Daha mutlu ve daha enerjik bir hayat yaşamanın en iyi yollarından biri spor yapmak. Güne daha enerjik başlamaya yardımcı olan spor, günlerin daha verimli geçmesini de sağlar. Sporun her açıdan insana fayda sunduğu bilinen bir gerçek olsa da iş spor yapmaya gelince herkes çeşit çeşit bahane bulur. Bu nedenle spora başlamak için motivasyon kaynakları bulmak gerekir. Peki, ama bunu yapmak neden bu kadar zor? İşte detaylar...
İnsan en süratli ya da en kuvvetli tür değildir. Kanatlara, parçalayıcı dişlere, pençelere, bir zehre ya da zırha sahip değiliz. Fiziksel açıdan, bizler büyük ölçüde doğada 'kaçan tarafız.' 'Kaçan taraf' ironik bir terim, zira insanlar kendi bölgesinde yaşayan diğer tüm türlere fiziksel anlamda üstün gelir: Bizler, uzun mesafe koşucularıyızdır. İki ayak üzerinde yürümemiz ve benzersiz ter bezlerimiz, insanların öteki türler yorgunluktan çöktükten sonra bile uzun bir süre daha koşmaya devam edebileceğimiz anlamına gelir.
İnsanlar kendilerini fiziksel bağlamda zorlayarak, yani egzersiz yaparak, bunu uzun süre yapabilecek biçimde evrimleştiler. Ne var ki pek çok insan gerçekten de egzersiz yapmaktan hoşlanırken, (gittikçe boşalan spor salonlarının ve şubat ortasında terk edilen 'yeni yıl kararlarının' da ortaya koyduğu üzere) bunu yapanlar azınlıktadır. O halde neden bunu yapacak biçimde evrimleşmiş olsak bile her insan egzersiz yapmaktan hoşlanmaz? Bu durumdan, insan beyninin hayret verici karmaşıklığı sorumludur. Bir beceriyi ilerletmek, onu otomatik olarak kullanmak istememizi gerektirmez. Zırh sahibi yaratıklar da pratikte saldırıya uğramayı istemezler.
Tarkan Tufan'ın Gazete Duvar için Science Focus dergisinden derlediği habere göre, fiziksel egzersiz o derecede kötü olmasa bile, yine de çoğu zaman nahoş ve rahatsız edicidir. Öyle de olmalı; çünkü vücudunuzu fiziksel sınırlarına dek zorluyorsunuz ve bu durum bazı önemli rahatsızlıklara neden oluyor: Neticede, bedenimizin sınırları olmasının da bir nedeni var.
BEYNİNİZ EGZERSİZ HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYOR?
Bir diğer mesele ise insan beyninin boşa giden çaba karşısında fazlasıyla hassas olması. Araştırmalar, beynin ‘insula korteksinde’ eylemler için ne kadar çaba gerektiğini hesaplayan özel devreler bulunduğunu ortaya çıkardı: Bu devreler, "Buna değer mi?" diye sormak için oradalar.
Bu, bir avuç çilek uğruna 30 km yürümek gibi manasız çabalar doğrultusunda hayati öneme sahip kaynakları heba etmemizi engellemek için gelişmiş eğilimdir.
Bununla birlikte 'forma girmek' amacıyla yapılan düzenli egzersiz, devamlı ve kayda değer bir çaba gerektirir; tüm bunlar aşamalı bir ilerleme ve ne olduğu bilinmeyen ödüller uğruna yapılır (çünkü başarıya ulaşacağınızı önceden garanti etmek mümkün değildir). Yani beyninizin "Buna değer mi?" diye sorma eğilimini yatıştırmak zor olabilir.
Diğer yandan, bu özellik, tipik biçimde en büyük ödül için en az çaba gerektiren şeyleri tercih ettiğimizi ortaya koyar. Bundan ötürü, en az zorlayan yolu tercih ediyoruz, rutinlere bağlı kalıyor ve konfor alanımızda kalıyoruz. Egzersiz yapmak, ne olduğu bilinmeyen sonuçlar uğruna tüm bunlardan vazgeçmek anlamına geliyor. Beynimiz bizi güvende tutmak için, çoğunlukla ödüllerden ziyade risklere daha fazla dikkat etme eğilimi gösterir ve bu durum, fiziksel açıdan zorlu faaliyetlere girişme hususunda daha isteksiz olmamıza neden olur.
Yani, vücudumuz düzenli egzersize uyum sağlayabilirken, beynimiz pek çok açıdan bundan kaçınacak biçimde evrilmiştir. Ve neticede, kendimiz için fiziksel faaliyetlerden kaçınmanın uygun bir seçenek olduğu bir dünya yarattık.
Neyse ki, insan beyni inanılmaz derecede karmaşık bir organ; bundan ötürü, mecazi olarak birkaç 'numara' yapabilir. Açık biçimde söylersek, daha ilkel, anlık içgüdüler ve dürtüler tarafından yönetilmez. Pek çok türün düşünce süreçleri "Yemek ye!", "Tehlikeden kaç!", "Acıdan kaç!" ile sınırlı olsa da biz bunun ötesinde geliştik.
İnsan beyni birçok uzun vadeli hedef ve heves üretebilir. Yalnızca günlük hayatı sürdürmekle nadiren yetiniriz: İstenen bir gelecek senaryosunu aklımızda canlandırabilir, bunu nasıl başaracağımızı anlayabilir ve tam olarak bunu başarabiliriz. Ya da en azından onun için çabalarız. Bu, beynimizin güdülenmeyi ve iradeyi pek çok ilginç şekilde işleme biçimini doğrudan etkiler. Öncelikle, bu bizi, hazzı erteleyebilir hale getirir: Şu anda bir ödülü reddetmenin daha sonra daha büyük bir ödülün önünü açabileceğini kabul edebilir ve buna göre davranabiliriz.
Pratikte, televizyon izlerken dört paket cips yemenin şu an için keyif verici olacağını anlıyoruz fakat spor salonuna gitmek ilerleyen dönemde daha zinde, güçlü ve sağlıklı olmamız anlamına gelir. Ve bir de ‘adil dünya’ yanılgısı var. Dünyanın adil olduğunu varsaydığımız yer burasıdır ve bu da bizi herhangi bir ıstırabın kesinlikle daha sonra ödüllere yol açacağına inandırır -ve çalışmalar da bunu göstermiştir-. Söylendiği gibi, "Acı olmadan kazanç da olmaz".
BEYİN NASIL MOTİVE OLUR?
Peki, beyin bütün bu farklı motivasyonları nasıl işler? Kendisiyle çelişme teorisi, herhangi bir zamanda zihnimizde faal olan birkaç 'benliğimiz' olduğunu iddia eder; bunlar 'gerçek' benliğimiz, 'ideal' benliğimiz ve 'olması gereken' benliğimizden oluşur.
'Gerçek' benlik şu anki halinizdir, şu an olduğunuz kişidir. 'İdeal' benliğiniz ise olmak istediğiniz şeydir. Ve 'olması gereken' benliğiniz, 'ideal' benliğiniz haline gelmek için gereken her şeyi yapan benliğinizdir. Yapmanız gerekeni yapan benliktir. Dolayısıyla, 'ideal' benliğiniz profesyonel bir futbolcuysa ve 'gerçek' benliğiniz öyle değilse, futbol sahasında antrenman yapmak ve daha iyi hale gelmek için uzun süreler harcayan, 'olması gereken' benliğinizdir.
Bu, bedensel egzersiz söz konusu olduğunda motivasyonun nasıl çalıştığını gösteren basit bir çerçevedir. Kuşkusuz, zaman yetersizliği, bedensel görünüm ve hareket ihtiyacı gibi kritik roller oynayan başka faktör de söz konusudur. Buna karşın, beyniniz söz konusu olduğunda, sizi egzersizden caydıran süreçler ve onu teşvik eden süreçler mevcuttur. İdeal olarak, ikincisine birincisinden daha fazla ağırlık verirsiniz. Ağırlık kaldırmak bir tür egzersizdir ve bir yerden başlamanıza yardım eder.