Görüşler

Halil Turhanlı yazdı: Filistin zulmü aslında Harlem’in de öyküsü

Halil Turhanlı yazdı: Filistin zulmü aslında Harlem’in de öyküsü

‘Gerçekliğe ve Geleneğe Karşı’ kitabının yazarı Halil Turhanlı, Filistinlilerin yaşadığı zulümle siyahi Amerikalıların bir dönem yaşadığı eziyet ve baskılar arasında bağlantı kuruyor.

ames Baldwin, Harlem’de doğmuş, çocukluğunu da orada geçirmişti. Harlem’den genç yaşta ayrıldı. Önce Greenwich Village’e, sonra da Avrupa’ya, Paris’e gitti. Ama Harlem hep ruhundaydı. Bu anlamda Harlem’den hiç kopmadı. Dahası pek çok deneme ve politik polemiğinde Harlem üzerine odaklandı. Bir eleştirmenin sözleriyle “Harlem hiç böylesine vefalı bir oğul yetiştirmedi”

Aslında iki Harlem vardı. Biri henüz ortaya çıkmakta, Beyaz Amerika ile uzlaşmaya teşne olan siyah orta sınıfın yaşadığı Sugar Hill. Oradaki siyahlar için hayat gerçekten tatlıydı. Diğeri ise yoksulların Harlem’i, getto nitelemesi de burası için kullanılıyordu. James Baldwin bu ikincisinin çocuğuydu; ruhunda taşıdığı, yazılarında sözünü ettiği de bu ikinci Harlem’di. İlk yayımlanan yazılarından biri “Harlem Gettosu” başlığını taşıyordu. Harlem’i bir getto olarak tanımlamak, getto olduğunun altını çizmek ne anlama geliyordu? Bunun cevabını verebilmek için 1966 yılında Nation’da yayımlanan “İşgal Edilmiş Bölgeden Rapor”  başlıklı denemesini okumalıyız.

1964 yılında 125. Cadde’de ikinci el giysiler satan, Holokost’dan kurtulmuş bir Yahudinin dükkânını soymaya kalkışan altı siyah genç kendilerine engel olmaya çalışan dükkân sahibini öldürdükleri iddiasıyla yargılanmışlardı. Baldwin bu siyah gençlerin hukuka uygun olarak yargılanmadıklarını, siyah oldukları ve Harlem’de yaşadıkları için mahkemenin onlara önyargıyla yaklaştığını ve yargıladığını düşünüyordu. Siyah gençler Harlem Altılısı olarak anılmaya başlandılar. Yargılanmalarının hukuka uygun olarak yürütülmediği gerekçesiyle bir kampanya başlatıldı. Kampanya zamanla genişledi. Irkçılığa karşı mücadeleye dönüştü. James Baldwin bu kampanyayı başlatanlar arasındaydı. O dönemde sivil haklar hareketinin önde gelen aktivistlerinden biriydi. Vietnam Savaşı’nı protesto gösterilerine katılıyor, Küba Devrimi’ni destekliyordu.

Harlem Altılısı olayı, onlar için yürütülen kampanya James Baldwin’i bir kez daha çocukluğunun Harlem’ine geri götürdü. 1966 yılında, kısa ama oldukça önemli politik yazılarından biri olan “İşgal Edilmiş Bölgeden Rapor” başlıklı denemesini bu koşullar altında yazdı. Baldwin, Harlem’in işgal altında bir koloni olduğunu yazıyor ve siyah gençleri terörize eden polisleri beyaz Amerika’nın işgal güçleri olarak niteliyordu. Ona göre  Harlem, Yeni Dünya’nın içindeki bir sömürgeydi. Polis orada yaşayan herkesi potansiyel suçlu sayıyordu; Harlem’de çatı katlarında yaşayan, pencerelerden sokağa bakan, kapı önlerinde  gruplar halinde bir araya gelen  insanları tehdit  unsuru olarak  görüyordu.

James Baldwin’in anlattıkları İsrail’in işgali altında yaşayan Filistinlilerin de öyküsüdür, Filistinlilerin dile getirdikleri deneyimlerine de çok benziyor. Siyahların gettolardaki hayatlarıyla Gazze ve Batı Şeria’da Filistinlilerin yaşadıkları arasındaki dikkat çekici benzerliği fark etmemek mümkün değil. Gerçekten, polis baskısı altındaki   gettolardaki siyah gençler ile İsrail askerlerinin   ateş açtığı, ölümüne  dövdüğü  Filistinli  çocukların, gençlerin trajik deneyimleri arasında inkar edilemez  ortaklıklar söz  konusu. Daha açık ve daha özlü  bir ifadeyle, Afro-Amerikalılar ve Filistinliler  işgal altında yaşayan iki toplum. Bu ortaklıklar James Baldwin’in, denemelerini kaleme aldığı 1960’lardan günümüze kadar devam ediyor, geçerliğini ziyadesiyle koruyor. 2014  yazında Ferguson, Missouri’de silahsız  siyah bir gencin yargısız infazını  protesto eden ve çoğunluğunu siyahların oluşturduğu kalabalığın üstüne polis gözyaşı  bombası, sis bombası, sersemletici el bombası atmıştı. Filistinlilerin hemen her gün yaşadıkları bir şeydi bu. İsrail ordusu etkisiz hale getirici ve öldürücü çeşitli bombaları Filistinli gençlerin üstüne hemen her gün, her fırsatta atıyor. İlginç olan, bu bombaların neredeyse tamamının, tıpkı Ferguson’daki siyah protestoculara karşı kullananlar gibi, ABD yapımı olması.

17-08/05/0508krr11a.jpg

Afro-Amerikalılar ve Filistinliler arasındaki deneyim ortaklığı dayanışmanın da temelini oluşturuyor. Ferguson’daki göstericiler yayınladıkları bildirilerde Filistinlilerle dayanışma içinde olduklarını duyurdular. Filistinliler de onlara göz yaşartıcı gaz  bombasının etkilerinden nasıl korunabileceklerini konusunda bilgi veren, kendi yayınladıkları kitapçıkları gönderdiler. Esasen bu dayanışma 60’ların radikalizmi içinde doğdu, kökleri oraya dayanıyor. Siyahların üçüncü dünyada sömürgecilik karşıtı hareketlere verdikleri destek, yurtları sömürgeleştirilmiş insanlar olarak gördükleri Filistinlileri öncelikle kapsıyordu. James Baldwin, “İşgal Edilmiş Bölgeden Rapor”da  tahakkümün siyasal, toplumsal, ekonomik olduğu kadar coğrafi ve mekansal bir deneyim olduğunu, polisin siyahları belirli bir bölgenin sınırları içinde tutmakla görevli bulunduğunu vurguluyordu. Irksal ve etnik ayrıma dayalı mekansal bölünme ve dışlama Amerika’nın bütün büyük şehirlerinde var. Bu açıdan bakıldığında gettolar yoksul siyahların bugün de görünmeyen duvarlarla çevrili kapatılma mekânları. Kriminalize edilmiş yoksul siyahların kapatıldıkları açık hava hapishaneleri. Henüz suç işlememiş ama işlemesi  çok muhtemel görülen  siyahlar kapatılıyor oraya.

Bugün Filistinliler de örülmüş yüksek bir duvarla bütün dünyadan ayrılmış, belirli bir bölgeye kapatılmış olarak yaşamaya zorlanıyorlar. İsrail’in Batı Şeria’da güvenlik gerekçesiyle dikenli teller de kullanarak inşa ettiği, kimi yerde sekiz metre yüksekliğindeki beton duvar aslında Filistinlilerin hareketlerini denetim altına almayı, onları belirli bir alana kapatmayı amaçlıyor. Duvar boyunca belirli aralıklarla kurulmuş gözetim kuleleri, duvarın bir yanına kazılmış derin hendekler de bu mekansal denetim politikalarını tahkim ediyor. Aslında bu tür mekânsal kapatma çok daha uzun zaman evvel, hatta henüz getto olarak adlandırılmadan önce Hristiyan Avrupa’da Yahudilere karşı uygulandı. Avrupa’nın belli başlı şehirlerinde Yahudi nüfus şehrin belirli mahallelerinde ikamete zorlandı. İkinci Dünya Savaşı yıllarında ise Naziler daha farklı yeni gettolar inşa ettiler. Yahudileri topluca ölüm kamplarına götürmeden önce bu yeni gettolarda topladılar. Yeni gettolar ölüm kamplarına yolculuktan önceki konaklama bölgesi gibiydi. 1939-1944 yılları arasında Judenpolitik (Yahudi aleyhtarı politikalar) kapsamında inşa edilen bu gettolardan bazılarına transit getto adı veriliyordu. Raul Hilberg’in de vurguladığı gibi Holokost gettolarında amaç sıkı bir kontrol mekanizması kurmak, orada toplanan Yahudilerin bütün hareketlerini sınırlamak ve denetim altına almaktı.

James Baldwin 1961 güzünde İsrail’e gitmişti. Oradan editörüne yazdığı 5 Ekim 1961 tarihli mektupta pek çok Yahudinin anayurtları olarak gördüğü İsrail için “Bana kendi yersiz yurtsuzluğumu çok daha kuvvetli hatırlatıyor” demişti. Ruhsal evsizliğini neden böylesine kuvvetle ve yüksek yoğunlukta hatırlamıştı Baldwin? Yurtsuzlaştırılan Filistinliler ile siyahların diaspora ve kölelik deneyimleri arasında bağ kurmuştu.   

İsrail devleti modernite içinde ve koşullarında oluşturulmuş bir yurt biçimi. Modernitenin mümkün olan birkaç yurt biçiminden biri. Keith P. Feldman, “Eğer modernite açısından yurt denildiğinde İsrail anlaşılıyorsa, James Baldwin bunu asla istemezdi” diyor. Gerçekten istemiyordu. Kolay anlaşılır bir nedeni vardı bunun. Bu yurt başka bir halkı yurtsuzlaştırarak inşa edildiği için istemiyordu. Böyle bir yurt örneği ona siyahların Afrika’daki köklerinden koparılma deneyimini hatırlattığı için istemiyordu. Gerçekten, siyahlar için modernite yurdundan, kültüründen koparılma; köle gemileriyle yabancı topraklara getirilme, plantasyonlarda zorla çalıştırılma demekti. Onlar için modernite 1691 yılında ilk köle gemisinin (Virginia) Jamestown’da limana yanaşması ve güneydeki plantasyon ekonomisinin gelişmesinde inkar edilmez payı olan siyah emek gücünün karaya çıkmasıyla başlamıştı. Filistinliler de moderniteyi benzer bir deneyim, bir yurtsuzlaştırma deneyimi olarak yaşadılar.

James Baldwin 1972 yılında yayımlanan “Beni Suya Götür” başlıklı denemesinde ise İsrail’in Yahudilerin kendi kaderlerini tayin haklarının sonucunda kurulmadığını, emperyalistlerin Orta Doğu’yu kendi çıkarlarına göre düzenlerken oluşturulduğunu yazdı. Baldwin’e göre İsrail, 1948’den başlayarak bir bakıma Kuzey Amerika’ya sonradan gelen ve kıtaya ayak bastıkları andan itibaren yerlilerin topraklarını gasp etmek yoluyla sınır genişleten beyazların politikalarını taklit ediyordu.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir