Aramak mı iz sürmek mi?
İsmet Özel, “Eskiler iz sürerdi. / Biz muttasıl arıyoruz yeni insanlar” (s. 77) der “Bir Yusuf Masalı” (Şule, 2000)’nda. Bir başka mısrada da “Eskiler aramaz, iz sürerdi” (s. 79) diyor. Demek ki aramakla iz sürmek arasında önemli bir fark görüyor. Nedir bu fark? İz sürmek ne, aramak ne?..
Aramak, bir meçhulün peşinde bilinçsizce koşmaktır; belirsizlik ve öncesizlik içeriyor. Karanlık ve izsiz bir boşlukta oradan oraya delicesine koşmak, amaçsız ve sonuçsuz!..
Harold Bloom’un “Etkilenme Endişesi”nde genç şair, arayandır, iz süren değil. Zaten onun endişesinin sebebi ve kendi olmasının önündeki engel, o izdir, öncekilerin izi!.. Daima bu izi silmek ister! Kendi olmak, kendi sesini bulmak için Bloom genç şairi altı aşamalı bir kopuş -silme de diyebiliriz- sürecinden geçirir. Önceyi/ geleneği, izi silmek, kendini bulmanın ön şartıdır modern şiirde. Oysa bu, kültürel süreci inkâr etmektir. Çünkü kültürel süreç izlerden oluşur.
Kanaatimce modern insanın en belirgin özelliği bu: “Muttasıl aramak!” Ama kendinden öncekinin izlerini umursamadan, hatta silerek aramak! Modernizmin gelenekle, geçmişle çatışması…
Oysa Bergson zamanın bu şekilde parçalanamayacağı düşüncesindedir. Tanpınar da ondan ve hocası Yahya Kemal’den hareketle ilerleme düşüncesini “kökü mazide olan âti” şeklinde formüle ederek bir devamlılık üzerine, yani izler üzerine kurar. O hâlde iz sürmek, kendinden öncekilerin varlığını kabul eden bir bulma yöntemidir.
İsmet Özel, iz sürmeyi irileşmek, ulaşmak ve toparlanmaya yönelik bir yolculuk olarak da görüyor. Eskilerin toparlanma amacına karşılık, yenilerin dağılmayı yeğlediklerini belirtiyor:
“Dağılmak eskilerin dilinde
Ufalanmak anlamına gelirdi
İz sürerlerdi irileşmek, ulaşmak, toparlanmak için
Biz yeniler bir an önce dağılsak bari deriz
Korkarız kaybolmaktan çokluk içinde.” (s. 79)
Doğrudur bu bakış! Gelenekçi poetika, iz sürer; amacı süreklilik zincirine eklemlenerek ilerlemek, tıpkı bir kar topu gibi yuvarlana yuvarlana ve başka karlara eklenerek irileşmektir. Modern şair ise Bloom’un da vurguladığı üzere süreksizlik peşindedir. Dolayısıyla iz sürmez, arar. Onun şiir yolculuğu retle başlar, öncekinden kopuşla. Koptuğu oranda kendi olacağını düşünür. Aradığı, kendinden öncekinin bulduğu değil; yeni bir şiirdir, yeni bir söz. Özgünlüğü koparak ve sadece kendinde bulacağına inanır. Sadece cüz’ü bulmaya yönelik ‘tekbenci’ bir yolculuk! Shakespeare’in “Parçaları dinleyip tümü unuttun” (Soneler, Çev. Talat Sait Halman, Türkiye İş Bankası Yay., s. 8) diye hitap ettiği kişi, sanki Bloom’un modern şairidir. Çünkü yeni şair, Özel’in “Korkarız kaybolmaktan çokluk içinde” dediği gibi çokluk içinde kaybolmaktan korkar. Oysa gelenekçi şair, iz sürerek kendini bulur, kendini bulduğunda parçası olduğu Bütün’ü de bulur!.. Ve Bütün’e kendi olarak eklemlenir. Bütün içinde kaybolmaktan korkmaz, aksine bütün içinde var olur. Parça -buna iz de diyebiliriz- onu bütüne, bütünleşmeye götürür.
Kanaatimce iz’in insana sağladığı en önemli şeylerden biri kıyastır. Kıyas, varlığımızı ve şahsiyetimizi idrakin vazgeçilmez şartıdır. Sanatkâr, ötekinin izine bakarak kendini kıyaslar, böylece taklide, tekrara düşmekten kaçınır. O hâlde iz sürmek, sanatkârı özgünlüğe de götürüyor.
Ben iz sürmekten yanayım. Çünkü Varlık’a, ezele inanıyorum. İz, Varlık’ın işaretidir, bizi Öz’e götürür. İnsan ancak iz sürerek bulabilir. Medeniyet, izlerin toplamıdır. İz sürmeden aramak, işaretsiz bir yolda neyi bulacağımızı bilmeden, amaçsızca dönüp durmaya benziyor, karanlıkta yürümek gibi.
Kim iz sürmeden bulabilir ki?..
İnsan da bir izdir, her iz bir delil, bir kıyas! Kültür, geçmişten geleceğe doğru iz bırakarak akan bir ırmak…