Görüşler

Halil Turhanlı yazdı: Şairin bir ırkçı olarak portresi

Halil Turhanlı yazdı: Şairin bir ırkçı olarak portresi

“Gerçekliğe ve Geleneğe Karşı”nın yazarı Halil Turhanlı modern şiirin büyük ustası Ezra Pound’un geçen yüzyılda belirli bir entelektüel ve politik çevrede etkili olmuş olan sıra dışı ekonomik ve toplumsal görüşlerini masaya yatırıyor.

Ezra Pound’un iflah olmaz bir Yahudi düşmanı, bir antisemit olduğu gayet iyi bilinir. Ama Amerika’daki siyahlara karşı tutumu üzerinde pek o denli durulmamıştır. Yani, bilinen ırkçılığının sadece bir kısmı ve bir yönüdür. Pound incelemeleri yapanlar, biyografisini yazanlar onun sadece antisemitizmi üstünde yoğunlaşırken siyahlar hakkındaki ırkçı duygu ve düşüncelerini tali saymışlardır. Bazıları ise onun siyahlar hakkındaki düşüncelerinden hiç söz etmemişlerdir.

Ezra Pound, 1946 yılında, savaş zamanında İtalya’da Mihver Devletleri’nin radyolarında yaptığı faşizm propagandası dolayıyla vatana ihanet suçundan dolayı yargılanmış, fakat isnat olunan suçlamaları anlayamayacak denli akıl sağlığının bozuk olduğu gerekçesiyle aleyhinde mahkûmiyet hüküm tesis edilmemiş, (Washington D.C.) St. Elizabeths hastanesine kapatılarak orada gözaltında bulundurulmuştu. 1958 yılına kadar da orada kaldı.

Genelde Pound’un St. Elizabeths’de kaldığı dönemde affedilme ihtimalini kaybetmemek, serbest bırakılma şansını zora sokmamak için doğrudan ideolojik açıklamalar yapmaktan kaçındığı söylenir. Kuşkusuz, sözü edilen yıllarda politik ajitatör olarak Pound yoktu. Ama çevresinde onun şiirini sevdikleri denli politik düşüncelerini, ekonomi konusundaki görüşlerini önemseyen insanlar vardı. Bunlar Pound’u ziyaret ediyor, onunla mektuplaşıyor ve onun düşüncelerini yayıyorlardı.

Pound’un İtalya’da tutuklanıp Amerika’ya getirildikten sonraki hayatının neredeyse tamamını akıl hastanesinde geçirmiş, gerçek dünya ile zihinsel bağları hayli gevşemiş, mantığı iyice çökmüş, politik düşünceleri ciddiye alınmayan, yalnızca şiirleri önemsenen yaşlı bir şair olarak yaşadığına dair yaygın bir kanı mevcuttur. Bu bütünüyle yanlıştır. Pound soğuk savaş yıllarında Amerikan radikal sağı üstünde ideolojik açıdan da hayli etkili olmuştur.

18-03/06/ekran-alintisi-1520295816.JPG

Pound’un çevresindeki radikal sağcılar New Deal (Yeni Anlaşma) programları nedeniyle yürürlükteki hukuk düzeninde yapılan değişikliklere, çıkarılan yeni yasalara, Brown v. Board of Education kararı başta olmak üzere ırksal gerilimleri azaltmaya çalışan yargı kararlarına karşı çıkıyorlardı. DAC (Amerikan Anayasası’nın Savunucuları) adlı kuruluş içinde bir araya gelen bu insanlar örgütlü ve sistemli bir muhalefet yürütüyorlardı.1953 yılında kurulan DAC’ın kurucuları arasında eski askerlerin yanısıra, üniversite öğrencileri de yer alıyorlardı. Komünistlerin hukuk düzenini değiştirme girişimine karşı Anayasayı koruyacaklardı. Bu kuruluşun içinde Pound’a hayranlık duyan, onunla temas eden çok sayıda insan vardı.

Bu düşünceler Pound ve sözü edilen radikal sağ çevreleri ortak bir zeminde bir araya getiriyordu. Pound da iç savaşı izleyen Yeniden İnşa döneminde, New Deal politikalarının uygulandığı 1930’larda Anayasada yapılan değişikliklere karşıydı. Keza okullarda siyah ve beyaz entegrasyonunu kültürün melezleşmesi olarak gördüğü için Brown v. Board of Education kararından da hoşnutsuzdu. Tıpkı Güneyliler gibi “eyalet hakları”nı savunuyordu. “Eyalet hakları” 1950’lerde, Yüksek Mahkeme’nin okullarda entegrasyon kararından sonra Güneylilerce yeniden gündeme getirildiğinde Pound da onlarla aynı safta yer aldı.

Pound, Güneyde doğmamış, orada yaşamıştı, ama Güneylilerin ideolojisini en az onlar kadar benimsemişti. Köleliğe dayalı bir tarımsal düzeni savunmak, ırksal eşitsizlikten, daha doğrusu beyaz ırkın üstünlüğünden yana olmak Güney ideolojisinin asli unsurlarıdır. Böyle bir ekonomik-toplumsal düzen savunusu açıkça dile getirilemediğinde “eyalet hakları” sözünün ardına gizlenerek savunulmuştur. Bu talep görünürde her eyaletin kendilerini ilgilendiren konularda kendilerinin karar vermeleri isteğini ifade ediyordu. Buna göre kölelik Güney eyaletlerinin iç meselesi sayılıyor ve kaldırılmasına ya da devamına eyaletlerin karar vermeleri isteniyordu. İç savaş döneminde dile getirdikleri “eyalet hakları”nı 1950’lerde Yüksek Mahkeme’nin eğitimde entegrasyona hükmetmesinden sonra yeniden gündeme getirdiler. Bu kez eğitim kurumlarında siyah ve beyaz öğrencilerin birlikte ya da ayrı eğitim görmeleri konusunda eyaletlerin karar vermesi gerektiği yönünde kampanya yürüttüler.

Dunning Okulu olarak bilinen tarihçiler “eyalet hakları”nı tarihsel olarak meşrulaştıran tezler ileri sürüyorlardı. William Archibald Dunning’in kurucusu kabul edildiği için onun adıyla anılan bu okul Güneyin eski düzenini hararetle savundu. Güneyli olup köleliğe karşı çıkanları kendi insanlarına ve toprağına ihanet etmekle suçluyorlardı. Dunning Okulu’nun dilinde Burke’ün muhafazakarlığı ırkçılığın ve emperyalizmin pervasızca savunulması düzeyine indirgenmişti.

Federal askeri birliklerin yenilen Güneyi işgal etmeleriyle başlayan Yeniden İnşa dönemi 1865-77 yıllarını kapsar. Köleliğin kaldırılmasıyla ilgili yasal düzenlemelerin yapıldığı, siyahların yeni statülerinin hukuki bir temele dayandırma çalışmalarının yürütüldüğü, yeni yasaların hazırlandığı, yürürlükteki yasalarda gerekli değişikliklerin yapıldığı bir geçiş dönemidir bu. Dunning okulu bu dönemi “trajik yıllar” olarak niteliyordu. Yalnızca savaşı ve davalarını kaybeden Güneyliler açısından değil, bütün Amerika için trajik etkileri olan yıllar. Pound iç savaş ve Yeniden İnşa dönemi konusunda Dunning Okulu’nun tezlerini benimsiyordu.

Pound’un değişik kaynaklardan yararlanarak geliştirdiği ekonomik görüşlerinin temelinde tefeciler (bankalar, kredi verenler) ile borçlular arasındaki keskin bir çelişki yer alıyordu. 1944 yılında Salo Cumhuriyeti’nin propagandasını yapmak için İtalyanca kaleme aldığı Amerika, Roosevelt ve Hâlihazırdaki Savaş başlıklı kitapçıkta İkinci Dünya Savaşının tefeciler (kredi, borç verenler) ile dürüstçe çalışanlar arasındaki çatışmadan doğduğunu belirtir. Pound’a göre Mihver Devletleri tefecilerin mağduruydular. Aslında bu iki ekonomik-toplumsal kategori (tefeciler ve borçlular) arasındaki çatışmanın bütün savaşların nedeni olduğunu vurguluyordu. Amerikan Devrimi de İngiltere Merkez Bankası’nın Pennslyvania Kolonisi’ne kağıt para kullanmayı dayatmasıyla başlamıştı. Pound iç savaşı da aynı çatışmayla açıklar. Buna göre iç savaşın nedeni Güneylilerin New York bankalarına (tefecilerine) olan borçlarıydı.

Pound, 1943 yılında Amerikan Birleşik Devletler hükümetine yazdığı ve radyo konuşmalarından dolayı yöneltilen vatana ihanet suçlamasına karşı kendini savunduğu bir mektupta “Ben bu savaşla ilgili olarak konuşmadım. Sözünü ettiğim bir sistemdi. Bir savaşın ardından dizi halinde ve sistem içinde bir diğer savaşı başlatan sistemi protesto ettim” diyordu. Sözünü ettiği sistem “tefecilik”ti.

Pound gerçekten radyo konuşmalarında 19. yüzyıl Amerika tarihi hakkındaki düşüncelerini de açıklamıştı. O Amerika’nın özünde bir tarım ülkesi olduğunu, Amerikalıların toprağa bağlı insanlar olduklarını, Güneyin bu açıdan bütün Amerika’yı temsil ettiğini düşünüyordu. Pound’a göre Amerika’nın toplumsal hayatını ve ekonomik düzenini ilk yerleşenlerin toprak edinme, toprağa bağlanma, onu işleme ve bunlara bağlı diğer idealleri biçimlendirmişti. Fakat sanayileşme ve buna bağlı olarak kuzeydeki tefecilerin (bankaların) ülkeye hâkim olmalarıyla birlikte Amerika özgün ideallerinden kopmuş, trajik bir çürüme ve çöküş dönemine girmiştir.

Pound Amerika’nın tarihine ilişkin bu görüşlerini hem radyo konuşmalarında, hem de kantolarda işledi. Dolayısıyla çevresindeki radikal sağcı gençler onun şiirini politik düşüncelerinden, ideolojisinden ayrı düşünmemede haksız sayılmazlardı. Bu tarihsel perspektifin ötesinde kantolarda kodlanmış olarak ırksal mücadele, ırksal yazgı ve ırkların saflığının korunması konuları patolojik sayılabilecek bir titizlikle işlenmiştir.

Pound kantoları 1910’ların sonlarında, İmgeci (Imagist) döneminde yazmaya başlamıştı. Alıntılar, göndermeler, bağlantılarla örülmüştür kantolar. Mitsel karakterlerin, tarihsel kahramanların, bilgelerin yer aldığı portreler galerisi. Değişik coğrafyalara yapılan yolculuklar. Şairin kaynakları birbirinden çok farklı, birbirinden çok uzak kültürlerdir, ama o bunlar arasında bağlantı kurmayı başarır.

Pound tarihsel kahramanlarını bencilliğe, çıkarcılığa, yolsuzluklara karşı giriştikleri mücadeleyle de değerlendirir. Bunu gerçekleştiren ve yeni ekonomik düzen getiren hükümdarlar vardır kantolarda. 18. Kantoda, Moğol Kağanı Kubilay Han’ı halkına yeni bir ekonomik ve kültürel düzen getirdiği, yeni ekonomik ilkeler kabul ettiği için över.

Pound’un Akdeniz halklarına, Toskana’nın doğasına, orada yaşayan insanlara duyduğu yakınlık kantolara yansımıştır. Onlar toprağa bağlı, doğa ile uyum içinde yaşayan insanlardır. Ama katı hiyerarşiler üzerine kurulu toplumsal yapıları da, örneğin imparatorluklar dönemindeki Çin’i ve bu toplumdaki hiyerarşileri meşrulaştıran Konfüçyüs düşüncesine de yakınlık duyar.

1930’larda yazdığı kantolara 1929 büyük ekonomik krizinin de etkisiyle ekonomik ve politik düşüncelerini çok daha belirgin ve yoğun biçimde kattı. Krizdeki mevcut ekonomik düzene ve onun kurumlarına alternatifler sundu. 42. ve 46. Kantolar’da on yedinci yüzyılda kurulmuş olan Siena Bankası’ndan (Monte dei Paschi di Siena) tefecilikten uzak, adil bankacılık örneği olarak söz eder. Pound’a göre bu banka İngiltere Bankası’nın alternatifidir. Siena Bankası toprağa bağlı olan ve toprağı işlemesini bilen insanlarca tarımsal arazilerden, otlaklardan elde edilen zenginliklerle, kurulmuştu.

Bu dönem kantolarında ayrıca Mussolini’ye epik bir figür olarak yer verir. Onu dünya ekonomisindeki büyük depremin yol açtığı hasarı onaracak yeni ve adil bir düzeni kuracak lider olarak yüceltir (örneğin, 41. Kanto). Mussolini’nin yeni düzenine olan inancını hiç yitirmedi. 1943 sonbaharında Mihver Devletlerinin yenilgisi kesinleştikten sonra dahi onu destekledi. Duce’nin sevgilisiyle birlikte idam edilmesinden sonra yazdığı “Ben ve La Clara” başlıklı kantoda rüyanın hüsranla bittiğini güçlükle kabulleniyordu “Köylünün çökmüş omuzlarında muazzam bir trajedi” der bir dizede. Mussolini’nin bir köylü çocuğu olması, kırsal kesimden gelmesi ve toprağa önem vermesi onu sevmesinin nedenleri arasındaydı. Duce bataklıkları kurutmuş, kurutulan bataklıkları verimli tarım arazilerine dönüştürmüştü. Bu epik figür aynı zamanda toprağın değerini bilen bir köylüydü. Ama Pound, Mussolini’yi överken bazen ölçüyü iyice kaçırıyordu. İtalya’da kaleme aldığı bir kitapçıkta Mussolini’yi Thomas Jefferson’a benzetiyor, Duce’nin 1930’larda İtalya’ya getirdiği faşist rejimi Kurucu Babalar’ın ideallerine yakın buluyordu.

Pound’un faşizme olan yakınlığı, ırkçılığı, antisemitizmi, düzyazılarına kantolara da yansımıştı. Ama kantolar bundan ibaret değil. Ruh dünyası hayli karmaşık bir şairin yazdığı, okurdan çok şey isteyen, okuru zora koşan, yoran bir şiirdir onunki. Asıl ilginç olan böylesine reaksiyoner bir şairin modernist şiirin kurucularından biri olmasıdır. Ama tek örnek Pound da değil. Geçen yüzyılın belli başlı avangart akımlarında radikal sağcı yazarlar, şairler ve sanatçılar oldukça etkili olmuşlardı. Geleneklere bağlı bu yaratıcılar aynı zamanda gelenek yıkıcı ve yadsıyıcıydılar. Bir kültürün mirasını bir başka kültürün değerlerine dayanarak sorgulamışlardı.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir