Dış güçlere inanmıyor muyum?
Nal sesleri işittiğinde aklına at gelsin, zebra değil… “Occam usturası” ilkesini açıklamak için sıkça kullanılan bir örnek bu… “Zebra olmaz buralarda aslında ama bir yerden getirilmiş de olabilir tabii… Zebralara nal çakılmaz ama çakılmış olması da pekâlâ mümkündür…” diye düşünülürse akla ve mantığa aykırı bir açıklama sayılmaz zebra cevabı. Ne var ki 14. yüzyılda yaşamış İngiliz düşünür Occam’lı William’ın adıyla anılan basitlik ilkesi bir probleme ilişkin birden fazla açıklama varsa daha az sayıda varsayım içeren açıklamanın esas alınmasını önerir. “Öncelikle” at düşünülmelidir nal sesleri duyulduğunda.
Bir sorunun cevabı aranırken muhtemel açıklamalardaki fazlalıkları tıraş edip zorunlu unsurları bırakmayı savunduğu için “Occam usturası” denilen bu yaklaşımı bugünkü tartışmalarımıza da uygulayabiliriz…
Mesela… Gelmiş geçmiş ekonomi bilginleri arasında “Faiz sebep, enflasyon neticedir” iddiasını benimseyen tek bir kişi bile yoksa, bir ülkenin ekonomisi “Faiz düşerse enflasyon da düşer” anlayışı doğrultusunda yönetildiğinde enflasyon gerçekten düşebilir mi?
Faiz oranları düşürüldüğü halde enflasyon düşmeyip tam aksine artıyorsa bu durumu nasıl açıklayabiliriz?
Dış güçlerin kur saldırısının sonucu olarak mı yoksa ekonomi biliminin ve yönetim tecrübesinin gereklerinin yerine getirilmemiş olması yüzünden mi? Zebra mı at mı?
Occam’lı William 14. yüzyılda yaşamış ve din felsefesi alanında önemli eserlere imza atmış İngiliz düşünürüdür.
****
Geçen hafta sonu bu sütunda çıkan “Dış güçler hikayesine neden inanıyoruz” başlıklı yazıya ilginç tepkiler geldi. O yazıda değinilen konu siyasi angajmanlarımızın insan davranış mekanizmalarıyla ilişkisiydi.
Örnek olmak üzere, kötü yönetimden kaynaklandığı açık olan birtakım problemleri niçin “dış güçlerin komplosu” olarak tanımladığımız (yani rasyonel olmayan siyasi tutumumuzu neden ve nasıl rasyonelleştirdiğimiz) sorusuna verilen bazı cevaplardan söz etmiştik. İşte o yazıya gösterilen tepkilerin ciddi bölümü “Ne yani, dış güçler yok mu?” şeklindeydi.
İşler yolunda giderken hiç ortada olmayan bu dış güçlerin niye işler bozulunca gündeme getirildiğini bile sormamıştım oysa!
Peki, “dış güç” ne demek? Herhalde Türkiye’nin rakibi, hasmı, düşmanı durumundaki ülkeler. Mamafih her ülkenin rakipleri ve hatta düşmanları vardır. İngiltere’nin de var, Almanya’nın da Çin’in de…
Bir ülkenin dünyada rakiplerinin ve düşmanlarının bulunmasını kötü yönetimin bahanesi olarak göstermek doğru mu? İlk sorumuz bu.
Ülkenin nispeten iyi yönetildiği, şimdi övünerek referans verilen devirlerde ne yapıyorlardı bu dış güçler? Neden iktidarınızın her bakımdan en zayıf olduğu günlerde sizi engellemeyi başaramadılar da tarihte hiç kimseye nasip olmamış bir güce sahip olduğunuz bugünlerde ne yapsanız hemen elinizi tutuyorlar?
Siyasi gücünüzün en zayıf olduğu günlerde mesela liradan altı sıfırı atabildiniz, şimdiyse en güçlü zamanınızda paramıza yeni sıfırlar ekleniyor. Bu nasıl oluyor?
Dış güçlerle mücadele mi ediyoruz sahiden? Yoksa başarısızlıklarımıza kılıf mı uyduruyoruz?
İkincisi, tam olarak kim bu düşmanımız olan güç(ler)? Adları, adresleri belli değil mi?
Miting kürsülerinde başka, kapalı kapılar ardında başka türlü konuşarak mı mücadele ediyoruz bu dış güçlerle?
****
Gelgelelim asıl sorulması gereken soru şu: İnsanlar ekonomi yönetiminin sarpa sarmasının sonucu olan sıkıntıların “aslında dış güçlerin işi” olduğu açıklamalarına nasıl inanıyorlar?
Üstelik bu açıklamalar kendi içlerinde bile çelişki dolu…
Mesela üretim odaklı ekonomiye geçiyoruz deniliyor bir yandan… Öbür yandan üretim araçları sudan ucuza yabancılara satmaya uğraşılıyor.
Mesela düşmanlarımız ekonomimize saldırıp paramızın değerini düşürüyorlar deniliyor bir yandan… Öbür yandan, ekonomide denediğimiz yeni modelin icabı olarak milli paramızın değerini düşük tutuyoruz ki ihracat artsın deniliyor.
Mesela dış güçlere karşı beka mücadelesi veriyoruz deniliyor bir yandan… Öbür yandan bu dış güçlerin koçbaşı diye gösterilen BAE için diz çöktürdük, ayağımıza getirttik, 10 milyar dolar da parasını aldık deniliyor.
Nasıl oluyor da bunların her ikisine birden inanabiliyor bazı insanlar? Daha doğrusu ne söylense niye inanıyorlar? Akıllarının, mantıklarının süzgecinden geçirmiyorlar mı söylenen bu lafları?
Neden at değil zebra geliyor akıllarına nal sesi duyduklarında?
****
Geçenlerde yine bir başka hafta sonu yazısında tartıştığımız üzere, insanoğlu akıllı bir canlı ama tutum ve davranışları her zaman rasyonel değil. Çoğu zaman davranışlarımızı korku, kaygı, öfke, ümit, tutku… gibi rasyonel temeli olmayan duygular belirliyor.
Bu duygulara da bazen içgüdüler yol gösteriyor. Sonuçta mantıkla telif edilemeyen tutum ve davranışlar sergiliyoruz biz insanlar.
Siyasi tutumlarımız da rasyonel zeminde teşekkül etmiyor. Öyle ki seçmenin oy verme tercihlerini adayların boyu posu bile etkiliyor.
Hem istatistik verileri hem de ayrıntılı deneyler ve saha çalışmaları gösteriyor ki herhangi bir seçimde -elbette diğer bütün kriterleri dışarıda bıraktığımız takdirde- uzun boylu ve simetrik yüzlü adayların kazanma şansı diğerlerinden daha fazla.
Çünkü yüzbinlerce yıl öncesinin şartlarında rasyonel sebeplerle benimsenmiş olan davranış kalıpları atalarımızın genleriyle bize aktarılan içgüdüler olarak bugün bizim de tutumlarımızı etkiliyor evrimsel biyologlara/psikologlara göre.
O kadar rasyonalite dışı bir dünyadan bahsediyoruz yani!
***
Ve nihayet iyi haber… Yukarıda sözünü ettiğim parti sadakati ile ilgili yazıda ayrıntıları yer alıyordu: Seçmen kitlesinin asıl belirleyici durumda olan yaklaşık yüzde onu rasyonel zeminde tercih yapıyor ve hemen her ülkede iktidar değişimini bu yüzde on gerçekleştiriyor. Bilhassa ekonomide sıkıntılar varsa yönetim konusuna ideolojik gözlüklerle değil pragmatik ölçütlerle bakan bu kitle harekete geçip sonucu değiştiriyor.
Üstelik işlerin olağanüstü derecede bozulduğu dönemlerde bu rasyonel yüzde ona duygusal yüzde onlar da katılabiliyor. 2001’deki ekonomik krizle baş edemeyen hükümetin büyük ortağının yüzde 23 olan oyunun 2002 seçiminde yüzde 1’e düşmesi olayında gördüğümüz gibi.