Malum tartışmalı dezenformasyon yasası yürürlüğe girdi... Uygulamaları da hep birlikte göreceğiz. Bir haberin doğru olup olmadığını anlamak, dijital okur yazarlık aslında çok dikkat edilmesi gereken bir mevzu...
GÜLAY ERDEMLİ
Bilgi savaşlarının yaşandığı bir dönemdeyiz. Bu nedenle bilgi ekosistemini anlamak çok önemli. Kişilerin ‘yanlış bilgi’ paylaşacağı konusunda endişelenmemiz gerekiyor, bu doğru! Ama asıl endişe verici olan sistematik dezenformasyon kampanyaları. Eskiden kamuoyunu etkilemeye yönelik girişimler, ağırlıklı olarak yayın organlarına dayanıyordu. Ama sosyal ağlar, yanlış haberleri belirli bir mesajı kabul edip paylaşma olasılığı daha yüksek olan kullanıcıları ‘ağına düşürebiliyor.’
Yanlış/sahte haberlerin bir kısmı sosyal medyada farkında olmadan paylaşılıyor. Bazı yayın organları da sosyal ağlarda çıkan bilgileri ‘haber’ olarak kullanabiliyor. Bir kısmı ise kamuoyunu etkilemeye çalışan gruplar tarafından ‘yayılıyor.’ Büyük miktarda bir bilgi nedeniyle beyinlerimiz zaten yorgun, bu nedenle de yanılmak zor değil. Aynı konu hakkında birden fazla mesaj görünce beynimiz bunları güvenirliliğin kısa yolu olarak kullanıyor. Bilgi savaşı dedik, işte tam da bu nedenle bu ekosistemde çok önemli rol oynuyoruz. Teyit etmeden bilgiyi pasif bir şekilde kabul ettiğimizde ya da doğrulamadan bir gönderiyi, fotoğrafı ya da videoyu paylaştığımızda, karmaşayı artırabiliyoruz. Gördüğümüz içerikleri paylaşmadan kontrol etme sorumluluğunu üstlenmek şart. ‘İki dakika kuralı’ çok önemli. Yani sosyal medyada ‘paylaş’, ‘yönlendir’ butonlarına dokunmadan önce iki dakika beklemek/teyit etmek mantıklı yöntemlerden biri.
Dezenformasyonla birlikte birkaç kavram daha hayatımızın içine girecek. Yasada bunlar nasıl uygulanacak onu bilemiyorum ama mezenformasyon ve malenformasyon kelimelerine de aşina olsak fena olmaz.
Aslında mezenformasyon (mizenformasyon olarak da kullanılıyor), mis-information kelimesinden türemiş; ‘yanlış’ ve ‘yanıltıcı bilgi’ anlamına geliyor.
Yanlış bilginin zarar verme amacı gütmeden paylaşımı, bir başka tanımla da zarar amacı gütmeden yaratılan yanlış bilgi. Mezenformasyon ne kadar doğru bir kelime o tartışılır, hani koltuk moltuk deriz ya biraz öyle olmuş, yani galat-ı meşhur olma yolunda...
Aslında bu iki tanım arasında farklar var ama şu anda epistemolojik bir kopuş yaşadığım için şimdilik pas geçiyorum. Özetle türlü türlü şakalar, komiklikler, söylentiler mezenformasyon. Dezenformasyon kasıtlı olarak, bile isteye yanlış bilgilendirme... Her iki kavram da ‘sahte haber’ terimiyle kullanılsa da motivasyonları çok farklı.
Bir de malenformasyon (mal-information) var. Haydi buyurun bir kavram daha. Bu da yeni kelimelerden biri. Latince ‘kötü’ anlımına gelen ‘male’ kelimesinden türemiş. Gerçek bir bilginin zarar verme amacıyla yayılmasını anlatmak için kullanılıyor.
YANLIŞ BİLGİ YAYAN HESAPLAR HALA AKTİF
The Conversation’da geçen hafta yayınlanan bir haber de yanlış bilginin sosyal medyada yayılmasını konu alıyordu. Arizona Üniversitesi İletişim Bölümü’nden Dam Hee Kim’in çalışmalarına göre sosyal medya ABD’liler için en önemli haber kaynağı. Ancak yanlış bilginin yayılması için de çok verimli bir zemin sunuyor. Kim, büyük sosyal medya platformları ABD’deki 2022 ara seçimleri için ‘yanlış bilgiler’le başa çıkma planlarını açıklasa da bunların 2020 planlarından çok farklı olmadığını söylüyor.
Facebook ABD’de 2016 yılındaki başkanlık kampanyası sırasında yanlış bilgilerin yayılması ve bunlarla başa çıkmadaki başarısızlığı nedeniyle çok eleştirilmişti. O dönemde yanlış bilgilendirme/etkileşim/beğeni/paylaşım/ yorumlar ayda 160 milyonla zirve yapmıştı. Ancak şu anda da pek düşük sayılmaz. Örneğin Nisan 2020’de platform Kovid-19 ile yanlış bilgi yayan 59 hesap hakkında bilgilendirildi. Kasım 2021’de bu hesapların 31’i hala aktifti. Akademisyenin çalışmalarına göre Twitter’daki yanlış bilgi paylaşımı ABD’deki 2016 yılı seçimleri sırasında üç milyondu, Temmuz 2018’de ise beş milyona yükselmişti. Bir de son dönemin en hızlı büyüyen sosyal medya platformu TikTok var. Ağırlıklı olarak gençlerin kullandığı TikTok, kısa videoları ile ilgi çekiyor. Bu videoların doğruluğunun incelenmesi metin tabanlı içeriklere göre daha zor ama hatırlanma, duygu uyandırma ve ikna etme olasılıkları daha yüksek. 2022 Eylül’de platformda öne çıkan içeriklerle ilgili yapılan bir çalışmada yüzde 20’sinin yanlış bilgi içerdiği ortaya çıktı. Daha da çarpıcısı yanlış bilgi içeren videolar ilk beş sırada yer alıyordu.
Nisan 2019-Şubat 2021 tarihleri arasında yayınlanan 170 YouTube videosu bir teyit kuruluşu tarafından ‘yanlış/yanıltıcı’ olarak işaretlendi.
Michigan Eyalet Üniversitesi Bilgi Sistemleri Bölümü ‘nden Anjana Susarla da 2020 seçimlerinde yanıltıcı bilgilerin yaygınlığına dikkat çekiyor. Teknoloji ve Sosyal Değişim Projesi’ndeki ‘bilgileri teyit etme uzmanları’ndan oluşan ekibin incelemeleri bu veriyi destekliyor. Washington Post’un Eylül ayında yayınladığı analiz en büyük dezenformasyon yayıcıları olarak belirlenen 77 hesabın çoğunun sosyal medyada hala aktif olduğunu gösteriyordu.
Bir içeriği gördüğümüzde önce aklımız, mantığımız, sağduyumuz devreye girmeli... Bu içerik güvenilir mi, değil mi diye anlamak zorundayız. Türkiye’de de ‘teyit.org’ ve ‘dogrulukpayi’ içeriklerin güvenirliliğini sorgulamak için öne çıkan platformlar. Seçim yaklaşırken ne duyduğunuza, ne gördüğünüze yüzde 100 güvenmeyin derim.
Yazıda ne demiştik, dezenformasyon, mizenformasyon, malenfermasyon.... Kuşkusuz karşılaştığımız pek çok içerik bu üç kavramdan birinin içine giriyor.
BİR ÇEYREKLE İADE-İ İTİBAR
ABD’de kadın öncülerin çeyreklik madeni paralar üzerinde yer aldığı projenin sonuncusu Anna May Wong.
Proje kapsamında daha önce astronot Sally Ride, aktivist ve şair Maya Angelou, ABD yerlileri kurumu Cherokee Nation’ın ilk kadın şefi Wilma Mankiller ve kadınların oy hakkını savunan Nina Otero-Warren vardı.
Anna May’in yer aldığı madeni para pazartesi günü dolaşıma girecek. Geçen haftanın sonuna doğru bu haber ve May’in kısa yaşam öyküsü medyada yer aldı. Ancak bu çarpıcı yaşam öyküsünü biraz daha detaylı anlatmak isterim. Los Angeles’ta 1905 yılında doğan Anna May Wong, 1919-1960 yılları arasında 60 filmde rol aldı. Kariyerine sessiz filmlerle başladı.
Bugüne kadar belki de pek çok kişinin adını bile duymadığı Anna May, Hollywood’un ilk Çinli-Amerikalı yıldızıydı. Yıldız diyoruz da, kariyerinde pek çok kez haksızlığa uğradı. Los Angeles’ta Çin mahallesinde doğan May, ailesinin sekiz çocuğundan ikincisiydi. Ailesi ona ‘buzlu sarı söğütler’ anlamına gelen Wong Liu Tsong’ ismini koydu, ABD’de kolaylık olsun diye resmi olarak Anna May adını da verdi. Aile bir çamaşırhane işletiyordu. Anna May ve kardeşleri devlet okuluna gitti ama ırkları nedeniyle o kadar zorbalığa uğradılar ki, sonunda Çin Mahallesi’nde bir okula gitmek zorunda kaldılar. Film prodüksiyonları 1910 yılında NewYork’tan Kaliforniya’ya taşınmıştı. May’in filmlere büyük bir ilgisi vardı. Sık sık okuldan kaçıp öğle yemeği parasını sinemaya gitmek için kullanırdı. Oyuncu olmaya dokuz yaşında karar verdi. 11 yaşında İngilizce ve Çince adlarını birleştirerek sahne adı Anna May Wong’u buldu. 1919 yılında yeni bir film için Çinli kadın oyuncu aranıyordu. Wong ailesinden habersiz başvurdu. Bir rol kaptı! Filmin sahnelerinden birinde fener taşıyacaktı. Bu onun ilk rolüydü.
Okula devam ederken birçok filmde figüran olarak yer almaya devam etti. 1921’de sadece oyunculuk yapmak istediğine karar vererek okulu bıraktı. 17 yaşında The Toll of The Sea isimli uzun metrajlı sessiz filmde başrol oynadı.
Buraya kadar bakıldığında şanslı gibi görülebilir. Bir iki figüranlık ardından başrol. Ama pek de öyle olamadı. Wong başroller için seçmelere gitmeye devam etse de her zaman yardımcı oyuncu ya da ‘Asyalı karakter’ olarak rol aldı. Çin kökeni nedeniyle her zaman ayrımcılığa maruz kaldı. “Neden her zaman filmin kötü Çinli karakteri rolünde olmak zorundayız. Güzelliğimizi övmek isterken bile ‘egzotik’ ve ‘oryantal’ olarak tanımlanıyoruz” demişti bir söyleşide. Sonunda küstü ve Avrupa’ya taşındı. Avrupa’da birçok ülkede filmlerde rol aldı.
Bir süre sonra Hollywood’a küstü Avrupa’ya taşındı, pek çok filmde rol aldı. Birçok kişi tarafından 20. yüzyılın en büyük oyuncusu kabul edilen, İngiliz yönetmen ve oyuncu Laurence Olivier ile birlikte bir tiyatro oyununda başrol oynadı. 1930’larda ünlü yapım şirketi Paramount Stüdyoları Wong’a geri dönmesi için bir teklifte bulundu. Bundan sonra sadece başrol oynayacaktı.
Alman asıllı Amerikalı ünlü aktris Marlene Dietrich ile 1932 yılı yapımı Şanghay Ekspresi May’in kariyerindeki önemli filmlerden biri. Anna May, 1961 yılında 56 yaşındayken kalp krizi nedeniyle hayatını kaybetti.
Rol aldığı ilk filmin üzerinden 100 yıl geçtikten sonra Anna May Wong, ABD’deki madeni paraların üzerinde yer almayı başardı!
Çılgın Zengin Asyalılar filmiyle uluslararası bir üne kavuşan aktris Gemma Chan’ın Wong’u canlandırdığı ve yapımcılığını üstlendiği bir filmde Anna May Wong’un hayatı anlatılacak.
SEÇİMDEN SONRA HER VATANDAŞA AYDA 240 BİN LİRA...
Geçen haftalarda yazmıştım, Çin’de bir yapay zeka kullanan robot, bir oyun şirketinde CEO olmuştu. Şimdi bir de yapay zekanın yönettiği bir siyasi parti ortaya çıktı. Danimarka’da Teknolojik girişimlerle ilgili çalışmalar yapan MindFuture Foundation tarafından kurulan The Syntetic Party/ Sentetik Parti’nin lideri yapay zeka, Lider Lars.
Lider Lars, Kasım ayında erken seçime gidecek olan ülkede ilgiyle karşılandı.
Basitçe bir sohbet programı olarak tanımlanabilecek Discord üzerinden soruları yanıtlayan Lars evrensel temel geliri savunuyor. Temel gelirin yoksulluğu ve eşitsizliği azaltacağına inanan Sentetik Parti’nin seçim vaadi hiç de fena değil; tüm yurttaşlara ayda 100 bin Danimarka kronu (yaklaşık 240 bin TL.) Bu rakam ülkedeki ortalama maaşın iki katından fazla.
Lider Lars, temel gelir düzeyinin yapay zeka tarafından belirlenmesi gerektiğini savunuyor; “Yapay zekanın temel gelir düzeyini belirleme sürecine dahil edilmesi gerektiğine inanıyorum. Nesnel bir değerlendirme yapabilir ve herkesin adil bir pay almasını sağlayabilir.”
Projeyi hayata geçiren isimlerin başında, MindFuture Foundation’daki araştırmacılardan biri olan Asker Bryld Staunæs var. Staunæs, Lider Lars’ın özellikle 1970 sonrası Danimarka’nın radikal partilerinin politikaları konusunda eğitildiğini söylüyor: “Parlamentoya girmeye çalışan ama sandalye elde edemeyen tüm partileri temsil ediyoruz. Bu da Danimarkalı seçmenlerin kabaca yüzde 20’sine denk geliyor.”
Staunæs’a göre Sentetik Parti doğası gereği popülist. Elbette şimdilik aslında bir ‘makine’ olduğu için kamu görevlerine aday olmasına izin verilmiyor. Bu nedenle oy pusulalarında onu temsilen gerçek insanlar olacak. Danimarka parlementosuna aday olmak için 20 bin imza toplaması gerekiyor ancak henüz bu rakama ulaşamadı! Seçime kadar yeterli imzayı toplaması zor gözükse de imkansız değil…
Peki yapay zekanın başkanı olduğu bir partiye oy verir miydiniz?