Eleştiri başka tekfir ve linç kampanyası başka
Meşhur menkıbeye göre, Molla Kasım adında bir “zahir bilgini” eline Yunus Emre’nin divanını almış bir dere kenarında oturup buradaki şiirleri elden geçiriyormuş. Şeriata aykırı ifadeler bulunduğuna hükmettiği sayfaları birer birer yırtıp suya atan Molla nihayet bir şiirle karşılaşınca hayret içinde titremiş. “Yunus Emre bu sözü eğri büğrü söyleme/Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir” mısralarını okuduğunda hatasını anlayıp tövbe etmiş. Ama bu arada Yunus’un şiirlerinin büyük bölümü de o derenin sularına karışıp gitmiş maalesef!
Her ne kadar edebiyat ve tasavvuf tarihi uzmanları Molla Kasım’ın aslında Yunus’tan önce yaşamış bir mutasavvıf şair olduğunu söylüyor olsalar da yukarıdaki mısralardan ilhamla üretildiği anlaşılan menkıbe bu tarihî şahsiyeti şekilci din anlayışının temsilcisi olarak kodlayıp dindar zihinlerde yaşatmış bugüne kadar.
Evet, Molla Kasım bir zihniyetin sembolü bizim kültürümüzde. Dar bakışın, şekilci anlayışın, yani bağnazlığın sembolü. Tarih boyunca bu zihniyet en çok dindarlara zulmetmiş. Sözgelimi 17. yüzyılda Kadızadeli hareketine mensup Molla Kasımlar ülkede terör estirmişler. Mesela peygamberimizin anne babasının kafir olduğunu kabul etmeyenleri tekfir etmişler. Kâtip Çelebî medreselerden akli bilimlere ilişkin derslerin kaldırılmış olmasının yarattığı sonuç olarak görür bu hareketi. (İlahiyat fakültelerinde okutulan felsefe, mantık vb. dersleri kaldırma girişimleri sırasında da bu örneği zikretmiştik!)
İslam tarihinin ve Osmanlı asırlarının bunalımlı devirlerinde bilhassa dindar zihinlere ve gönüllere ağır bir pranga takan bu “entelektüel istibdat” bugünlerde yine başımızda. Kadızadeliler, Hariciler, Selefiler, Molla Kasım’lar vs. din bahçesinde yine saltanat sürüyorlar.
Bu kafanın din yorumunun etkisinde geniş kitleler safiyetle ve iyi niyetle de olsa kendilerinden farklı olana hayat hakkı tanımaya yanaşmayan bir tutum içinde. Toplumdaki birtakım hassasiyetleri harekete geçirerek bundan siyasi sonuçlar çıkarmak isteyen birileri ise ellerinde körükle iş başındalar.
Mohsen Namjoo’ya yönelik linç kampanyası bir de bu açıdan okunmalı.
Bundan yedi sekiz yıl kadar önce İstanbul’a bir konser için geldiğinde tanıdım Mohsen’i. Daha önce adını duymamıştım, hiçbir eserini dinlemiş değildim. O zaman fark ettim ki benim tanımadığım bu ilginç müzisyen Türkiye’de geniş bir hayran kitlesine sahipti. Bilhassa muhafazakâr veya dindar gençler bayılıyordu eserlerine. Konserin organizatörleri birkaç gazetecinin de çağrıldığı bir yemek düzenlemişlerdi. Orada tanıştık Mohsen ile. Çok iyi anlaştık, kırk yıllık arkadaşlar gibi samimi bir havada saatlerce sohbet ettik. Zihni açık ve imanı kavi bir Müslüman entelektüel olarak tanıdım ben Mohsen Namjoo’yu.
Doğru mu hakkında söylenenler? Doğru olabilir mi?
Eserleri ortada. Birçok parçasında yüksek bir dini heyecan kendini gösterirken, notalarını salavat ve tekbirlerle süslerken “Mohsen Namjoo Kuran’a hakaret etti” suçlaması nasıl ciddiye alınabilir? Olan şey şu: 2009’da yaptığı bir şarkının girişinde işlediği temayla ilgili bazı ayetlerin tilavetine de yer veriyor. İran’da bu tepkiyle karşılanıyor, hapse mahkûm ediliyor ve yurtdışındaki hayatı başlıyor böylelikle.
Bu arada Türkiye’de birçok konserler veriyor, albümleri muhafazakâr kanallarda çalınıp dinleniyor. Derken birdenbire on üç sene önceki tartışmadan haberdar oluyor birileri. Türkiye’deki konser programı vesilesiyle gündeme getiriliyor konu.
İranlı müzisyenin ayetleri şarkı yaptığı, kutsal kitabımızla alay ettiği, zındık ve hatta kafir olduğu ilan ediliyor, acımasız bir linç başlatılıyor. Şarkının içinde ayet tilavetine yer vermesi gerçekten birçoğumuz için yadırgatıcı bir deneme. Çünkü birtakım sınırları aşan bir girişim. Bunun için eleştirilmesi ve hatta yerilmesi dinleyicisinin de toplumun da hakkı kabul edilebilir. Ancak linç, tekfir ve yasaklama kampanyaları kabul edilemez.
Bir kere Namjoo eğlence müziği yapan biri değil, sahnesinde göbek atılmıyor. Derin bir duygu dünyasının ve fikir çilesinin ifadesi eserleri. İkincisi, bir müzisyen ve şair gözüyle Kur’an-ı Kerim’e nasıl baktığını şöyle anlatıyor: “Bariz kutsal içeriğine ek olarak, ilahi kelamın mucizevi ve şiirsel ritimlere de sahip olduğuna, bunun da çağlar boyunca benim gibi müzisyenleri ve şairleri cezbettiğine dikkat çektim.”
Bir anlamda bu çağın insanına bu çağın müzik anlayışı içerisinde çağlar ötesinin mesajlarını iletmek şeklinde bir misyona talip olduğunu ileri sürüyor sanatçı. Akif’in “Doğrudan doğruya Kuran’dan alıp ilhamı / Asrın idrakine anlatmalıyız İslam’ı” diye ifade ettiği anlayış değil mi bu?
Elbette iyi niyetle de olsa kullandığı bu yöntemi ve ortaya çıkan sonucu beğenmeyebiliriz, uygun görmeyebiliriz, eleştirebiliriz. Ama dindar bir sanatçıyı tekfir etmek, aleyhinde linç kampanyası düzenlemek savunulabilir bir tepki tarzı gibi görünmüyor.