Sığınmacı sorunu bizi korkutamaz!
Çok sorunumuz var ama neyse ki bütün sorunlar lafla çözülebiliyor. “Dış güçlerin oyunu” diyorsun mesela, sorun ortadan kalkmış oluyor. Aynı şekilde “Bizi korkutamaz!” dediğin sorun da sorun olmaktan çıkıyor hemen. Daha ciddi sorunlar için ise “Gereğini mutlaka yapacağız” sözü sihirli bir işleve sahip. Gereğinin yapılacağını duyar duymaz bütün sorunlar derhal ortadan kayboluyorlar.
Mesela sığınmacı sorunu da kimilerine “Toplayacağız, geri göndereceğiz”, kimilerine de “Ensar, muhacir, ümmet kardeşi” dedik mi çözülüveriyor!
Ama sadece lafta çözülüyor sorunlar. Türkiye’ye büyük kitlesel göçlerin başladığı tarihin üzerinden 12 yıl geçti. Ülkede tam olarak kaç Suriyeli sığınmacının bulunduğunu bile bilmiyoruz. Çünkü resmî rakamlar ve resmî açıklamalar çelişkili ve tutarsız. Yine de Suriyeliler nispeten daha bilinir, daha kayıt altında bir nüfus. Afganistan’dan, Pakistan’dan, Moğolistan’dan, hatta Afrika ülkelerinden gelen -ve çoğu 18-30 yaş arası erkeklerden oluşan- grupların ne sayısı belli ne de hangi amaçla geldikleri.
Suriye iç savaşından kaçıp gelenler ise öncelikle canlarını kurtarmak peşindeydiler. Türk insanı sayıları kısa sürede milyonları bulan bu insanlara kucak açtı. Dili, kültürü, yaşayışı, alışkanlıkları bizden çok farklı olan bu kadar büyük bir kitleden söz ettiğimiz halde önemli bir sıkıntı yaşanmadı şimdiye kadar.
Ancak aradan geçen 12 yılda sığınmacıların geleceğine ilişkin ne plan ne program ne hazırlık ne de vizyon gördük. Toplumda bazı kaygılar ve rahatsızlıklar baş gösterdi. Zaten nüfus göçü dediğimiz olgu her yerde az ya da çok rahatsızlık yaratır. Toplum yaşayışının doğasının gereğidir bu. Almanya da savaş sırasında üç milyon Suriyeliyi kabul etti. Orada da bu konuda tartışmalar var. Ama bizdeki rahatsızlıkların boyutunu esas itibarıyla net bir göç politikamızın olmaması büyüttü.
Söz gelimi yılda birkaç yüz göçmenle muhatap olan ülkelerde bile göç bakanlıkları varken buna bizde ihtiyaç duyulmaması, bu yöndeki tavsiyelere kulak asılmayışı tuhaf değil mi?
Sığınmacıların milli bünyeye entegrasyonu için, çocuklarının eğitimi için, geri dönme ihtimali bulunanların dönüşünü planlamak için hiçbir hazırlık yok.
Ülkeyi yönetenlerin bu konuda ne düşündüğünü de biliyor sayılmayız. Çünkü bazen “Hepsini göndereceğiz” diye konuşuyorlar, bazen “Kesinlikle göndermeyeceğiz” diye.
Muhalefetin durumu da iktidardan daha parlak değil. Suriyelileri geri gönderip göndermeme eksenindeki kısır tartışmanın dışında bir politika önerileri yok. Bu şartlar altında toplumun bazı kesimlerinin neredeyse yabancı düşmanlığı seviyesinde bir takım aşırılıklara prim vermesi yadırganmamalı.
Yine de göçmen politikasızlığının giderek büyüttüğü toplumsal huzursuzlukları ülkemize sığınan insanlara yönelik bir nefret dalgası olarak göstermek büyük haksızlık. Türk halkı göçmen karşıtlığı, yabancı düşmanlığı, ırkçılık gibi suçlamaları hak eden bir toplum değil. Suriye’deki iç savaştan ülkemize kaçan Suriyeli sığınmacıları Türk milleti bağrına bastı.
Buna karşılık bu alandaki politikasızlık marjinal huzursuzlukları kitlesel soruna çevirdi.
Ülkedeki sığınmacıları “bir partinin misafirleri” gibi gösterme tavrı geniş kesimlerin bakışını keskinleştirdi.
Retorikteki müphemlik ve değişkenlik, bu sorunun “Türkiye’nin demografisini dönüştürmek için” bir araç olarak düşünüldüğüne ilişkin komplo teorilerine kapı araladı.
Sığınmacı ve göçmen sorunu yanında Türkiye’ye ayak bile basmamış birtakım kişilere -250 bin dolar tutarında bir konut satın alması karşılığında- “vatandaşlık satışı” yapılması, bu kişilerin seçimde de oy kullanmaları bazı kesimlerdeki endişeleri artırdı.
Ne yapılması gerektiği açık. Bu konu hakkında tüm toplum kesimlerinin görüşü alınarak, ilgili kurumlar seferber edilerek ve dünyanın başka yerlerindeki tecrübelerden faydalanarak milli bir politika oluşturulması gerekiyor.
Bunu yapmak yerine sığınmacılar konusundaki politikasızlığı eleştiren herkese “ırkçı” suçlamasını yöneltmek ne “ensara” ne de “muhacirlere” fayda getirir. Buradaki politikasızlığı ümmet/din kardeşliği kavramı üzerinden savunmak ise toplumda yeni bir bölünme aksı üretmekten başka hiçbir sonuç veremez. Bizim göç politikamızı beğenmeyen ırkçıdır şeklindeki yaklaşım sorunu daha da büyütür.
Çünkü öfkeyi arttırır.
Sığınmacı sorunu üzerinden hükümete muhalefet etmenin illegal sayılması, bu konuda yazıp çizenlerin hapse atılması en nihayet kutuplaşmanın artmasına sebep olur. Arzu edilen bu değilse böylesi yanlışlardan geri dönülmesi, “çatlak” sayılan sesleri susturmaya çalışmaktan vaz geçilmesi gerekir.
Konunun bir de dış politika boyutu var. Öncelikli hedefin sorun çözmek mi yoksa sorunları araçsallaştırıp başka hedeflere yürümek mi olduğu da belirsiz.
Özellikle Avrupa ülkelerinin düzensiz göç hareketlerinin kontrolüne dair işbirliği arayışlarına zemin olan BM zirvesinde yapılan “Biz mültecilere olan ev sahipliğine aynen devam edeceğiz” açıklaması şaşırtıcı oldu…
Herhalde bu sözler ülkemize yeni düzensiz göç akınlarını teşvik amacıyla söylenmiş değildir. Ama böyle bir sonuca yol açacağı da bellidir. Dünyanın dört bir tarafında faaliyet gösteren göçmen kaçakçılarının bu bilgiyi muhataplarına iletmesi fazla zaman almayacaktır.
İç politika ile dış politikanın birbirine karıştırılması böyle ciddi risklere kapı açabilecek bir yanlış tutum.
Halbuki tam aksi yönde hareket etmek, asgari müştereklerde anlaşıp bu hususta milli bir politika geliştirmek mecburiyetindeyiz. Amaç üzüm yemekse tabii.