15 Temmuz’u ‘milli birlik günü’ yapmak
15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümleri “Demokrasi ve Milli Birlik Günü” adıyla resmîleşti. Bu “resmî gün” vesilesiyle milletin kahramanca direnişi ve şehitlerimizin fedakarlığı her yıl hürmetle anılıyor... Buraya kadar gayet güzel… Peki, milletin gerçekten birlik içinde gösterdiği direniş sayesinde bertaraf edildiği söylenen darbe kalkışmasının yıldönümlerini gerçekten “milli birlik günü” haline getirebildik mi?
Bu yılki 15 Temmuz törenlerine, bu yıldönümü vesilesiyle yapılan açıklamalara bakılırsa bunu söylemek zor. Aslında 15 Temmuz’un hemen ardından birdenbire değişen bir siyasi ve toplumsal atmosfer söz konusu milletin topyekûn direnişinin milli birlik vesilesine tahvil edilemeyişinde... Bu yılki anmalarda da geçtiğimiz yıllardaki sorumsuz tutumun tekrarlandığını ve hatta konunun seçim sathımailinde kullanışlı bir araca dönüştürülmeye çalışıldığını teessürle görmekteyiz.
Bu bakımdan bu yılın 15 temmuzunda da önceki yıllarda dile getirilenlerden farklı yeni bir şey söyleyebilecek durumda değiliz. Dolayısıyla ben de müsaadenizle üç yıl önceki 15 Temmuz’da söylediklerimi yeniden hatırlatmak istiyorum:
***
Bizim tarihimizde namlusunu doğrudan millete çeviren ilk ve tek darbe girişimi olan 15 Temmuz, bu bakımdan, maruz kaldığımız darbelerin en kötüsü, en iğrenci, en menfuru. Bu yönüyle milletin bütünü tarafından anında reddedilen, lanetlenen bir girişim...
O gece sokaklara, meydanlara çıkan yüzbinler içinde de her siyasi görüşten insan vardı. İhanet çetesinin devletin uçaklarını kullanarak üzerine bomba yağdırdığı “Gazi Meclis”te darbeye karşı direnen milletvekillerimiz arasında da her partinin temsilcisi vardı. 15 Temmuz darbe girişiminin “Türk milletinin topyekûn direnişi sayesinde bertaraf edildiğini” boşuna söylemiyoruz.
Ne var ki birçok konuda olduğu gibi 15 Temmuz direnişine sahip çıkma konusunda da siyasi kaygılarla hareket edenler yok değil. Milletin bütününe mal edilmesi gereken direniş şerefinin şu veya bu kesimin uhdesine hasredilmesi hem gerçeğe, hakka ve adalete uygun değildir hem de milleti birleştirecek bir faktörün milleti ayrıştırma vesilesi yapılması çok tehlikelidir. 15 Temmuz direnişini milli birliğin tutkalı yapmak yerine ayrım yerlerimizi derinleştirmek için kullanmak vatanseverlik değildir.
15 Temmuz darbe girişiminin bertaraf edilmesinin ardından oluşan toplumsal havayı hatırlayalım… Aralarındaki parti farkını unutan her kesimden insanın omuz omuza demokrasi nöbeti tuttuğu günleri… Bütün siyasi partilerin katılımıyla düzenlenen Yenikapı Mitinginde ortaya konulan birlik tablosunu… Yenikapı’ya girerken parti, mezhep, ideoloji, etnik köken elbiselerini vestiyere bırakan “millet”i...
Adını KARAR’ın o günkü manşetinden alan “Yenikapı Ruhu” ne yazık ki sürdürülemedi… Siyasi ayrışmalar kısa zamanda yeniden gündeme geldi. AK Partili vatandaşların Yenikapı Mitingindeki konuşmasını memnuniyetle ve coşkuyla alkışladığı Kılıçdaroğlu’nun darbe gecesi havaalanında cumhurbaşkanını karşılayacağı yerde gelişmeleri televizyondan takip ettiği gündeme getirildi, “millet” direnirken “CHP’liler”in ATM kuyruğuna girdiği vs. söylenmeye başlandı…
Darbe karşıtlığının ve 15 Temmuz direnişinin şerefine ortak edilmediklerini gören CHP’liler de darbe sonrasının bazı uygulamaları bağlamında siyasi iktidarın darbe girişimini fırsata çevirdiğini, hatta darbe girişiminin de danışıklı dövüş veya tiyatro olduğunu söylemeye başladılar.
Hasılıkelam, “millet” olmaya çok da hevesli olmadığımız ortaya çıktı.
***
Aşağıdaki satırlar ise darbe kalkışmasının ilk yıldönümünde, 2017’de kaleme alınmış bir başka yazıdan:
Sinsi ve habis Fetullah organizasyonu Türkiye’nin başına gelmiş en büyük bela. Bundan hiç kimsenin en ufak şüphesi olmaması lazım. Dolayısıyla bu karanlık yapıya karşı mücadele bütün güçlüklere ve özellikle dış dünyaya kendimizi anlatmanın zorluklarına rağmen kararlılıkla sürdürülmek zorunda. Ne var ki bugünün konjonktüründe FETÖ’cü suçlaması bir insanın üzerine yapıştırılabilecek en ağır damga olduğu için siyasi ve ticari rakiplerini etkisizleştirmek için bu çamuru silah olarak kullanabilen ahlak yoksunları az değil maalesef. Kişisel çıkarları için FETÖ silahını gözlerini kırpmadan ateşleyebilen bu alçakların birçoğunun geçmişte söz konusu yapının yanında veya içinde yer aldıkları da vakıa.
Oysa söz konusu karanlık yapının devlet ve toplum hayatı için oluşturduğu riskleri 7 Şubat 2012’den önce dile getirebilen çok az kişi vardı. O günlerde FETÖ henüz yüzündeki maskeyi çıkarmadığından siyasi iktidarın himayesi altında olduğu için ve kriminal faaliyetleri pek su yüzüne çıkmamış olduğundan sözünü ettiğim uyarılar mümkün olduğu kadar üstü kapalı veya diplomatik bir dille dolambaçlı yollardan ifade ediliyordu. Buna rağmen bizim gibiler o dönemde tehlikeyi işaret ettikçe, “hükümetle cemaat arasında fitne çıkarmaya çalışmakla” suçlanıyorduk.
MİT krizinden sonra durum biraz daha netleşti ve eleştiriler nispeten daha açık yapılmaya başlandı. Sayımız da arttı. 17-25 Aralık sürecinden sonra artık saflar iyice ayrışmış bulunuyordu. 15 Temmuz’un ise tabiri caizse tövbe kapılarının kapandığı tarih olduğu tartışma götürmez bir hakikat.
Bugün gelinen noktada FETÖ’nün ihanetinden, karanlık ilişkilerinden, hırsızlıklarından, cinayetlerinden bahsetmenin fazlaca bir kahramanlık değeri kalmadı. Çünkü artık FETÖ ile mücadele bir devlet politikası. Dolayısıyla kişilerin ve kurumların bu doğrultuda hareket ediyormuş gibi görünmekten zarar görmesi söz konusu değil. İşin fayda kısmı da midesi kabul edenler için doğal bir sonuç...