Ruhaniyetiyle vahye mazhar olan Hz. Muhammed (a.s.m.) için, “O cesediyle değil de sadece ruhuyla peygamberdir” demek ne kadar yanlış ise Kur’an’ın sadece manasıyla Kur’an olduğunu iddia etmek de o kadar anlamsızdır.
Vahiyde lâfız ve mana ilişkisi: Burada “Kur’an, ‘Allah’ın kelâmı’ olarak ne ifade etmektedir? Vahyin aslını teşkil eden husus, sadece mana mıdır veya sadece lâfız mıdır? Yoksa her ikisinin toplamından mı ibarettir?” şeklindeki sorulara cevap arayacağız. Konuyla ilgili âlimlerin görüşlerini belirtecek ve netice itibarıyla kendi tercihimizi de ortaya koyacağız.
Kur’an vahyinde lafız ve mana bütünlüğü: Bu konuyu birkaç madde halinde tahlil edeceğiz:
- a) İslâm âlimlerinin ezici çoğunluğuna göre, Kur’an hem lâfız hem mana cihetiyle Allah’ın kelâmıdır.
“Ümmetim dalâlet üzerinde birleşmez” manasındaki hadis-işerife göre, İslâm âlimlerinin bir konudaki ittifakı, onun doğruluğunun bir işaretidir.
- b) Rahman suresinin başında yer alan “Rahman Kur’an’ı öğretti” mealindeki ifadesi, Kur’an’ın Allah tarafından talim edildiğini göstermektedir. Buna göre, Kur’an’ın tarifi yapılırsa vahyin de bu açıdan geliş şekli anlaşılır. Dilcilere göre, “Kur’an” kelimesi, “k-r-e” kökünden, gufran ve şükran gibi “fu’lân” vezninde bir mastardır. Bu kelime hem “toplama,” hem de “kıraat (okuma)” anlamındadır. “Onu (senin kalbinde) toplamak ve (sana) okutmak bize düşer. Sana Kur’an’ı okuduğumuz zaman sen de onun okunuşunu takip et” ayetlerinde geçen “Kur’an” kelimesi, “kıraat” anlamında kullanılmıştır.
Bir mastar olan “Kur’an” kelimesi, Kur’an’ın özel ismi olduğu zaman, ism-i mef’ul anlamında “okunan kitap” ya da ism-i fail manasında “sure ve ayetleri içinde toplayan” veyahut “daha önceki kitapları ihtiva eden” anlamında olur. Kur’an’a “Kur’an” adının verilmesi, onun “lisanlarda okunması,” “kitap” adının verilmesi ise “kalemle yazılması” özelliğinden dolayıdır.
İsrâ Suresinin 78. ayetinde “sabah namazı” için kullanılan “Kur’ane’l-Fecr” tabiri de Kur’an’ın “kıraat” anlamına işaret etmektedir.
Yine vahyin ilk kelimesinin “İkra (oku!)” olması, Kur’an’ın okunan bir kitap olduğuna delâlet ettiği gibi, vahyin de kıraat olunan bir söz, bir kelâm olduğunu gösterir. Bilindiği gibi “kıraat,” telaffuzda bazı kelimeleri bazısına eklemek demektir. Demek ki “okunan kitap” anlamında olan “Kur’an,” lâfız ve mananın mecmuundan iba rettir.
- c) “Vahyi çarçabuk bellemek için dilini kımıldatma. Onu toplamak ve onu okutmak bize aittir. O hâlde, biz sana Kur’an’ı okuyunca sen onun okunuşunu takip et” ayeti açıkça şunu gösteriyor:
Hz. Muhammed (a.s.m.), gelen vahyi unutmamak için, henüz kendisine okunup bitirilmeden onu acele olarak tekrarlamaya çalışıyordu. Ayet, onun bu telâşını gidermeyi amaçlamaktadır.
Ayette geçen “dilini kımıldatma” ifadesi, vahyin bir söz olduğunu açıkça göstermektedir. Çünkü manalar dille okunmaz. “Biz sana Kur’an’ı okuyunca, sen onun okunu şunu takip et” tabiri de aynı şekilde Kur’an’ın hem lâfız hem de mana yönünden Allah’ın kelâmı olduğunu göstermektedir. Çünkü okuma işi, “söz”e ait bir tabirdir. “Kâinat kitabını okumak,” “kalbini okumak,” “adamın yüzünden okumak” gibi tabirler, mecaz ifadelerdir. Kavram olarak “okuma”nın gerçek anlamı, sadece yazı ve söz için geçerlidir.
Ayette Allah’ın, kıraati kendine izafe etmesi, “Biz sana Kur’an’ı okuyunca, sen onun okunuşunu takip et” şeklinde ifade buyurması, Kur’an’ın tebliğinde Hz. Cebrail’in de (a.s.) Hz. Peygamber (a.s.m.) gibi sadece bir elçi olduğunu ve hiçbir müdahalesinin söz konusu olmadığının bir diğer delilini teşkil etmektedir.
- d) Kur’an’ın tarifi şöyledir:
“Hz. Muhammed’e (a.s.m.) vahyedilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen ve tilâvetiyle taabbüd olunan mu’ciz, Allah kelâmıdır.”
Burada üzerinde duracağımız hususlardan biri, Kur’an’ın “tilâvetiyle taabbüd olunması,” yani manası an laşılmasa da sadece asıl metni olan Arapça lâfızlarıyla okunmasının bile ibadet olması keyfiyetidir. Hz. Muhammed’in (a.s.m.) hadislerinin sırf lâfızlarıyla taabbüd olunmadığına göre, Kur’an’ın lâfızları da Allah’a aittir.
Tarifte geçen önemli bir nokta da “Allah kelâmı” tabiridir. Bu tabir, Kur’an’da üç defa tekrarlanmıştır.
“Ve Allah, Musa’yla gerçekten konuştu” ayeti gibi daha pek çok ayette, kelâm sıfatı açıkça Allah’a izafe edilmiştir. İbn Hacer’in de ifade ettiği gibi, konuşanın/mütekellimin sözü/kelâmı, yalnız ona nispet edilir. Birinin sözü bir başkasına izafe edilemez. Her konuşanın sözü kendi sözüdür. Bu sebeple, yüce Allah, İbn Müğire’nin Kur’an için “O bir insan sözüdür” şeklindeki ifadesini reddetmiş ve onun büyük bir azaba uğrayacağını haber vermiştir.
“Kelâm” kavramı, “bir anlam ifade eden söz dizimi” demektir.
Ne Allah’ın kelâmı, ne de insanların kelâmı, sözden mücerret bir manadan ibaret değildir. Bunun içindir ki İslâm ümmeti, “Kur’an’ın hem lâfız hem de mana açısından Allah’ın kelâmı olduğu” hususunda ittifak etmişlerdir.