İnsanoğlu bu dünyaya ahireti kazanmak için gelmiştir. Bir nevi ticaret fuarı olan dünya ticaret merkezinde en kârlı alış-veriş, malı Allah’a satmaktır. Kur’an-ı hakîmde bu konu için verilen ilan şöyledir: “Muhakkak ki Allah, müminlerden canlarını ve mallarını satın alır, bedel olarak da cennet verir” (Tevbe:111)
Aslında cennet insanların amellerinin karşılığı değil, ama sâlih ameller cennete girmenin bir şartı gibidir. Yani Allah, değer bakımından kıyas bile kabul etmeyen cennet nimetini mümin kullarına hediye etmek için sâlih amelleri şart koşmuştur. Cennetin amelimize bağlanması, sanıldığı gibi birebir onu hak etmiş olduğumuz anlamına gelmez. Bilakis, cennet nimetinin karşılığı görünürde amellerimize bağlanmasının hikmetlerinden ikisi şöyle açıklanabilir.
Birincisi: Dünya imtihanında kazananlarla kazanmayanların arasında bir kriterin olması, adaletin bir göstergesidir. Bununla, mahşerde cennete görme vizesinin-torbadan tesadüfen çıkan bir şans oyunu değil-iman ve sâlih ameller olduğuna dikkat çekilmiştir.
İkincisi: İnsanlar alın teriyle kazandıkları şeylerden daha fazla haz duyar. Çünkü bu şekilde hem bir kazanç elde edildiği için bir sevinç sözkonsu olmuş, hem de bu kazanç onun kendi bilgisinin, çabasının ve maharetinin bir neticesi olduğunu düşünmekten meydana gelen ikinci bir sevinç ortaya çıkmıştır. Ki bu ikinci sevinç, kazancın kendisinden meydana gelen sevinçten çok daha fazla olabilir. Bu hikmet içindir ki, Kur’an’da cennet insanların yaptığı sâlih amellerin bir karşılığı gibi gösterilmiştir. Örneğin, “Şüphesiz iman edip sâlih amel yapanlar için zemininden ırmaklar akan cennetler/bağ-bahçeler var. İşte büyük kazanç budur”(Bürûc:85)mealindeki ayette, koca cennet insanın küçük çabasının karşılığı gibi gösterilmiş, ayetin son cümlesi de “İşte büyük kazanç budur” mealindeki ifadeyle bitirilmiştir. Bununla da ‘ bu büyük kazancın o küçük çabanın bir karşılığı olmadığına, bilakis Allah’ın bir lütuf ve ikramı bulunduğuna işaret edilmiştir.
Bu konunun iyi anlaşılması için şöyle bir misal verilebilir: “Cömert ve zengin bir adam, muhtaç ve fakir bir adama sırf acıdığından der ki; “Sen benim şu küçük işimi yap, ben sana çok büyük bir hazine vereceğim.” O fakir ve muhtaç adam da gider o küçük işi yapar, o zat da ona vaat ettiği hazineyi hak etmediği halde hediye eder. Eğer bu fakir, milyarlar değerindeki bu hediyenin, yaptığı yüz liralık işinin gerçek bir karşılığı olmadığını, ama yine de ufak bir katkısı olarak kendi çaba ve gayretinin de içinde bulunduğu bir bağış olduğunu düşünürse isabetli bir fikre sahip olmuş olur. Hem kendi katkısından dolayı sevinç hisseder, hem de o cömert zatın lütfunu, ihsanını inkâr etmemiş olur. Şayet bu adam, “Ben bu hazineyi alnımın teri ile kazandım” diyerek o cömert adamın ikramını ve lütfunu inkâr etse büyük bir nankörlük etmiş olur.
Bu temsildeki gibi, insanın ameli de cennete koşulmuş küçük ve basit bir şarttır. Cennetin verilmesindeki asıl pay Allah’ın fazlı ve cömertliğidir. İnsan bunun bilincinde ve şuurunda olmaz ise, ameli yüzüne bir paçavra gibi atılır. Bununla beraber, Cennetin, amellerin bir karşılığıymış gibi gösterildiği ifadeler bu şarta matuftur. Bu şartı ne kadar güzel ve sağlam yerine getirirsek, Allah’ın fazlı da o nispette güzel ve mükemmel olur. Yani cennetin içindeki makamların artması, bu şartın ifasına göre şekilleniyor. Bu da haliyle sanki cennet ve içindeki makamlar bizim ibadetimizin bir neticesi, bir ücreti gibi algılanıyor.
Yukarıda zikredilen “Muhakkak ki Allah, müminlerden canlarını ve mallarını satın alır, bedel olarak da onlara cennet verir” (Tevbe:111) mealindeki ayetin kısa bir açıklamasını şöyle birkaç maddede zikredebiliriz:
- Bizi yaratan yüce Rabbimiz, bizi yaratırken, ruh, kalb, göz, kulak, dil, akıl ve hayal gibi baha biçilmez maddi-manevi donanımları bize lütfetmiştir.
- Dünya fani, geçici ve bir meydan muharebesini andıran dalgalı bir hayat atmosferine sahip olduğundan, hiç kimse bu donanımlarını sonuna kadar muhafaza edemez. Boş yere heba olur gider..
- Allah sonsuz rahmetinin bir eseri olarak, söz konusu ayetin lisanıyla, şu ilanı vermiştir: “Benim emanet olarak yaratıp size verdiğim donanımlarınızı, sizin gerçek malınızmış gibi ben satın almak istiyorum. Karşılığında cennet gibi bâki bir yer size vereceğim..
- Canı, malı Allah’a satmak; Allah’ın verdiği maddi-manevi donanımları onun namına kullanmaktır. Örneğin, akıl ve gözü ibret verici ilahî sanat tablolarını inceleyen bir dürbün gibi kullanmak, yaratıcı sanatkârın sonsuz ilim, hikmet ve kudretine iman etmek. Kalb ve kulağı bir alıcı gibi Allah hesabına çalıştırıp hak ve hakikatin sinesinden yükselen seslere yönlendirmek.. zorunlu olarak kısa kestiğimiz bu konuyu (Sözler, 26-27) adlı eserden takip edilebilir..