Tarihçi Hamit Pehlivanlı’nın Yedikıta Tarih ve Kültür Dergisi’ndeki Bosna konulu makaleleri ‘Bizim Bosna’ adıyla bir araya getirildi. Kitapta Bosnalıların günlük yaşantısı da anlatılıyor, 20’nci yüzyılın en büyük katliamlarından Srebrenica Soykırımı’nın izi de sürülüyor. Pehlivanlı “Bosna camisiyle çeşmesiyle, insanıyla çarşısıyla hep bizden, Osmanlı’dan izler taşıyor” diyor.
MELEK GEDİK / İSTANBUL
Yedikıta Kitaplığı’na ‘Payitaht İstanbul’un ardından bu kez Bosna Hersek’in anlatıldığı makalelerin derlendiği ‘Bizim Bosna’ kitabı eklendi. Tarihçi Hamit Pehlivanlı’nın kaleme aldığı yazılardan oluşan çalışmada Osmanlı’nın Balkanlardaki en stratejik toprağı Bosna’nın acı ve direniş dolu hikâyesi anlatılıyor. Pehlivanlı, Tuzla Üniversitesi’nde görev yaptığı sırada yaşadıklarını, duydukları ve gördüklerini akıcı bir dille anlatarak okuyucuyu tarihi bir yolculuğa çıkarıyor. Bosna yolunu Pehlivanlı kitapta “Bosna, ‘bizim’ sıfatını o kadar hak ediyor ki... Camisiyle çeşmesiyle, insanıyla çarşıyla hep bizden, Osmanlı’dan izler taşıyor. Her karış toprağına vurulmuş birer mühür gibi, gözüne çarpan her şey onu ‘bizim’ yapıyor. Ama Bosnalılar sitemkâr, yine bizi bekliyor” sözleriyle anlatıyor.
“Evlad-ı Fatihan yurdu Balkanlar, Osmanlı için her zaman ehemmiyetini korumuş vatan toprağıydı” diyen Pehlivanlı’nın, kitabında anlattığı dikkat çekici notlardan biri Boşnakların Osmanlı’ya duydukları sadakat ve hasretle ilgili: “Yeni Pazar Rojaya’dan İslam Bey isimli 87 yaşındaki bir Müslüman, 1975’li yıllarda Türkiye’deki torununu görmek ister. Bunun için ilgili makamlara müracaat eder. Pasaport almak için pek tabii kendisinden kimlik istenir. İslam Bey ‘Kimliğim yok!’ der. Yetkililer, ‘Nasıl olur, kimliksiz insan mı olur?’ derler. İslam Bey şu cevabı verir: Kimliğim nasıl olsun. Babama kimlik alalım dediğimde, her defasında ‘Oğlum, ne gerek var kimliğe. Osmanlılar nasıl olsa geri gelecekler!’ diye cevap verirdi.”
Balkanlardaki birçok Osmanlı eserini günümüze ulaşmadığını kaydeden Pehlivanlı, özellikle yazılı hiçbir belgenin olmadığını şu sitemli sözlerle anlatıyor: “Yazılı eser namına burada pek bir şey kalmamış denilebilir. Tuzla Arşivi’nde yaptığımız araştırmada dört adet arazi-emlak defterinden başka bir şey bulamadık. Bosna Savaşı sırasında Sırpların saldırısına uğrayan arşiv binasında, yakılmış birkaç eser eski kitap haricinde ne yazık ki başka bir şey bulunmamaktadır. Bu görüntüleri de çok yadırgamadık. Bazılarının farklı medeniyetlere ait eserleri yakmak, yıkmak hususunda sicilinin kabarık olduğunu cümle alem bilmektedir. Endülüs İslam Medeniyeti’nin kütüphanelerinin yakanların, son yüzyıldaki temsilcileri de onlar olmuştur.” Kitapta ayrıca sadece Bosna’nın acı tarihi yok! Yüzyıllarca savaş görmüş beldenin gizli güzellikleri de ortaya seriliyor. Özellikle Mostar’ın anlatıldığı ‘Köprüsü Kendisine Ad Olan Şehir’ makalesinde, Pehlivanlı Mostar’ı hem Evliya Çelebi’nin yazdıklarıyla hem de kendi notlarıyla bizlere aktarıyor. İşte kadim şehir Mostar’ın hikâyesi: “Bosna-Hersek denildiği zaman ilk akla gelen şehirlerin en önemlilerinden biri de köprüsüyle meşhur Mostar’dır. Diğer bir ifadeyle köprüsü kendisine ad olan şehir. Mostar, Neretva Nehri’nin Adriyatik Denizi’ne doğru koşarcasına aktığı vadinin iki tarafında kurulmuştur. Şehre adının veren meşhur köprünün, 1566-1557 yılında inşa edildiği ve inşaatın 9-10 yıl kadar sürdüğü bilinmektedir. Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayrettin tarafından yapılan ve Neretva’nın kıyılarını tek kemerle birbirine bağlayan ve yüzyıllarca birçok insanın üzerinden geçtiği bu mimari harika, ne yazık ki Ustaşalar (Fanatik Hırvatlar) tarafından 9 Kasım 1993 tarihinde top mermisiyle havaya uçurulmuştur. Böylece yüzyıllardır şehrin iki yakasını bir araya getiren köprünün yıkılmasıyla birbirinden ayrı olarak yaşamaya başlamışlardır.”
Kitapta kuşkusuz en çarpıcı bölüm Srebrenica katliamının anlatıldığı kısımlar... Pehlivanlı, katıldığı bir defin merasimini şöyle anlatıyor: “Uzun çalışmalar sonucu, Bosna Savaşı’ndan sonra ilk defa açılan toplu mezarlardan çıkarılan şehit Müslümanlar için art arda cenaze defin merasimlerinin yapılmasına karar verildi. Bunlardan ilki 2003 yılı mart ayında gerçekleştirildi. Heyecan ve sabırsızlıkla bekleyen insanlar, sel gibi akıp mezarların arasına dağıldılar, tabelalara yazılı plandaki ada ve parsele bakarak şehidinin kabrini aradılar. Katliam 1995’te yapılmış olmasına rağmen daha dün olmuş gibi canlılığını koruyordu.” Pehlivanlı, Bosnalıların günlük yaşantısına dair ilginç bir ayrıntıyı da paylaşıyor. ‘Ölüm İlanlarının Dili’ makalesinde, Bosna sokaklarındaki ölüm ilanlarının anlamını deşifre ediyor. Bu ilanlardan ölen kişilerin Müslüman, Ortodoks Hristiyan hatta ateist olduklarını gösteren işaretler konulduğunu belirten Pehlivanlı “Bazı Ortodoks Hristiyanların ölüm ilanlarında çapraz yapraklar görülür. Bilenlere sorduğumda bana bunların Hristiyan ailelere mensup ateistler için verilen ölüm ilanları olduğunu söylediler” diyor.
BOŞNAKÇADA 8 BİN TÜRKÇE KELİME VAR
Pehlivanlı’nın Saraybosna’daki gözlemleri ise Bosna’yı hiç ziyaret etmemiş olanlar için bir rehber kitap niteliğinde: “Saraybosna’da başta Başçarşı olmak üzere şehri gezerken hemen her yerde Osmanlı izlerine rastlamak mümkündür. Bu izler cami, medrese, han, hamam, türbe, çeşme gibi mimari eserler yanında dil ve kültürel izlerdir. Yapılan araştırmalarda Boşnakçada 8 binden fazla Türkçe kelimenin hala yaşadığı tespit edilmiştir. Nitekim gezerken veya bir dükkana girdiğinizde kulağınıza bazı Türkçe kelimelerin çalındığını duyarsınız. Bazı lokanta önlerinde yemek listesini gösteren levhalara baktığınızda da yemek ve sofra kültürüne dair izleri görmeniz mümkün.”
BAŞIMIZA NE GELDİYSE SİZ GİTTİKTEN SONRA GELDİ
Sadece Bosna’nın nadide şehirlerini değil güzel insanlarını da notlarına düşen Hamit Pehlivanlı, 2002’de Prof. Dr. Ömer Nakiçeviç Hoca ile yaşadığı anısını şöyle anlatıyor: Pehlivanlı “İslami İlimler alanında çalışan Ömer Hoca ile tanışma faslından sonra sohbete başladık. Bir müddet sonra hoca ‘1878 Berlin Antlaşması’ndan sonra bizi bırakıp gittiniz, ilginizi kestiniz!’ diye sitem etti. Ben bu ayrılığın mecburiyetten olduğunu, Osmanlı’nın sadece Bosna’yı değil, ülkesinin birçok parçasını bırakmak zorunda kaldığını anlattım. Tabii ki bu sitemin haklı tarafları vardı. Bu sitemi ‘Başımıza ne geldiyse siz gittikten sonra geldi’ anlamındaydı” sözlerini kaydediyor.