“...yaz” demişti, “yayınlanmasa da yaz!” Hulki Aktunç’la 2009’un son aylarında, sosyal medya sayesinde tanışmıştım. Kemal Tahir ile ilgili bir sayfada. Bir süre yazıştıktan sonra, Bahariye Rea Cafe’deki ‘Perşembe buluşmalarına’ katılıp, Gergedan Kitabevi’nde düzenlediği ‘atölyeye’ de devam etmeye başladım. O derslerin birisinde, öykü müsveddelerime göz attıktan sonra, “...yaz” demişti, “yayınlanmasa da yaz! Ve mutlaka günlük tut...”
ÖMER FARUK
Kendisi öyle yapmıştı çünkü. Öykü, roman, şiir, deneme, sözlük... Kırk yıllık yazın yaşamında onlarca kitabı yayınlanmıştı fakat öte yandan günlük tutmaktan da geri durmamıştı. Yazarın tutkulu okurları tarafından merakla beklenen ‘işte o günlüklerin’ üçüncü ve son cildi de nihayet basıldı. Birinci cilt (Sen Buranın Kışındasın) 1964-1967 arasını, ikincisi (İskandil) 1968-1969 yıllarını, son basılan cilt ise (Daktilo Günlük) daha uzun bir dönemi, 1970-1999 arasındaki otuz seneyi kapsıyor. 2015’den bugüne kadar günlükler üzerinde titiz bir okuma yapan Doğan Yarıcı “...yazdıklarını yayımlamaya ve yazar olarak tanınmaya başladığı 1970’lerin başından itibaren günlük yazmayı seyrelttiğini” söylüyor. Seyrelmiş de olsa, 1964’den 1999’a kadar otuz beş sene istikrarlı biçimde günlük tutmak... İlgilerini, okumalarını, gözlemlerini, tasarılarını, sevinçleri, dertleri, dönemin gazete manşetlerini, takip ettiği dergileri, seyrettiği filmleri, kendisinin ve ülkenin değişimini günü gününe not etmek... Her yazarın başarabileceği bir iş değildir doğrusu. Belki çocukluğunun bir dönemini askeri okullarda geçirdiği için...
Okurken de yazarken de nasıl titizlendiğini, nasıl disiplinli ve düzenli olduğunu bilenler bilecektir elbette. Fakat ‘henüz on beş yaşında’ tutmaya başladığı günlükleri okurken, edebiyata (ve birçok şeye) bu kadar erken yaşta uyanmış olmasına, merak duymasına şaşırmamak da mümkün değil. İşte birkaç yaprak:
“14 Mart 1964: ...Açlık, öteden beri almayı kurduğum romandı. Ataç. Sonra da Fransız Şiiri Antolojisi. Orhan Veli...”
“4 Nisan 1965: Sabah erken uyandım. Bulantı’yı okudum biraz. Düşündüğüm gibi, insanla şey arasındaki garip ilişkileri, ‘şey’ sayılan insanlarla roman kişisi arası bağıntıları anlatıyor. Geçen sene böyle bir uzun öykü yazmayı usuma koymuştum...”
“18 Mayıs 1965: Faulkner için T.S. Halman’ın yaptığı incelemeyi okuyorum. İnsanlar, daha doğrusu sanatçılar, daha fazla eserlerinin yorumlanışlarının çeşitliliğine göre değer buluyorlar galiba. Sonra bu değerlendirmelerin en şatafatlısı, kabul edilebilecek olanı gerçek sayılıyor. Demek istediğim; Hiçbir zaman anlaşılamaz bir sanatçı.”
Yayınlanan üç cildi elime alır almaz, sıkı bir Kemal Tahir okuru olduğum için, öncelikle ‘Dizin’e göz atıp Kemal Tahir adını buldum tabi. Hulki Aktunç Kemal Tahir’in son yılları için önemli bir tanıktı çünkü. (Tıpkı Türkiye Defteri dergisini çıkarttığı yakın dostları Selim İleri, Naci Çelik, Taylan Altuğ gibi...) Hayatını anlattığı nehir söyleşide (Yoldaşım Kırk Yıl, YKY) Rıza Kıraç’a şöyle demişti: “...ekip değil, rastlantıların kimi düşüncelerde buluşturduğu aydınlardık...” Benim onunla tanıştığım yaşlarda, o da Kemal Tahir ile tanışmış, sıcak ve derin bir ilişki kurmuştu kendisiyle. Romancının ölümüne kadar ‘dizinin dibinden’ ayrılmamış, yerinde ve isabetli gördüğü düşüncelerine katılmış, bir aydın olarak her şeyi sorgulayan, tartışmaya açan kuşkucu yanından etkilenmişti. Günlüğün 9 Kasım 1969 tarihli sayfasına şöyle yazmış mesela: “...Kemal Tahir’i kimileri tutucu biri diye nitelerler. Geniş, derinliğine işlediği, daha çok ileriye bakan bir fikir dünyası var bence. Onunla en büyük ortak noktam da şu; nasıl ve nereden gelirse gelsin ‘şemalara’ karşı kuşkucu olmak.”
Hulki Aktunç Kemal Tahir’in vefatından sonra kendi yolunu çizdi, 20 sayı süren Türkiye Defteri macerasını saymazsak, onun düşünsel mirasına sahip çıkma heveslisi görünmedi. Kendi edebi poetikasını geliştirdi. Yine de ona olan hayranlığı ve saygısı ölümüne dek (Haziran 2011) devam etti.
Ölümünden kısa bir zaman önce, o meşhur ‘Perşembe buluşmalarının’ birisinde, Kemal Tahir’e dair bir biyografi üzerinde çalıştığını söylemişti bana. Ben de ‘günlüğüme’ not etmişim ismini: Hakikatin Yorulmaz Savaşçısı. Ne oldu acaba o müsvedde? ‘Evrak-ı metrukesinde’ Kemal Tahir hakkında ‘yayınlanmadık bir şeyler’ kalmış mıdır? Kim bilir, belki...