Allah’tan reva mı?
Bu başlığı muhafazakâr camianın içine girdiği “siyasi mücadele iklimi” için seçtim. Önümüzdeki süreçte en çetin mücadele o alanda olacak gibi görünüyor.
Milli Nizam’ın, Selamet’in Adalet Partisi bünyesinden ayrılması ve bir kısım muhafazakarın kitle partisinde kalmak adına AP’yi desteklemeyi tercih etmesinden mi başlamıştı?
Refah çizgisinin, Erbakan Hoca’nın Özal’a muhalefet etmesinden mi?
AK Parti’yi kuran kadroların, “Milli görüş” çizgisini sorgulamaları ve Hocalarına muhalefet edip ayrı parti haline gelmelerinden mi?
Bugün bir yanda Ak Parti var, diğer yanda, Milli Görüş çizgisinin devamı niteliğinde Saadet, Ak Parti’de Başbakanlık gibi önemli görevler üstlendikten sonra ayrılan kadroların kurduğu Gelecek ve DEVA…. Ak Parti bir yanda, üç parti onun karşısında… Muhafazakar değerler noktasında bu dört partinin liderinin birbirinden farklı olduğu söylenemez. Farklılık ülke yönetiminin niteliğinde toplanıyor. Bu dört partinin liderinin birbirini çok yakından tanıdıkları biliniyor. Normalde dördü birden, mesela bir camide, bir teravih namazında, bir Cuma namazında aynı safta yan yana durabilir. Ama ayrıştılar. Mesela Ak Parti kadroları bir kere Refah’tan ayrıştı. O tabii görülüyorsa, Gelecek ve DEVA kadrolarının Ak Parti’den ayrışması da tabii görülmeli.
Aslında ülke yönetimine ilişkin bu tarz farklılaşmaların ülke yönetimine olumlu katkıları da olabilir. Aynı ideolojik çizgiden gelen insanların, iman farklılaşması dışında, hayatın yönetilmesi noktasında farklı arayışlar sergilemesi kadar tabii bir şey olamaz.
Ama iş bu noktada kalmıyor; kitlelerin sadece veya ağırlıklı olarak “çözüm önerileri” ile hareketlendirilmediği, işin içine manevi unsurlar katıldığında sonuç alındığı düşünüldüğünde, rakip yapı, “Çözüm öneriniz yanlış” diye değil, “Siz değerlere ihanet ediyorsunuz” şeklinde suçlanıyor, bu da siyasi mücadeleyi bir “inanç kapışması”na dönüştürüyor.
Aslında kimsenin elinde “iman ölçer” bir araç yok. Öyle bir yola girmek ciddi anlamda “haddi aşmak” anlamına da geliyor. Ama siyasette işe yarıyorsa kimse “haddin aşıldığına” bakmıyor.
Üst katmanlardaki farklılaşma, kitlelere, çok daha vurgulu ayrışma tarzında yansıyor. Daha doğrusu, oy verme tavrını etkilemesi için derin ayrışma zemininin oluşturulması gerekiyor.
Muhafazakar camiada böyle bir duygu anaforunun yaşandığını görmek mümkün.
Aslında FETÖ olaylarının oluşturduğu zeminde, ailelere yansıyan bir gerilim gerçekleşmişti. Orada Ak Parti’nin, “muhafazakar” hüviyeti ile dini zeminde oluşup başkalaşmış bir yapıyla mücadelesinin halktaki yansıması söz konusuydu. O mücadele de sürüyor, toplumsal sancı niteliğinde tortuları da sürüyor.
Başka bir Cemaat – Siyaset farklılaşması, Süleyman Efendi camiası ile Ak Parti iktidarı arasındaki gerilimde ortaya çıktı.
Şimdi de Ak Parti ile üç parti arasında siyaseten başlayıp değerler alanına sirayet eden bir gerilim yaşanıyor.
Bu benzerlerin farklılaşmasının en acısı, geçmişte Sıffin’de, on binlerce insanın, daha ötede sahabilerin canına mal olmakla yaşandı.
Keskin oluyor bu farklılaşmalar.
Şimdilerde yakın aile sohbetleri bile farklılaşma tedirginliği içinde gerçekleşiyor ya da en garantisi görüşmeme tercihinde bulunuluyor.
Biliyorum ki bu duygu karmaşası camilere yansıyor. Hutbede neyin nasıl konuşulduğu ve söylenenlerin hangi adrese gittiği, camiye namaz kılmaya gelen insanları rahatsız ediyor. Hatırlıyorum geçmişte birçok cemaat içinde “Erbakan mı Özal mı?” tartışması çıkmış, kopmalar yaşanmıştı.
Halbuki, ülkeye hizmet söz konusu olduğunda değerlere bağlılıkla yönetim becerisi arasında farklılıklar ortaya çıkabilir. Camide bir elektrik arızasının tamirini cami imamı yapmıyor, bir elektrikçiyi çağırıyor mesela. Bir insan şuraya kadar iyi işler yapıp, şurada problem yaşamaya başlayabilir,
Ülkemizde kimlikler arası gerilim, siyaseti genel anlamda da kıran kırana bir atmosfere sürüklüyor, daha özel anlamda muhafazakar camiayı da derin çalkantılar içine sürüklüyor.
Biliyorum, Sol da, farklı bir ideolojik çalkantı içinde oldu hep. “İhanet” suçlamaları ve fraksiyonlaşma belki orada daha yoğundur. Hatta o iş, “iç infaz”lara kadar gitmiştir. Bir ara Hizbullah’ın sözüm ona dini saikle işlediği cinayetler gibi.
Bilmiyorum siyasi liderler ne düşünür bu konuda? Bilmiyorum siyasetle iç içe geçmiş cemaatler ne düşünür? Diyanet ne düşünür? Toplumsal zemin parçalanıyor, diyorum. Kimsenin birbirinin dilini anlamadığı Babil Kulesi’ne dönüyoruz, diyorum. “Dört eğilim”i buluşturmayı düşünüyorduk bir zamanlar, “tek millet” diyorduk bir zamanlar, ne oldu hedeflere? Bütün bunlar Allah’tan reva mı?