Ölüleri Sevmek
Şu an hayatta olan kişiler hakkında konuşmak zordur. Sanırım devamlı ölülerden bahsetmemizin sebebi de bu. Henüz hikayesi bitmemiş, sayfaları doldurmamış birisi hakkında konuşmanın risklerini göze alamıyoruz.
Bugün konuştuğumuz bir ismin yarın neler yapacağını kestiremiyoruz. O bir şey yapmasa bile sosyal iklimin, güncel algının onu nasıl okuyacağını göremiyoruz. Hala boş sayfaları olan kişiler hakkında konuşmanın zorluğunun en büyük sebeplerinden biri bence bu.
İkinci büyük tehlike bu konuşmaların şahsi hesaplar gözetilerek yapıldığının düşünülmesi. Bir belediye çok iyi bir iş yaptığında bunu söylemek birçokları tarafından yalakalık olarak algılanabiliyor. Kötü bir işi söylediğimizdeyse sadece siyasi hedeflerle bunu söylediğimizi düşünen korkunç bir kitle var. Elbette sanatın da yerel yönetimleri var, o yerel yönetimlerde de durum aynı.
Cemal Süreya, Papirüs’ün 6 Temmuz 1976 tarihli sayısının başyazısında “Ölüleleri Seviyorlar” başlığı altında bu meseleye değiniyor. Orhan Veli’den Kemal Tahir’e, Bedri Rahmi’den Nurullah Ataç’a kadar birçok yazar ve şairin de öldükten sonra değer gördüğünden bahsediyor. Daha sonra ise trajik bir Ece Ayhan örneği veriyor:
“Ece Ayhan ölümün eşiğine gittiği günlerde önemsenmişti. Kimse onun kurtulacağını sanmıyordu. Ece Ayhan’ın çok iyi bir şair olduğunu daha çok kimseden duymaya başlamıştık. Ölümden kurtuldu Ece Ayhan. Her şey yine eski durumuna geldi. Söylenen sözler geri alındı. Gerçekten, acımasız bir toplum bizimki.”
“Ülkemizde sanatçının yazgısı gerçekten ilginç. Yaşadığı sürece ilgilenilmiyor, ölür ölmez göklere çıkarılıyor. Ama kısa bir süre içindir bu, sanki bir törenin gerekleri yerine getiriliyordur, ölümü izleyen birkaç gün, bilemediniz birkaç hafta sonra her şey eski durumunu, ilk durumunu alıyor. Yalnız öldüğünüz gün seviliyorsunuz. Ertesi gün bundan da bıkılıyor. Yine de öldükten sonraki durum daha iyi galiba.”
“En iyisi, diyorum, sanatçıyı öldürmeli, tabutunu yıllarca musalla taşından kaldırmamalı. Büyük şenlik olur."
Büyük şair Cemal Süreya şu anda hayatta olsaydı muhtemelen onun da ne kadar güçlü bir kalem olduğunu fark edemeyecektik. Gerçi şimdi de “keşke yalnız bunun için sevseydim seni”ye hapsedilip aşırı romantik ve çok ağlak bir adammış gibi sunuluyor bize. Dikkatsiz okur olsak Cemal Süreya’nın sadece derinliksiz aşk şiirleri yazdığını sanacağız.
Bugün de birçok şairi sırf hayatta olduğu için göremiyoruz. En çok okunan kitaplar genelde çok eskiden kalma. Cemal Süreya’dan bu tarafa doğru bile bir adım gelemiyoruz.
Gerçek diri okumalar çıktığı yıl okunan kitaplarla olur.
2019’u bitiriyoruz, şöyle dönüp okuduklarımıza bir bakalım, kaçı bu yıl yazılmış acaba?
Şair Ahmet Murat bir programda şiir okumaya nereden başlanacağı konuşulurken “ilk okunması gereken şiirin son yazılan şiir” olduğunu söylemişti. Çünkü daha eskinin sonu yok, bugünü yakalayıp burdan geçmişe uzanmalıyız.
Bizim resmi edebiyat müfredatımız da daha çok edebiyat tarihi ezberletmeye dayalı olduğu için yazarların hep eskilerde yaşadığını düşünüyoruz. Bu bakış, şiiri nostaljik bir şeymiş gibi algılamaya kadar götürüyor ama henüz farkında değiliz. 12 yıllık resmi eğitimi bitirip yıllarca edebiyat dersi alan öğrencilerden yaşayan 5 şair saymalarını rica ettiğinizde çoğunlukla hata verdiklerini görüyoruz.
***
Yaşayan hakkında konuşulmaması ile devamlı ölülerin okunması arasında bir bağlantı olduğu açık sanırım. Bunu kırmak için yapmamız gereken şey, yaşayan hakkında daha çok konuşmak. Ahmet Murat dedik mesela, ne kadar büyük bir şair olduğunu daha çok söylemeliyiz. Kalbin ikiyi inkar edeceğini en temiz söyleyen şairlerimizden olduğunu daha sık dillendirmeliyiz.
Artık daha cesur olup yaşayanları uzun uzun konuşmak gerek. Ben bu köşeyi mümkün olduğunca buna ayıracağım. Eh, okurlar da kitaplıklarının bir kısmını yeni çıkan kitaplara ayırırlarsa bu sorunu büyük ölçüde çözebilmiş oluruz.
***
Tabii sadece iyi yazarları konuşmamak lazım. İyiyi söylemek iyiyi büyütür ama kötüyü de durdurmak lazım. Kötüyle mücadele etmek lazım, mizah silahını kullanmak lazım.
Mesela ben de şimdi size tek maddelik bir ilk deneyim listesi yapayım.
1- Ahmet Hakan’ı ilk okuduğumda “o bile köşe yazarı olmuşsa, ben de olurum” demiştim.