Ezber bozan kitaplardan hoşlanıyorum. Alışılagelmiş düşünceleri sarsan, sorgulayan yazarlardan... Bir kitap yazılmışsa/yazılıyorsa ya ‘yeni bir sözü’ olduğu için ya da söylediğini daha özgün, daha başka, kısacası daha ‘yeni söylemek’ istediği için yazılmalı. Yoksa nedir yazı, uzun, geniş ve biteviye bir ‘tekrardan’ başka?
ÖMER FARUK
Alman felsefe tarihçisi ve oryantalist Dag Nikolaus Hasse (d.1969) Vakıfbank Kültür Yayınları’ndan çıkan ‘Avrupalı Nedir?’ kitabında (Çevirmen: Selahattin Aktin) cazibeli ‘Avrupa’ kelimesini tartışmaya açarak kavramı ‘sömürgeci ve romantik düşünce biçimlerinden’ arındırmaya çalışıyor, daha ‘açık uçlu’ bir tanımlamayı teşvik ediyor. ‘Kalıplaşmış düşüncelerin’ üzerine giden yazarlardan yani.
Hasse işe ‘coğrafyadan’ başlıyor. Ona göre “Alanlar yoktur, alanlar icat edilirler. Avrupa’nın nereye kadar uzandığı coğrafi bir soru değil siyasi ya da kültürel bir sorudur.” Yine de Cebelitarık, İstanbul boğazı, Don ve Urallar ile ‘çerçevelenmiş’ kadim fotoğrafı nerede başlayıp nerede bittiği belirsiz ‘kültürel’ Avrupa kavramına göre çok daha ‘istikrarlı’ ve problemsiz sayıyor. Haklı çünkü ‘Avrupa’ denildiğinde hemen herkesin kafasında on iki sarı yıldızla birlikte küçük mavi bir harita beliriyor; giderek ‘silikleşen’ sağ alt köşesinde İstanbul... Bizler, ‘kenar batıda’ yaşayanlar için (bu tanımlama Oğuz Atay’ın günlüğünden ve bizi yeterince karşılamadığını düşündüğüm ‘orta doğu’ terimine göre daha çok seviyor ve kullanıyorum); evet, ‘kenar batıda’ yaşayan bizler ve bütün ‘Batı dışı toplumlar’ için Avrupa ‘ölçü birimi.’ Kendimizi ‘onunla’ tartıyor, ölçüyor, değerlendiriyoruz mütemadiyen. Kusurlarımızı, eksikliklerimizi ‘oraya’ bakarak tespit ediyoruz. Orhan Pamuk’un ‘Kar’ romanından altını çizmiştim yıllar önce: “Çoğunlukla batılı aşağılamaz, biz ‘batılıya’ bakıp kendimizi aşağılarız.”
Yalnız kenar batıda yaşayanlar değil, batılılar da ‘doğuyu’ bir ölçü birimi olarak kullanıyor sıklıkla. ‘Envanterini’ kendinden çok farklı bir “Orient” fikriyle sayıp çıkartıyor. Kitapta alıntılanan ‘oryantalist örneklerde’ görüldüğü üzere, yaygın kabule göre ‘batıl inançlı, savaşçı, barbar, köle ruhlu, despotik’ Müslüman Türkler ve Ortodoks Slavlar ‘Avrupalı’ değil Batılılar için. (Bir dost sohbetinde şöyle demiştim bi keresinde: Batı bizi ‘siyasi bir veba’ gibi görmüş yüzyıllarca. Farelerin taşıdığı veba mikrobu gibi Doğu’dan gelen yıkıcı bir salgın Türkler ve İslam.) ‘Orada’ aklın Kant’ça vurgulanan bağımsızlığı (aydınlanma) yok, kilise-devlet ayrımı (laiklik) yok, estetik yok, demokrasi yok, insan hakları yok, hukuk devleti yok, anayasa yok... Hasse 112 sayfalık küçük kitabında Batı’nın kibirli ve sömürgeci ‘peşin hükümlerine’ şüpheyle yaklaşıyor: “...bugünün bakış açısıyla ‘kazanım’ olarak nitelendirdiklerimizi ‘Avrupalı’ olarak adlandırmak ve Avrupa’nın gelişimini dünyanın diğer bölgeleri için bir model olarak tavsiye etmekte (...) tereddüt etmeliyiz.”
Etmeliyiz çünkü şüphelerimiz için birçok ‘tarihsel veri’ var elimizde. Her şeyden önce bilimsel düşüncenin Yunanlılarla başlamadığı, ‘Avrupa’nın temelleri’ sayılan Yunan bilimlerinin Asya’dan, Mısır’dan, Mezopotamya’dan ‘neşet ettiği’ artık bilinen sabite. Avrupa yalnız üç sütun (Kudüs-Hristiyanlık, Atina-Antik Yunan ve Roma İmparatorluğu) üstünde yükselen görkemli ışıl ışıl, modern bir ‘panteon’ değil özetle! Hasse Avrupa’nın Uzak Asya’ya, Hint’e ve İslam’a neler ‘borçlu’ olduğuna değinerek bugün Batı dışı toplumlarda listelenen eksikliklerin (bir kısmını yukarıda saydık) Avrupa mülkü sayılamayacağına, medeniyetin ‘Fransız-İngiliz-Alman bölgesine’ indirgenmesine ve Avrupa’nın özünün burada bulunduğunun söylenmesine itiraz ediyor.
Hasse’in ‘ikinci itirazı’ Avrupa’nın çekirdeğinde yalnızca ‘Katolik/Protestan Hristiyanlık’ olduğu düşüncesine. Ona göre kıtanın kuzeyinde pagan halklar, doğusunda Ortodokslar, güneyinde (İber yarımadası kast ediliyor) Müslümanlar ve birçok bölgesinde Yahudiler yaşamıştır yüzyıllarca. Bu toplulukların Avrupa fikrine yaptığı katkı ve etki de göz ardı edilemez diyor: “Kurtuba ve Konstantinopolis, Avrupa tarihinin kenarına değil merkezine aittir.”
Milan Kundera, Rémi Brague ve George Steiner tarafından kaleme alınan üç farklı deneme, devam eden kuşkucu yaklaşımla irdelenirken daha açık uçlu bir Avrupa tanımına yol alınıyor. Steiner’in ‘beş parametreye’ (kafelere, doğa manzarasına, sokaklara/meydanlara verilen isimlere, inanç ve akıldan gelen çifte kökene, trajik bilince) indirgediği ‘Avrupa fikri’ ilk başta kulağa hoş gelse de Hasse’e göre dar ve peşin hükümlü: “Bu çok garip, çünkü özellikle kahvehane bütünüyle Doğu’nun bir icadıdır...” Peki öyleyse son ve büyük soru: “Tipik Avrupalı olan nedir?” İşte bu sorunun cevabı için kitabı okumalısınız.