Kainatın Sultanı Yüce Allah’ın elçisi olduğunu dava eden kimse bulunduğu ülkeye göre bu konuda bir mucize gösterir. Ancak hiçbir peygamber mucizesi Kuran’la kıyaslanamaz. Çünkü peygamber mucizeleri göze hitap eder oysa Kuran akli bir mucizedir.
Bilindiği üzere, Eskiden beri ve bugünkü dünyamızda bir ülkeden bir ülkeye tayin edilen elçiler için geçerli bir kural vardır: Yabancı bir ülkeye giden bir elçi, bağlı olduğu devlet tarafından kendisine verilen bir belge ibraz etmek zorundadır. Kâinatın Sultanı Yüce Allah’ın elçisi olduğunu dava eden kimsenin bu konuda bir belge ibraz etmesi, elbette çok daha önemlidir. Bu ilahi belgeler, elçilerin/peygamberlerin vardıkları ülkenin durumuna göre değişir. Bu belgelere mucize adı verilir. Mucizenin anlamı şudur: Elçi/peygamber olduğunu dava eden kimse, elçilik belgesini o memleketin örf-adetlerine göre düzenler. Yani kendi memleketlerinde fazla revaç bulan hangi harika konular varsa, o konular cinsinden mucizeler gösterir ki, muhatapları ikna edebilsin. Çok az kimsenin yapabildiği görünürde beşer üstü bir performansı gösteren kimselerin yaptıklarından daha üstün bir şey ortaya koyarsa bu husus onun tasdiki anlamına gelir. Peygamber efendimiz(s.a.v) bu hakikati şöyle seslendirmiştir:
“Her peygambere insanların onun bir benzeriyle imana gedikleri bir mucize verilmiştir. Bana verilen (mucize) ise, Allah’ın bana vahiy ettiği bir kitaptır/Kurandır. Bu sebeple Kıyamet günü, diğer peygamberlere karşı, tabileri/ümmeti en çok olan peygamberin ben olacağımı ümit ediyorum”(Buharî, Fezâilu’l-Kur’ân 1,).
Örneğin; Hz. Musa döneminde en fazla revaçta olan harika sanat, sihirbazlıktır. Onun için Hz. Musa’nın gösterdiği mucize de, bu sihirbazlara karşı mübareze edecek tarzda bir Asa /Asa-yı Musa’dır. Bu asa ile en ünlü sihirbazları teslime mecbur etmiştir. Hz. İsa döneminde en çok revaçta olan harika sanat Tıptır. Hz. İsa’nın ekser mucizeleri de Tıpla alakalıdır. Allah’ın izniyle en müzmin hastalıkları iyileştirmesi, hatta ölüleri diriltmesi bu kabildendir.
Hz. Muhammed(s.a.v)’in bulunduğu Hicaz toplumunda ise, en fazla revaçta olan harika sanat, belagat, fesahat, şiir ve hitabet gibi lisanla ilgili olan şeylerdir. Bu sebeple, Hz. Muhammed(s.a.v)’in –başak hissi mucizeler yanında- en büyük mucizesi Kur’an’dır. O muarızlarına karşı Kur’an’la meydan okumuştur.
Şu da bir hakikattir ki, , hiç bir peygamberin mucizesi Kuran’la kıyaslanmaz. Çünkü, onlar hissi, göze hitap eden, lokal ve tarihselliği olan mucizelerdir. Kuran ise akli ilmi manevi bir mucizedir ve her zaman gözle, kulakla, akılla varlığı hissedilen bir mucizedir. Akli bir mucize olması, onun kıyamete kadar devam edecek en son vahiy olmasıyla da tamamen örtüşmektedir.
İslami Literatürde bu meydan okumanın adı olan Tehaddi; peygamberlik dava eden kimselerin ortaya koydukları mucizelerinin bir benzerinin gösterilemeyeceğine dair bir meydan okumadır. Harikulade bir olayın mucize olarak kabul görmesinin şartlarından birisi belki de en önemlisi “Tahaddî” nin vuku bulmasıdır. Yani mucize gösteren zatın başkasına meydan okuyarak, onları kendisinin ortaya koyduğu mucizenin bir benzerini meydana getirmeye davet etmesidir(Sabuni, Tibyan, 93-98)
Kur’an’daki tahaddî merhaleleri farklı sayılarda zikredilmiştir. Ancak bunların dokuz mertebede cereyan ettiğini bildiren âlimlerin bu görüşü daha isabetli görünmektedir. Buna göre Kur’an, zordan kolaya doğru dokuz defa, karşısına dikilen inkârcıları kendisinin bir benzerini yapmaya davet etmiş ve gittikçe muarızlarının işini artan bir tempo ile daha da kolaylaştırarak meydan okumasını tekrarlamıştır. Bu meydan okuma aşamalarını şöyle sırlamak mümkündür:
Birinci aşama: Yüksek nazmıyla, belagat örgüsüyle, gaybî haberleriyle, ihtiva ettiği çeşitli ilmî hakikatleriyle beraber, Kur’an’ın tam bir benzerini Hz. Muhammed (s.a.v.) gibi okuma yazma bilmeyen ümmî bir şahıstan getiriniz!(İsra, 17/88).
İkinci aşama; Eğer bu şekilde Kur’an’ın bir benzerini getiremiyorsanız, uydurma olsun, sadece edebî yönden onun bir benzerini getirin!(bk. Hud: 13; İsra: 887/iki ayetin mefhumu olarak).
Üçüncü aşama; Eğer buna da güç yetiremiyorsanız, sadece Kur’an’ın on suresi kadar olsun, uydurma olsun, bir benzerini getirin!(Hud, 11/13-14).
Dördüncü aşama; Şayet bu da sizin için mümkün değilse, bir tek (uzun) surenin bir benzerini yapın!(Bakara, 2/23).
Beşinci aşama; Eğer bu da gücünüzün üstünde ise, sadece (kısa) bir surenin bir benzerini getirin!(Bakara, 2/23).
Altıncı aşama; Eğer okuma-yazma bilmeyen ümmî bir şahıstan bunu getirmeniz imkânsız ise, okur-yazar olan bilgili bir şahıstan olsun getirin!(Bakara, 2/23).
Yedinci aşama; Şayet bunda da başarılı olamadıysanız, birbirinize yardım etmek suretiyle hep birlikte getirmeye çalışın!(Bakara, 2/23).
Sekizinci aşama; Şayet buna da imkân bulamadığınız takdirde, tüm insan ve cinlerden yardım isteyin. Geçmiş ve gelecek bütün fikirlerden istifade edin. Mevcut bütün kitapların bilgilerinden yararlanın!(Bakara: 23; İsra:88).
Dokuncu aşama; Şayet “bizim şahitlerimiz yoktur. Eğer muarazaya girişirsek, bizi destekleyecek kimsemiz yoktur” diyorsanız, haydi şahitlerinize de müsaade edilmiştir. Onları da çağırın, onlar da size yardım etsinler(Bakara:23). Bununla beraber böyle bir şey yapmanız mümkün değilse Kur’an’a teslim olun kurtulun(bk. İşaratu’l-İ’caz, 131-132).
Bununla beraber, Kur’an’ın genel anlamda “Belağat-fesahat erbabı”, “Şiir ve hitabet sahipleri”, “kâhinler ve gaipten haber verenler” ve “geçmişteki bazı olaylar ve kâinatla ilgili bir takım hadiseler konusunda bilgi sahibi kimseler” durumundaki dört gurup insana meydan okumuştur. Bu meydan okuyuşa karşı, kimsenin meydana çıkmaması ile Kur’an’ın mucizeliği ispat edilmiştir(bk. Mektubat, 181-185).