Seyretmek Edilgenleştirir
“Seyretme kardeşim! Seyretmek; seyirci kalmak suça ortak olmaktır. Seyretmek edilgenleşmektir ve bu da suça ortak olman sonucunu doğurur. Modern insanı, yani şeytana teslim olmuş insanı, en iyi ifade eden resim ‘televizyon karşısında oturmuş kalmış bir insan resmidir.’ desem ne kadar anlatabilmiş olurum derdimi?”
Bu cümleleri hocam Asım Gültekin’in Alışmak Ölümüne Karşı kitabında okumuştum. Hoca, sektörleşen sinemanın sanat olmadığını ve içerdiği tehlikeleri anlattığı yazısında söylemişti bunları. O günden bugüne seyir kültürü daha da büyüdü. Özellikle son birkaç yılda Youtube ve Instagram gibi platformların çok hızlı ve büyük bir ivme kazanması sonucunda günümüzün ciddi bir kısmını seyre ayırmaya başladık. Bunun sebeplerini sonuçlarını konuşmak isterim ama önce daha eski olandan, sinema ve televizyondan konuşalım istiyorum biraz.
Önce televizyonların hayatımızdan çıkacağını, artık yayınların sanallaşacağını düşündük fakat sektör kendini bu değişime hemen uydurdu ve televizyon üretimini bırakıp “akıllı” televizyon işine girdi. Geleneksel eski yayınlarsa daha çok yaşlılar tarafından izleniyor artık. Bu yayınların sanatsal veya felsefi derinlik taşımayanları ekranın büyük bölümünü kaplıyor. Bunun aptallaştırma projesinin bir parçası olduğunu ve televizyonun bir sistem enstrümanı olarak rıza makinesi rolünde kullanıldığını hepimiz biliyoruz. Üstelik artık sabah çocukları, öğlen ev hanımlarını, akşam da babaları aptallaştırma üzerine kurulu kanalların yerini de bu tarz misyonlara göre ayrılmış tür kanallar aldı. Artık çocuklar günün her saati aptallaşabiliyor!
Kanalların bu kötü uygulamalarına karşı yapmamız gereken şey televizyonu kaldırmak değil, onlara kaliteli cevaplar vermektir. Bu cevaplardan bence en güçlüsü olan TRT 2, televizyon kanallarımız içerisinde bambaşka bir yere oturdu. Özellikle TRT arşivlerinin halka açılmasından sonra şairlerin televizyonlarda konuştuğunu görüp neyi kaybettiğimizi hatırlamıştık. Bundan hemen sonra Ahmet Murat, Furkan Çalışkan, Aykut Ertuğrul gibi değerli isimleri görebildiğimiz bir kanala kavuşunca içimizdeki büyük açığı kapatmış olduk. Kanal, yayınlarını daha geniş bir çevreye açarsa ve gençleri daha çok ekrana alırsa izleyicisini daha da mutlu eder.
Elbette tüm kanalların TRT 2 olmasını beklemiyorum, kültür programları her zaman toplumun tümüne hitap etmez. Bütün yayınların kültürel olmasına gerek yok, kültürsüz olmasınlar yeterli. Gelinlerle kaynanaların dövüştürülmediği, açık oturum adı altında insanların holiganlaştırılmadığı ve çocukların süper kahraman çizgi filmleriyle amerikanlaştırılmadığı bir ekran ilk aşama olarak kabul edilebilir.
Süper kahraman demişken bunun büyük bir amerikanlaşmaya sebep olmasına alışmamamız gerektiğini de vurgulamak istiyorum. Büyüyünce “Kaptan Amerika” olmak isteyen çocuklar ve Joker’i izleyince isyan ahlakı sarsılan gençler aslında büyük bir tehlikenin işaretidir.
Sinema ve televizyon dışında bir de sanal yayın var. Bu tür artık biz gençler arasında diğerlerine nazaran çok daha büyük bir yer kaplıyor. Sanal dizilerden bahsetmiyorum şu anda, Youtube’dan bahsediyorum. Video başlıklarına, türlerine ve izlenme sayılarına baktığımızda ürperiyoruz. Makyaj videosu çekerek, arkadaşlarına eşek şakası yaparak milyonlarca izlenenlerle sınırlı sanıyoruz ama öyle çok Youtube kanalı var ki artık ortalama bir kanal bile on binlerce izlenme alıyor. Bu boş videoları bir ölçü olarak almayalım desek bile bunlar bir başka tehlikeye yol açıyor. Boş diye ciddiye almadığımız videolar toplumun algısını değiştirdiği için görsellik hiç olmadığı kadar önem kazanıyor. Şiirler kitaptan okunmak yerine arkada görüntülerin aktığı videolardan izlenmeye başlıyor. Dergi olma iddiasıyla ortaya çıkan yayınlar kataloglara dönüşüyor; afişlerden reklamlara, sanattan siyasete kadar her alanda görsel, yazının önüne geçiyor. Yani sanallamaşının bir sonucu olarak görselleşme büyüyor. Bizler de sadece onları seyreden “modern insanlar” oluyoruz.
Seyircilik büyüdükçe okur-yazarlık küçülüyor gibi geliyor bana. Elbette bir şeyleri izleyelim ama asla gördüklerimize seyirci kalmayalım, edilgen olmayalım diyorum.
Bir hocam temaşa etmekten bahsetmişti, birçok sözlük seyretmekle aynı anlamda verse de o, bakılan şeyin derinini görmeye, ondaki hakikati aramaya çalışma kısmına vurgu yapmıştı. Mesela demişti Süleymaniye’ye baktığında seyretmek değil temaşa etmek olmalıdır amacın. Yazının başında alıntıladığım diğer meseleyle birleştiriyorum bunu. Gün boyu ekrandan bir şeyler seyreden, böylece ona ortak olan edilgen gençlerden mi olacağız şimdi, yoksa bu dünyaya bir cevabı olan, baktığı şeyin içine bakabilen gençlerden mi?
***
Bu konuya, iki yazı önce gençler arasında büyüyen şeyleri “sekülerizm, bireyselleşme, milliyetçilik, seyircilik, ümitsizlik, gizlipolitiklik, minimalizm ve veganlık” olarak sıralamam üzerinden gelmiştik. Haftaya ümitsizlik kısmından devam ederiz.