Hoşafın yağı bayağı kesikmiş
Müftülükten alınan, mahkeme kararına rağmen göreve döndürülmeyen vaiz Mehmet Deniz, haksızlık ve küçük düşürülme duygusuyla baş edemeyip hayatına son vermişti.
Diyanet'in iç kamuoyu ve cami cemaati için daha acı, daha sarsıcı ne olabilirdi?
Fakat en konuşması gereken yerde sessizliğe gömülen Diyanet, hiç beklenmedik bir konuda gürültü kopardı. Kobani davasına katılmak için mahkemeye başvurdu.
Kobani olaylarından 9, ilk soruşturmadan 8, ilk duruşmadan da 2 yıl sonra...
Nereden akıllarına geldiği, niye şimdi üstlerine vazife aldıkları henüz sır.
Karşı taraf, "Selahattin Demirtaş ve diğerleri" olarak belirtiliyor. Gerekçeyse eylemler sırasında camilerin zarar görmesi.
Gerekçe bu ama Diyanet, devletin itibarının halk nezdinde güçlendirilmesi için sanıkların cezalandırılmasını istiyor.
Devletin itibarını korumak, hadi Diyanet'in birinci görevi olsun... Davaya katılmak için biraz geç kalmadılar mı?
Devletin itibarını korumakta gecikenler, herhalde görev ihmalinden sorumlu tutulacaktır bu durumda.
Yoksa maazallah, yanlış düşüncelere kapı aralanmış olur. Hoşafın yağı kesildiği için mi, diye düşündürtür.
Yeniçerilerin, kazan kaldırmaya bahane bulamayınca hoşafın yağının kesilmesine sarılmalarından gelen bir deyim. Diyecek sözü kalmayanların, çaresizlikle şımarıklık karışımı üste çıkma çırpınışlarını anlatır.
Aynı çaresizlik ve şımarıklığı, arpası fazla gelenlerin coşkusunda da görüyoruz.
Seçimde değişim bekleyenlerin öngörüsüzlüğüyle dalga geçiyorlar. Akılları sıra tabii.
Çünkü değişimciler sanıyormuş ki millet, Bay Kemal'i seçerek Erdoğan'dan vazgeçer.
Bu da büyük bir öngörüsüzlükmüş. Nefretleri, değişim umanların gözünü kör etmiş. Doğruyla yanlışı ayırt edemiyorlarmış. Dağdaki çobanın gördüğü çıplak gerçeği, onlar göremiyormuş.
Sanki Esad'ın 3 haftada devrileceğini, Sisi'nin 3 ay dayanamayacağını, Suud'la Emirlikler'in 3 vakte diz çökeceğini, dış güçlerin yedi düvel bize teslim olacağını, Avrupa'nın geçen kışı çıkaramayacağını, Karadeniz gazıyla dünyanın artık bizden sorulacağını, insanlığın bizim tarafımızdan yönetilmeye can attığını, faizi indirerek enflasyonu tepetaklak edeceğimizi, TL'yi düşürüp doları uçurunca ekonomimizin şahlanacağını ve ondan 3 bundan 5 borçla Türkiye Yüzyılı'nın başlayacağını sananlar onlar değildi. Başka cingözlerdi.
Hiçbiri, sandıkları gibi çıkmadı.
Esad, Sisi, Suud ve Emirlikler'le ilgili öngörülerinde yanıldıklarını anlamaları, 10 yıl sürdü.
Ekonomiyi batırdıklarını fark etmeleri, 5 yıl aldı.
Yapmayın, etmeyin diye baştan uyaranları da savrulmakla suçladılar.
Şimdi dış güçlerle barışı destekliyor, faizin artırılmasını savunuyorlar.
Ama sorsanız; savrulan yine başkaları.
Sanıyorlardı ki Şark kurnazlığı, basiret ve dik duruştur.
Arpa ekmişler, darı çıkmış. Tek bir öngörüleri tutmamış. Fakat hâlâ açıkgöz geçiniyorlar.
Zannediyor ki uyanıklar, burunlarının dibini bile göremedikleri, kör gözlere de âyan olmamış.
Arpacı kumrusu gibi kara kara düşüneceklerine bir de kalkmış; seçim sonucunu tutturamayanları, öngörüsüzlükle suçluyorlar.
Siz misiniz, ülke yönetimindeki bunca öngörüsüzlüğün ödüllendirilebileceğini öngöremeyen!
Sanmanızı istiyorlar ki en büyük öngörüsüzlük, seçimde kimin kazanacağını bilememektir. Gerisini görememek de körlük değildir.
Demek hoşafın yağı, Tarzanları zorda bırakacak kadar kesilmiş.