Fetih ayrışması ve katılımdaki fire

İstanbul’un 569. fetih yıl dönümü kutlu olsun.

Atatürk Havalimanı Millet Bahçesi’nde 560 bin kişiyle idrak edildi.

Oysa şölene 9 bin kişi daha katılsa rakam tam tutturulacaktı.

Sembolik sayıya bu kadar özenilmiş ve yaklaşmışken neden, nasıl 9 bin fire verildi, anlayabilmiş değilim.

Fethin 569. yıl dönümünde Cumhurbaşkanı Erdoğan, karşısında resmi rakamla 560 bin kişi bulunduğunu açıkladı.

Belediyeler, parti teşkilatları, bakanlıklar şölene servis kaldırmış. Devlet dairelerinden memur, okullardan öğrenci taşınmış...

Az daha gayret edilse katılan sayısı 569 bine tamamlanabilirdi.

Neden! Yoksa rakam gerçekçi görünmez diye mi?

Bir de şunu anlamakta zorlanıyor insan...

İstanbul’un düşman işgalinden kurtuluşunun 98. yıl dönümü, geçen yıl ayrı gayrı kutlanmamıştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, şehrin CHP’li Belediye Başkanı İmamoğlu’nu bir telgraf mesajıyla tebrik etmişti.

İstanbul, 5 yıllık düşman işgalinden 1923’de kurtarılmasa fethin 569. yıl dönümünü kutlayamacaktık bugün. Fatih Sultan Mehmet ve ordusunu anmaya da yüzümüz olamayacaktı.

Onun için 6 Ekim, İstanbul’un kurtuluş günü olarak kutlanıyor her sene. Taksim Cumhuriyet Anıtı’na törenle çelenk konuyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da törene, bir tebrik mesajı gönderiyor.

Evet, İstanbul’un düşmandan geri alınmasının 99. yıl dönümünde, 99 bin katılımcıya ulaşmaya çalışılmıyor belki.

Fakat iktidarla muhalefet, şehrin kurtuluş gününü en azından birlikte kutluyor, ayrı gayrı değil.

29 Mayıs’ta ise İstanbul’un fethi, şanına yakışır görkemli bir şölenle ama ayrı kutlandı.

Davet edilmeyen İBB Başkanı İmamoğlu da kendi kutlamasını tertipledi. Maltepe’de, görkemli ve coşkulu bir kalabalık topladı. Ve haklı olarak iktidarı, fetih kutlamalarını bölmekle, böyle bir günde bile milleti ayrıştırmakla suçladı.

Daha mı iyi oldu!

Hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunun şurasında 10 gün önce toplumu kutuplaştıran bir siyaset izlemediklerini söylemişken...

Hani şu AK Parti sloganındaki gibi, böylece artık “Biz birlikte Türkiye’yiz” diyebilir miyiz?

'BU FAKİR BURADA OLDUKÇA' RESTİ

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsveç ve Finlandiya’ya kapıyı şöyle kapatmış:

“Tayyip Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti’nin başında olduğu sürece, teröre destek veren ülkelerin kesinlikle NATO’ya girmesine biz ‘evet’ diyemeyiz”.

Bu ifade kalıbı, çok tanıdık. Geçmiş örneklerde ters sonuç doğurmuştu. O yüzden hemen benzer bir beklenti oluştu.

Peki...

Demek ki İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girmesi yakın mıdır, eli kulağında mı yani, üç vakte olmuş mu bilsinler?

Rahip Brunson’a, Deniz Yücel’e, Kaşıkçı Cinayeti dosyasına, Mavi Marmara davasına ne olduğunu hatırlayanlar, başladı böyle çıkarımlarda bulunmaya.

Fakat bir husus gözden kaçırılmasın.

Erdoğan, İsveç’le Finlandiya’nın NATO’ya girmesini asla onaylamayacağını söylemiyor. “Teröre destek veren ülkeler”i asla onaylamayacağını söylüyor.

Yani kapıyı, şartlı kapatıyor. O şartı artık karşıladıklarına Erdoğan, yarın bile kanaat getiremez mi? Bir manisi var mı?

Şartı karşılayana kapıyı açması, Erdoğan’ın sözünü çiğnediği anlamına gelmeyecektir haliyle.

Rahmetli Demirel’in tabiriyle binaenaleyh, endişeye mahal yoktur. 24 saat, siyasette çok uzun bir süredir. Dün dündür, bugün de bugün. Yarınaysa Allah kerim.

“Bu can bu tende oldukça, bu fakir burada durdukça” tarzı iddialı konuşmalar, büyük yemin edildiği duygusu verebilir.

Galiba siyasetçiler gibi fazla da anlam yüklememek gerek.

YORUMLAR (52)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
52 Yorum