Bay Bayraktar’ın acıları
Goethe’nin roman kahramanı Genç Werther’in Acıları gibi değil. İntihara sürükleyen bir aşk acısı değil bu.
Bay Bayraktar’ın acıları bitirilirse sokaklarda bunalım baş göstermeyecek. ‘Mavi ceket, sarı pantolon’lu bir Werther Salgını başlatma tehlikesi yok.
Sezai Karakoç’un “Uzatma dünya sürgünümü benim” dizesindeki gibi bir yakarış da değil. Onun sürgününe son vermesi için müracaat ettiği merci, takdir-i ilahi.
İsmet Özel’in, acılarına son verilmesine dönük şu Münacaat’ı da aynı yüce makama:
“Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana Yarabbi/taşınacak suyu göster, kırılacak odunu/kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde/bileyim hangi suyun sakasıyım ya Rabbelalemin/tütmesi gereken ocak nerde?”
Oysa Erdoğan Bayraktar’ın çağrısı, dünyevi makamlara.
Bunalmış. Ama “Allah’ım canımı al” demiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “devletin dini” dediği adalete sesleniyor. Üstünde kalan suçtan kurtulmak için yalvarıyor. ‘Şimdi ne yapsam diye çırpındırmayın beni, bitirin ıstırabımı’ demeye dil döküyor. Yargılanacağı mahkemenin, hesap vereceği Yüce Divan’ın gösterilmesini istiyor.
İstediği, ötanazi hakkı değil. Kürtaj hakkı gibi bir tartışma da açmıyor.
İnanca ters, muhafazakar duyarlılıklara aykırı, hukuken yasak bir arzusunun yerine getirilmesini dilemiyor.
Eski Çevre ve Şehircilik Bakanı, adalet dileniyor. Hepsi bu. Acılarının nedeni de ona ulaşamamak.
Derdine derman bulmak için çalmadık kapı bırakmadı. En son Fikret Bila’ya dökmüş içini.
Şöyle yakınıyor:
“Benim 8 yıldır boğazımda bir düğüm var. Ne içersem içeyim bunu yutamıyorum. İçime sindiremiyorum. Bir tarafsız savcı dosyaları incelesin, eğer gerek görürlerse Yüce Divan’a gitmekten de korkmam.”
Çok görülecek, esirgenecek şey mi!
Yine de kimse harekete geçmedi, adalet arayışı sürüyor.
Şikayeti, Rıza Zarrab’ın rüşvet çarkı torbasına atılmak.
Zamanında, 4 bakanla ilgili suçlamalardan yargıda aklanma hak ve fırsatı tanınmadığı için, partisine ve liderine kızgınlığını saklamıyor.
Yargılama sonucu ne olurdu, bilemem.
Ama Bayraktar, yargıda kullandırılmayan savunma hakkını, adil yargılanma hakkını arıyor.
Yargısız aklanma istemiyor. Ama yargısız infaza kurban gitmek de istemiyor.
Bu süreçte, kendisini belli ölçüde ayrıştırmayı başardı.
Son sözü elbette tarafsız ve bağımsız yargı söyleyecek.
Zaten baştan o söz sahibine bırakılmış olsaydı, Bayraktar da açık kalan hesabı kapatmak için hala uğraşıyor olmazdı.
Ve açık kalan suç dosyaları, bir değil.
Sedat Peker de itiraf ve ifşa ettiği suçlarla ilgili yargıyı harekete geçirememekten müşteki.
İçişleri Bakanı Soylu, Peker’den aylık 10 bin dolar maaş alan bir siyasetçiden bahsetmişti. Bir suçun bilgisiydi. Kim olduğu hala sır gibi korunuyor.
Mafyanın siyasi ayağı yakalanmış, üstüne gidilmezken Bay Bayraktar’ı soruşturacak savcı nereden bulunsun!
Firari Sezgin Baran Korkmaz, kara paradan aklanması için kendisinden 10 milyon avro rüşvet istendiğini itiraf etti. Rüşvetin kime gideceğiyle ilgili bir soruşturma duydunuz mu?
İtirafları ihbar kabul edilmeyen örgütlü suç zanlıları bile benzer acıları çekiyor.
AK Parti, 17/25 Aralık’a rağmen 30 mart 2014’teki yerel seçimlerden zaferle çıkmıştı. Erdoğan, mesajı doğru anlamıştı. 8 Nisan’daki grup konuşmasında, “Biz milletimizin sandık yoluyla verdiği mesajı çok iyi anladık” demişti.
Mesajı ise halkın aynı anda hem Paralel Yapı’yla hem de yolsuzluklarla mücadele talimatı verdiği şeklinde açıklamıştı.
Yolsuzluklar konusunda kimsenin gözünün yaşına bakılmayacaktı. Erdoğan halka söz vermiş, bunu tekrar ilan etmişti.
“Daha Adil Bir Dünya Mümkün” diye kitabını da yazdı, bu hafta çıktı.
Ne ki aradan geçen 8 yıla rağmen, Bay Bayraktar’ın acıları hala adaleti sağlayarak dindirilebilmiş değil.
Genç Werther’in mavi ceketi, sadakatin rengindeydi.
Madonna’nın efsane albümü True Blue’daki maviyle aynı.
İlk şarkısı Papa Don’t Preach’te babasına kafa ütülememesini söylüyordu. 6’ncısı True Blue’da ise sevdiğine ‘gerçek mavi’ yani sözünün eri, esaslı, sadık bir sevgili olacağını...
Öyleyse hep birlikte: Matilda!
Kalipso Kralı Metin Ersoy’dan gelsin.