Şehir Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Yrd. Doç. Dr. Vügar İmanbeyli, Orta Doğu’ya dair yoğun gündemde dikkatlerden kaçan önemli bir hadiseyi, Şangay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) Pakistan ve Hindistan’ın katılımını analiz ediyor.
VÜGAR İMAMBEYLİ YAZDI
Belki de Orta Doğu bağlantılı yoğun gündemden dolayı pek dikkati çekmemiş olabilir: Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), iki hafta önce yapılan Astana Zirvesi’nde 20 yıllık serüveninde (2001’deki Özbekistan’ın üyeliği sayılmazsa) ilk defa fiilen kendine yeni küresel oyuncular katarak genişledi. Hindistan ve Pakistan tam üye olarak örgüte katıldı. Peki, bu yeni aktörlerle birlikte örgütün bölgesel ve küresel siyasetteki rolü artacak mı, yoksa zayıflayacak mı? Bu genişleme “güzel bir hikaye”nin sonu mu, yoksa başlangıcı mı olacak? Şüphesiz bu genişleme, sadece örgüt tarihinde değil, küresel ve bölgesel siyasette de önemli bir dönüm noktası olacaktır. Fakat bu dönüm noktasının niteliği konusundaki tartışmalarda optimist ve pesimist olmak üzere iki görüş temayüz etmektedir. Aşağıda ŞİÖ’nün teşkilat olarak etkinliği ve söz konusu iki görüş ele alınacaktır.
Ancak öncesinde, örgütün kuruluş hikayesine, iç dinamiklerine ve gelinen süreçte neler yaptığına bakmakta fayda var zira ŞİÖ etrafında pek çok şey konuşuluyor ama bu yapının gerçek anlamda ne başardığı tartışılmıyor. Bilhassa Türkiye’de bazılarınca bir “ŞİÖ efsanesi” dolaşımda tutulmakta; teşkilatın, “Doğu’nun NATO’su” olduğu fikri yaygınlaştırılmaktadır. Bu tür yayınlarda, örgütün performansı, iç dinamikleri ve üyeler arasındaki açık ve örtük ihtilaflar pek dikkate alınmamaktadır.
ŞİÖ’nün kuruluş fikri, 1990’lı yılların başlarında şekillenmiştir. Buradaki temel saikler, öncelikle SSCB’nin çöküşünden sonra eski Sovyet-Çin sınırındaki ihtilafları gidermek, bu sınırın güvenliğini sağlamak ve ayrıca bölgede yükselen aşırıcı hareketlere karşı beraber hareket etmek idi. Rusya, Çin ve Çin’e sınırı olan üç Orta Asya ülkesi (Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan) arasında yapılan görüşmeler Şanghay (1996) ve Moskova (1997) anlaşmalarıyla sonuçlanmıştır. Akabinde “Şanghay Beşlisi” olarak isimlendirilecek bu ülkeler, sınır güvenliğini sağlamanın yanı sıra aşırıcılık, terörizm ve ayrılıkçılığa karşı mücadelede işbirliği yapacaklarına söz vermişlerdir. O dönemde Tacikistan’daki iç savaş, Afganistan’da Taliban’ın yükselişi ve Çin’in Şincan bölgesindeki Uygurlarla sorunları, “beşli”yi düzenli istişareler yapmaya sevk etmişti. 2001’de ise Özbekistan’ın da katılımıyla bu “beşli”, “altılı”ya dönüşmüştür. Askeri-güvenlik konuları etrafında ortaya çıkan sinerji, Pekin’de bir genel sekreterliğin tesis edilmesiyle ŞİÖ adını alarak kurumsallaşmış ve ticari-ekonomik, sosyo-kültürel ve ulaşım gibi işbirliği alanlarına doğru genişlemiştir. Sonraki yıllarda birçok ülke de gözlemci veya diyalog partneri statüsünde teşkilatın işleyişine katılmıştır. Haziran 2017 Astana Zirvesi’nde Pakistan ve Hindistan’ın katılımıyla da “altılı”, “sekizli”ye dönüşmüştür.
Peki, ŞİÖ’nun temel prensipleri nelerdir? Üyelerce “Şanghay ruhu” olarak tanımlanan prensipler -ki bunlar karşılıklı güven ve uzlaşı, sınırların dokunulmazlığı, içişlerine karışmama, karşılıklı ticari-ekonomik işbirliği, eşitlik ve kültürlere saygı gibi değerlerdir- aslında bu yapının sanıldığı gibi ulus-üstü değil, hükümetlerarası bir örgüt olmayı hedeflediğini göstermektedir. İçişlerine karışmama ve entegrasyondan ziyade işbirliğine vurgu yapılması gibi hususlar, teşkilatın ulus-devletlerin egemenliğine dayanan Westfalyan dünya düzeninin bir mirasçısı olduğuna işaret etmektedir. Bu bakımdan, her alanda yönlü bütünleşmeyi öngören ulus-üstü AB projesiyle tezat teşkil etmektedir.
ŞİÖ’NÜN AĞIRLIK MERKEZİ
ŞİÖ, nasıl bir iç dinamiğe sahiptir? Teşkilatta üç ağırlık merkezinin olduğu gözlemlenebilir. Bunlardan birincisi, artan ticari-ekonomik gücü ile bölgede nüfuzunu her geçen gün derinleştiren Çin’dir. Yeni yapılan ulaşım yolları ve petrol-doğal gaz boru hatları ile özellikle Orta Asya ülkelerinin yönünü bir nevi kendine yöneltmektedir. Kıtanın eski emperyal oyuncusu Rusya, ikinci ağırlık merkezidir. Mevcut askeri-diplomatik kapasitesini ve bölgedeki üslerini koruması hasebiyle küçümsenemeyecek bir aktördür. Üçüncü ağırlık merkezi ise, ŞİÖ ile ilgili analizlerde hemen hemen hiç dikkate alınmayan dört Orta Asya cumhuriyetidir. Bunlar, elbette ki Rusya ve Çin’in sahip olduğu muazzam askeri-ekonomik imkanlara kıyasla “cüce aktörler”dir. Yeni üyeler olan Pakistan ve Hindistan’ın, örgüt içindeki mevcut dengeleri pek değiştiremeyecekleri ve birincinin Çin’e, ikincinin ise Rusya’ya daha yakın duracağı söylenmektedir. Bu arada, teşkilatta karar alma prensibi, her konunun uzlaşı ile karara bağlanmasına dayanmaktadır. Uzlaşı çıkmayınca müzakereler süresiz devam etmektedir. Bu durum da somut kararların alınmasını engellemekte ve bazen de yapıyı tek bir üyenin ipoteği altına almaktadır. Son bir husus, üyelerin teşkilattan farklı beklentilerinin olmasıdır. Aslında ŞİÖ öncesi post-Sovyet coğrafyadaki ülkelerin dahil olduğu hiçbir bölgesel örgütte yer almayan Çin’in, Avrasya’nın derinliklerine nüfuz ederken Rusya ile iletişimi sağlamak için bu teşkilata ihtiyaç duyduğu söylenmektedir. Bölgedeki örgütlenmelerde hâlâ dominant bir aktör olan Rusya’nın da ŞİÖ aracılığıyla Çin’in bölgeye girişini bir miktar kısıtlamayı amaçladığı ileri sürülebilir. Orta Asya ülkelerinin beklentileri ise ülke sınırlarının iki büyük güç tarafından garantiye alınması ve yine bu büyük güçlerle aynı anda iletişim halinde olma olarak sıralanabilir.
Uluslararası bir örgüt olarak ŞİÖ’nün zirve toplantıları akabinde yapılan ortak açıklamalar dışında performansı hakkında somut ne söylenebilir? Mutat askeri tatbikatların ve Taşkent’te Bölgesel Anti-terör Merkezi’nin tesis edilmesinin, askeri-güvenlik bürokrasileri arasındaki bilgi alışverişini artırdığı doğrudur. Bununla birlikte, tatbikatların ve bilgi alışverişinin sınırlı olduğu bilinmektedir. Bu noktada ŞİÖ’nün “Doğu’nun NATO’su” olabileceği tezi de pek savunulabilir gibi durmuyor çünkü ülkeler arasında askeri yapıların bağlı olduğu merkezi bir mekanizma henüz yok. Muhtemelen de hiç olmayacak, zira Orta Asya ülkelerinin çok mecbur kalmadıkça yetkilerini devredeceklerini düşünmek zordur. Bağımsızlıklarını görece yeni kazanan bu devletler, ŞİÖ’nün ulus-üstü bir yapıya dönüşmesini, yani “yeni büyük kardeş”lerinden emir almayı pek arzu etmiyorlar. Teşkilat çerçevesinde ciddi bir ekonomik işbirliği yapıldığı da vaki değil. Sözgelimi, Çin’in yıllardır üye ülkelerle hayata geçirmeye çalıştığı serbest ticaret bölgeleri ve ŞİÖ Kalkınma Bankası gibi projeleri, Rusya’nın bir uzlaşmaya yanaşmaması sonucunda akamete uğramıştır.
KATILIMLARA İKİ AYRI GÖRÜŞ
Böylece 20 yıllık tarihinde “vitrin bir örgüt” performansına sahip ŞİÖ’nun genişlemesi akabinde şimdi teşkilatın gerçek manada etkinliği sorgulanmaktadır. Burada iki farklı –optimist ve pesimist– yaklaşım ortaya çıkmaktadır. Optimistler, teşkilatın potansiyel kapasitesine vurgu yaparak olumlu bir gelecek öngörmektedirler. Onlara göre, Pakistan ve Hindistan’ın da katılması sonrasında teşkilat üyeleri, dünya kara yüzölçümünün %23’ünü ve dünya GSMH’nin %25’ini temsil etmektedir. Dünya nüfusunun %45’i burada yaşamaktadır. Dahası, bu yapıda muazzam yeraltı kaynaklara sahip ülkelerin ve dört nükleer gücün (bunlardan üçü büyük güç statüsünde) bulunması da cabası. Fakat bu göstergelerin teşkilatı otomatikman somut ve insicamlı bir güç blokuna dönüştürmediği diğer birçok örnekten bilinmektedir. Optimistler, teşkilatı Batı karşısında alternatif bir blok olarak telakki etseler de ŞİÖ üyelerinin çıkarları hiç de homojen değildir. Sözgelimi Kazakistan ve Kırgızistan’ın ne Batı ne de Doğu ile sorunlu bir söylemi var. Özbekistan ise bazen Rusya, bazen de ABD ile ilişki geliştirme kabiliyetini göstermektedir. Hindistan’ın ABD ile ilişkileri de son dönemde ilerlemiştir.
Öte yandan pesimistler, teşkilatın geçmişine ve mevcut performansına, üyeler arasında açık ve örtük ihtilaflara bakarak olumsuz bir gelecek tablosu çizmektedirler. Burada ŞİÖ’nun lokomotifi olan Rusya ve Çin arasındaki örtük stratejik çekinceler ve bir nevi rekabet, özellikle Pekin’in bölgede pekişen ekonomik kapasitesi ile baş edemeyen Moskova’nın kuşkuları, ayrıca üye ülkelerin elitleri arasındaki göreceli uzaklık, bunun yanında Orta Asya cumhuriyetlerinin zaman zaman kendi aralarında yaşadıkları sınır anlaşmazlıkları veya sınırı aşan su sorunları ve her bir ülkenin örgütten farklı beklentileri, pesimistlerin öne altını çizdiği hususlardır. Kendi aralarındaki ihtilafları çözememiş ve birbirini rakip addeden Pakistan ve Hindistan’ın katılımının da örgütü daha bir pasifize edeceği vurgulanmaktadır. Dahası buraya Pekin-Delhi arasındaki mesafeli ilişkileri ve gizli rekabeti de eklemek gerekir. Esasında ülkeler, ilişkilerini ŞİÖ üzerinden değil, ikili zeminde sürdürmektedir. Mesela Çin, “Tek Kuşak, Tek Yol” projesini kendi inisiyatifi ile ülkelerle teke tek görüşmektedir. Bu durumda ŞİÖ’ya da pek ihtiyaç kalmamaktadır. Belki de bu son genişleme teşkilatın bürokratik bir yapıya dönüşünün de bir işaretidir. Hasılı burada cevaplanması gereken soru, sorunlu ilişkilere sahip bir düzine ülkeyi bundan sonra hangi ideoloji, değer ve saikin bir arada tutacağıdır.