Bu sorun böyle bitmez
Hangi sorun?
Kiracı – ev sahibi arasındaki sorun.
Mesela iktidarın konutlarda kira artışlarını yüzde 25 ile sınırlaması ile bitmez.
Bir kere o sınırda kalmaz kiralar, kiracılar bu karara dayanarak ev sahibinin kira artış talebine dirense bile bitmez. O zaman da adliyeler dava dosyaları ile dolar, getirilecek arabuluculuk sistemi en kısa zamanda işlemez hale gelir.
Aynı binada birisi 10 bin lira diğeri 2 bin lira kira ödeyen kiracı olduğunu düşünün. Birisi yeni kiracı, diğeri eski kiracı bunun. Demek ki ev sahibi, boşalan evini kiraya verirken 10 bin liralık kira alabileceği bir rayicin oluştuğunu düşünmüş. Evi boş kalmamış ve o fiyata kiracı çıkmış.
Böyle bir durumda 2 bin lira kira veren kiracı o binada rahat edebilir mi? Onun ev sahibi, 10 bin liralık kirayı emsal gösterip kapısını çalmaz mı? Kiracı ne der? “Devlet yüzde 25’le sınırladı kira artışını” demek, sorunu çözer mi? O gün çözer mi, sonraki günler çözer mi?
Ev sahibi ile kiracı arasındaki bu farklılaşmada en medeni yol konunun yargıya intikal etmesi, yıllarca yargı kurumlarının kiracı – ev sahibi boğuşması ile uğraşmasıdır. Çözüm müdür? Değildir tabii ki.
Yargıya intikal etmediği durumlarda ise artık ev sahibi ile kiracı arasındaki ilişkiler, düşük yoğunluklu savaştan en kıyıcı durumlara kadar ulaşan bir cedelleşmeye dönüşüyor.
Hani, medeni iletişim tamamen yok değil. Bazen ev sahibi, vahşi bir talep yerine, kiracının ödeme gücünü dikkate alan, ama diyelim çok çok gerilerde kalan bir kirayı daha makul bir seviyeye getirebiliyor.
Ya da kiracı, kiralardaki vahşi artışı görüp, ev sahibinin insanca davranışını da dikkate alarak “Şöyle bir artışa ne dersiniz?” gibi yüzde 25’ten epeyce farklı bir kira artışını teklif edebiliyor.
Şöyle bir vakıa var: Birçok insanın geliri, şu an oturduğu muhitteki kiraları karşılamaktan uzak hale gelmiş bulunuyor. Bu, normalde “orta gelir kuşağı”nda olmasına, aldığı eğitim sebebiyle o kuşakta olması gerekmesine rağmen, ekonomi-politikaların getirdiği durum sebebiyle taban ücretle komşu ücret seviyesine inmiş bulunan beyaz yakalı, mavi yakalı her ne ise çok çok büyük kitlelerin etkilendiği, derinden etkilendiği, psikolojik travma yaşattığı bir sorun haline gelmiş bulunuyor. Bu durumda olan kaç kişinin, işini birkaç güne indirebiliyorsa, diyelim İstanbul için, “Acaba komşu illere mi taşınsam” dediğini biliyorum. Sosyal statüsüne uygun bir evde oturmak, ya da oturamamak, büyük şehirlerde oturan pek çok insanın sıkıntısı halindedir.
Bunların sayısı, siyasi partiler tarafından dikkate alınır büyüklükte değil belki. Onun için yakınmaları duyulmuyor da olabilir. Görebildiğim kadarıyla bunlar ev sahipleri ile yüzde 25 dalaşına da girmek istemiyorlar. Verebileceklerse talep edilen kirayı veriyor, veremeyeceklerse bütçelerine daha uygun semtlerde ev aramaya koyuluyorlar.
“Kiraları yüzde 25’le dondurmak…” Bu siyasi iktidarın uygulayageldiği bir yol. Siyasi iktidar muhtemelen “kiracıların oyunu” dikkate alarak bu uygulamayı yaptı. Ev sahipleri bu işten rahatsızdı. Bir yerde geçimlerini kira ile karşılayan ev sahipleri de vardı. Ama evet siyasi kadrolar karar verirken hangi kararın ne kadar insanın oyunu etkileyeceğini de düşünürler.
Bir de şu, kirada oturan milyonlarca insanın yakınması dururken, siyasi partiler gibi medyanın da sınırlı sayıdaki ev sahibinin yakınmalarını yansıtması beklenemez. Bu bir Türkiye geleneğidir.
Şu var ki, enflasyon mu başka bir şey mi, hangi kritere göre belirlendiği de bilinmeyen yüzde 25 sınırlaması sorunu çözmüyor. Şimdi iktidarın yüzde 25 sınırlamasını devam ettireceği, üstelik hapis cezası getireceği haberleri geliyor. Cezaevlerinde 317 bin küsur kişinin bulunduğu, artık en azından tutuklu ve hükümlüleri barındıracak yer kalmadığı gerekçesiyle genel af ihtimalinin gündeme geldiği bir zamanda, bir de kira davalarının ucunu cezaevlerine çıkarmak sorun çözmek midir, bakmak lazım.
Ev kiraları, ev ekonomisinin bir parçası. Gıda, giyim, eğitim masrafları…. Açlık sınırı, yoksulluk sınırı…
Yeni asgari ücret belirlendi. Bu asgari ücretle, diyelim İstanbul’da, merkezi bir ilçede kirada oturmak mümkün değil. Aileye iki üç asgari ücretlinin geliri girse bile zor.
Küçük şehirlerle büyük şehirlerin ekonomisi aynı şekilde dönmüyor. Bugün büyük şehirler kamu görevlileri için “mahrumiyet bölgesi” haline gelmiş durumda. Sadece evden işe yol parası büyük şehrin dayanılması güç şartlarından birisi durumunda. Çocukların eğitim durumuna göre ev seçmek ayrı bir yük.
Gerçekten ne yapılacak? Yakın zamanda konut açığını kapatmak da mümkün gözükmüyor. Ev sahibi olabilmek çok uzaklara düşmüş durumda.
Büyük şehirlerin ekonomisi diye bir gündem üzerinde devletin de, tüm ekonomi çevrelerinin de mesai sarfetmesi kaçınılmaz hale gelmiştir. “Bir ev bir araba” epeyce bir kesim için hayal dünyasına havale edilmiş durumda. Ama hiç olmazsa “kiracılık”ta boğulma duygusu yaşanmasa…