1980'den sonra sol öğrenci örgütlerinin içinde bulunan gazeteci Tuncer Köseoğlu, solda mahalle baskısını anlattı: 'Yetmez Ama Evet' dediğim için linç edildim. Kadıköy'de AKP'ye oy verdim diyemezsin...
Türkiye’de birçok fraksiyona ayrılmış olan solun kendi içinde yaşadığı mahalle baskısı entelektüel masalarda en çok tartışılan konulardan biri. Gezi olayları, 17-25 Aralık darbe girişimi ve çözüm süreci gibi konularda ezber bozan solcular, kendi mahallesinde baskıya uğruyor hatta linç ediliyor. Solun farklı fraksiyonlarından gelen 6 isimle bu mahalle baskısını masaya yatırdık.
Solda cemaat ve klan düzeni olduğunu söyleyen Gazeteci Tuncer Köseoğlu, Birgün gazetesinde çalıştığı dönemde sömürüldüğünü, ilk mahalle baskısını ise Taraf gazetesinde yaşadığını anlatıyor.
1980'den sonra çeşitli sol öğrenci örgütlerinin içinde bulunduğunu söyleyen Köseoğlu gençliğinde tamamen “sol bir ideal” içinde yaşadıklarını belirterek geldiği çevreyi şu sözlerle anlatıyor:
Hayatımdan sosyalist lafını çıkardım
“Bir gazeteci olarak sol öğrenci dernekleriyle ve örgütleriyle çok yakın ilişkilerim oldu. Bütün arkadaş çevrem sol ve seküler olmasına rağmen sol çevreyle ilk ciddi tanışmam Birgün gazetesine başlamamla oldu. Benim için 'Birgün' emeğin en çok sömürüldüğü yerlerden biriydi. Birgün’den ayrıldıktan sonra Burgazada’da dostlarla sohbet ederken, neden ayrıldığım sorduklarında gazetede çalıştığım dönemde hayatımdan sosyalist lafını çıkardım hatta s'li cümle kurmadığımı söylerdim.”
Türkiye’de sol kemik bir cemaattir
Sol ideolojinin kemik bir cemaat yapısı olduğunu söyleyen Köseoğlu Türkiye’deki solun yapısını şu sözlerle aktarıyor:
“Sol kemik bir cemaattir. Sol'da hiç sorgulama yeteneği yoktur. Kesinlikle muhafazakâr bir yapıdır. Arada sırada kendine özeleştiri yapar o da eleştiri olmaz zaten. Sol öyle bir şey ki kendini asla evrensel değerle yetiştirmiyor. Tabi bunu Türkiye için diyorum. Ben ortaokulda sol bir örgütün eğitim çalışmasını yapıyordum. Marx, Lenin okuyorduk. Ortaokul öğrencisi olarak ne anlıyorsak tabi, çünkü o zaman sloganlarla yaşıyorduk. Geçen gün Kadıköy'de TKP'li çocuklar benim 30 yıl önce yaptığım eğitim çalışmalarını yapıyordu. Yani hiçbir şey değişmemiş. Sloganlar bile değişmedi.”
Bizim solun beslendiği ana damar ırkçılıktır
“Solun kemik bir yapısı vardır ve herkes kendi marjinal grubunun içine dağılmıştır. Sol bütün gruplar birbirinden beslenerek, cemaat ve klan oluyorlar. Solda bir de şeflik vardır, şef ne derse, o olur. Ayrıca Türk solunda aydınlanmacı ve Avrupa hayranlığı diye bir zinhiyette vardır. Bizim solun en büyük beslendiği ana damar; ırkçı damardır. ‘Eğitim şart’ söylemi ile yoğun kalabalıkları ‘sürü’ halinde görme eğilimi var. Ama evrensel solda muhalefet vardır, sorgulama vardır. Dünyadaki sistemi sorgulayan ve alternatif çözümler üreten bir sol vardır. Türkiye’de ise tam tersi.”
Mahalle baskısı işte burada başlıyor
Köseoğlu, Türkiye’de solun neden farklı fraksiyonlara ayrıldığını ise iktidar hevesine bağlıyor:
"Türkiye’deki sol sadece iktidar heveslisidir. O yüzden bu kadar sol fraksiyon var. Bu fraksiyonlar düşünsel değil sadece iktidar olabilmek için oluşturulan küçük iktidar heveslisi yapılardır. Bunun dışına çıkan her şey onlar için kötüdür, çünkü yok olabileceklerini düşünüyorlar. İşte “mahalle baskısı” dediğimiz şeyde burada başlıyor. Kendilerinin ne yaptığını bilmiyorlar, sorgulama yetenekleri yok. Sadece kötülük ve nefretle dünyaya bakıyor. Türk solu ırkçı hatta faşisttir.”
İnfazlar bakışımı değiştirdi
Köseoğlu, sol örgütler arasında yaşanan hesaplaşmaların kendisinin sola bakışını değiştirdiğini söylüyor. 1990'lı yıllarda Dev-Sol'daki çözülme, kırılmanın başlangıcı olmuş. Köseoğlu o dönemi şöyle anlatıyor:
Örgütün Çözüm adında bir dergisi vardı. Oraya gidiyordum. Tuncer Bağdatlıoğlu diye bir adam tanıdım. Sonra Dev-Sol içinden çatışmalar çıktı ve Dev-Sol içinde bir darbe yaşandı. Dev-Sol arasında iki farklı grup çıktı. Türkiye’de radikal solun yaptığı infazlar hiç sorgulanmaz. Sol sürekli şiddeti meşrulaştırır. Bu olaylardan sonra İçerenköy'de bir muayene açan Bağdatlıoğlu örgütten ayrıldığı için infaz edildi. Bu olaylardan sonra, solun şiddetle olan ilişkisini sorgulamaya başladım.
‘Yetmez Ama Evet’le nefret objesi olduk
Köseoğlu ikinci kırılmayı 2010’daki Anayasa referandumunda yaşamış. "Yetmez Ama Evet"ciler arasında yer aldığı için yani bir anlamda Erdoğan’a destek verdiği için adeta linç edilmiş: “Seküler sol o dönemde bizi nefret objesi olarak gördü.”
Bir de baktım solcular aslında Kemalist
Köseoğlu solda mahalle baskısıyla ilk Taraf gazetesinde çalıştığı dönemde karşılaşmış. Kendi ifadesiyle “İzmler” üzerinden insanları yargılamanın anlamsız olduğunu anladığı bir dönemde yaşamış bu baskıyı. “Ben Taraf'a yönetici olarak başladığımda inanılmaz derecede çevremden tepki gördüm. İlk başta çok önemsiyordum bu tepkileri sonra alıştım. O tepkilerden sonra solcu arkadaşlarımın aslında Kemalist olduklarını anladım. Kadıköy'de yaşıyorum ve çevreme baktıkça 'slogan' ve 'nefret' üzerinden konuşma yapan insanlarla karşılaşıyorum.”
Kadıköy’de AKP’ye oy verdim diyemezsin
“Kadıköy'de oturduğum kafelerden biliyorum AKP'ye oy veren birçok insan var, biliyorum. İnsanlar AKP'ye oy verdiğini bile söyleyemiyor. Çünkü artık bir şeytanlaştırma profili oluşturulmuş durumda. Sol içinde evrensel sola inanan, şiddeti sevmeyen solcu çok azdır. Ben Taraf’ta çalışırken bu tarz mahalle baskısını çok hissettim. Arkadaşlarımdan çok tepki gördüm ama sonra dert edinmemeye başladım. Sonra anlaşamayınca görüşmemeye başlıyorsun. Karşımdaki insanlar sadece dogmalar üzerinden konuştuğunu anladığım zaman onlarla iletişim kurmaktan da vazgeçtim.”
Tuncer Köseoğlu, Yönetmen Kutluğ Ataman'ın Gezi'yi eleştirdiği için dışlandığını anlatırken, seküler kesimin ekonomik gücünü adeta bir yaptırım aracı olarak kullandığını söylüyor.
Ekonomik güçle baskı kuruyorlar
“Mahalle baskısı” hep muhafazakâr kesim için kullanılır. Hakim medyanın ürettiği bir algıdır bu aslında. Köseoğlu’ndan karşılaştırma yapmasını istiyoruz. Tespitleri çarpıcı:
“Solun içindeki mahalle baskısı muhafazakâr kesimden daha fazla. İnsanlar sürekli gerçek düşüncelerini saklamak zorunda. Mesela Yönetmen Kutluğ Ataman, bir sanatçı, Gezi’ye karşı mesafeli durduğu için, “Kuzu” filmine ciddi muhalefet edildi. Sanat dünyası hala seküler çevrenin içinde olduğu için ekonomik güçlerini kullanarak, baskı yapıyor. Bu tarz baskılar yüzünden insanlar kendi gerçek düşüncelerini söyleyemiyorlar. Yavuz Bingöl'ün başına gelenleri biliyoruz. Doğru ya da yanlış söylediklerini eleştirebiliriz ama bir anda linç objesi haline gelmek ayrı bir şeydir.”
CHP’ye en ufak eleştiri ‘yandaşlık’ kabul ediliyor
Sol mahallenin eleştiriye kapalı olduğunu söyleyen Köseoğlu söz konusu CHP olunca damgalanmanın kaçınılmaz olduğunu anlatıyor:
“CHP hakkında olumsuz bir şey söyle; anında yalaka, yavşak, yandaş olursunuz. Başka dördüncü bir kelime bulamazsınız. Özellikle benim gibi arafta duran insanlar CHP'ye çok ufak bir eleştiri yaparlarsa yandaş olur. Bu yaz mesela Cumhurbaşkanlığı seçimi döneminde görünenlere göre, ‘Erdoğan kazanır’ dediğimde; 'Sen zaten AKP’lisin' dediler. Sonra bir arkadaşım 'Burada rahat etmek istiyorsan; bu tarz sorulara onların istediği cevapları vermelisin' dedi. Ben arkadaşımın tavsiyesini uyguladım ve gerçekten rahat ettim. Bu olay insanların gerçeklik algısını nasıl yitirdiğini gösterdi bana.”
Seküler kesim, Yılmaz Özdil seviyesine indi
Köseoğlu, son yıllarda AK Parti ve Erdoğan’a karşı birbiriyle alakasız grupların birleştiğine dikkat çekiyor ve ekliyor:
“Bir bakıyorsunuz TKP ile ÖDP birleşiyor. Bu tepeden bakan nefret malesef benim çok kaygılandırıyor. Nefretin tabana inip, oy veren insanlara uzanması. Bekir Çoşkun, Yılmaz Özdil gibi seküler ve Kemalist insanların, siyasilere olan nefret dili şu an halka inmiş durumda. Toplumda artık bu insanlar Bekir Çoşkun ve Yılmaz Özdil gibi konuşup, onların sergilendiği üstten bakışı insanlara yapıyorlar.”