman Soylu’nun ardından İçişleri Bakanlığı koltuğuna oturan Ali Yerlikaya’nın uyuşturucu baronlarına ve mafyatik yapılara karşı sürdürdüğü kararlı mücadele, Türkiye’nin görüntüsünü değiştirecek bir adım olarak değerlendirildi.
Demek ki ülkenin ekonomik gerçekliklere dönmesini savunanlar, “mandacı ekonomistler” ve “dış güçlerin ajanı” değil, tam aksine ülkenin içine düştüğü kaostan kurtulmasını isteyenlermiş… Ayrıca Soylu’nun bakanlık yapma tarzının, ülkeyi içeride ve dışarıda zor durumlara soktuğunu söyleyenler, ‘hain’ ya da ‘terör destekçisi’ değil, Türkiye’nin huzurunu ve görüntüsünü bozan kirli ilişkilere karşı olanlarmış.
Görüyoruz ki dün Soylu’yu eleştiren bu kesimler, bugün Ali Yerlikaya’nın icraatlarına destek veriyorlar.
Kuşkusuz bütün bunlar Türkiye’nin ekonomik gidişatını olumlu yönde etkileyecek pozitif gelişmeler…
Ancak yeterli değil, evet bakan Şimşek’in gayretlerinin uluslararası yatırım ve finans çevrelerinde pozitif bir karşılığı oluşuyor. Ama unutmayalım ki yabancı yatırımcı ve finans dünyası için, ekonomideki rasyonalite kadar hukuktaki rasyonalite de çok önemlidir.
Maalesef Türkiye’nin son dönemdeki en büyük problemi, hukuk devleti nosyonunu önemli ölçüde kaybetmiş olmasıdır. Herkes şu soruya açık yüreklilikle cevap vermelidir; milletin oylarıyla seçilmiş bir milletvekili Can Atalay’ı AYM’nin ‘hak ihlali’ kararına rağmen, cezaevinde tutmaya devam eden bir ülkenin ‘hukuk devleti’ anlayışına ne kadar güvenilebilir?