Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği’nin 1 Eylül 2023 ile 20 Temmuz 2024 adli yılı boyunca izlediği ‘İfade Özgürlüğü ve Gazetecilik Davalarını’ raporlaştırdı. 281 dava, 614 duruşma, 1858 sanık yargılandı. Raporda, davaların adil yargı ilkelerine uygun olmadığı, davacıların devlet yetkilileri olduğu, ele alınan delillerin suç unsuru oluşturmadığı belirtildi. Raporda, ‘tutukluluk’ gazetecilere yönelik bir cezalandırma yöntemi olarak değerlendirildi.
Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA)’nin 1 Eylül 2023 ile 20 Temmuz 2024 adli yılı boyunca izlediği ‘ifade özgürlüğü ve gazetecilik davaları’ raporlaştırıldı. Türkiye’de hazırlanmış olan en geniş çaplı dava izleme raporunun lansmanı gerçekleştirildi. Ele alınan süreçte 281 dava, 614 duruşma, 1858 sanık yargılandı. Davalarda sanık olarak aktivistler, gazeteciler ve öğrenciler yargılandı. Bu süreçte ‘gazetecilik faaliyetleri’ nedeniyle 30 gazeteci tutuklandı ve 21’i halen tutuklu ve hükümlü olarak cezaevlerinde tutuluyor. Gazetecilerin tutukluluk süresi beş günden dokuz yıl üç aya kadar değişti. 28 davada sanıklara toplam 233 yıl hapis cezası verildi.
ADİL YARGILAMA İLKELERİ İHLAL EDİLDİ
MLSA, raporlama süreçlerinde adli yargılama ilkelerinin sıklıkla ihlal edildiğini ifade etti. Duruşmalar, geç başlatmak, fiziki şartlar nedeniyle gözlemcileri sınırlandırılmak, sanıklara söz vermemek ve kolluk kuvvetlerinin duruşma salonuna girmesine izin vermemek gibi ihlallerle yürütüldü.
281 davada görülen suçlamalar ağırlıklı olarak, terör propagandası yapmak, silahlı örgüte üye olmak, 2911 toplantı ve yürüyüş kanununa muhalefet, kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret, cumhurbaşkanına hakaret olarak raporlandı.
GAZETECİLER, AKTİVİSTLER, ÖĞRENCİLER BİR YILDA 1856 KİŞİ YARGILANDI
Davaların yarısından fazlasının İstanbul'da olduğunu görüldü. Bunu Ankara ve Diyarbakır gibi toplamda 23 şehirde davaları takip edildi. Yine davaların yarısından fazlası 10 yıl ve daha az hapis cezası öngören asli ceza mahkemelerinde görüldü. Bunlar genelde iftira, hakaret ve cumhurbaşkanına hakaret gibi davaların görüldüğü mahkemeler. %35'i ise başta terör olmak üzere 10 yıldan fazla hapis cezalarının istendiği ağır ceza mahkemelerinde görüldü. Raporun sunumunu gerçekleştiren Semra Pelek, aktivistler ve öğrenciler hakkında açılan davaların gazetecilerden daha fazla olduğunu ancak davaların toplu halde görülmesinden dolayı daha az dava gerçekleştiğini, başta toplantı ve yürüyüş kanununa muhalefet ve cumhurbaşkanına hakaret suçlarıyla yargılandıklarını ifade etti.
710 aktivist toplantı ve yürüyüş kanununa muhalefet suçundan yargılandı. Aktivistler arasında kadınlar, işçiler, insan hakları savunucuları ile çeşitli meslek ve kimlik gruplarından insanlar bulunuyor.
‘HÜKÜMETİN İSTEMEDİĞİ KONUDA TWEET ATANA DAVA AÇILDI’
Gazeteciler, sansür yasası olarak bilinen dezenformasyon yasası kapsamında ‘halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak’ suçlamasıyla yargılandı. Ancak rapora göre sansür yasası yalnızca gazeteciler için bir tehdit oluşturmuyor; sosyolog, iklim ve enerji uzmanı, doktor gibi meslekler de yargılandı.
Pelek, “Hükümetin o dönemde istemediği konular hakkında sosyal medyada paylaşımı yapanlara dava açıldığını görudük. Bu kişilerin, örneğin terörle yargılanan, çoğunluğu terör suçlamasıyla yargılanan kişiler hakkındaki delillere baktığımızda haber ve köşe yazıları birinci sırada yer alıyor. Yani haber, köşe yazısı, sosyal medya paylaşımları, televizyon programındaki konuşmaları, çektikleri fotoğrafların davalarda delil olarak sunulduğunu görüyoruz. Bu yılki raporumuzda ayrıca devlet ve hükümet yetkililerinin taraf olduğu davaları da biraz inceledik” dedi.
ŞİKAYETÇİLER DEVLET YETKİLİLERİ OLDU
Semra Pelek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AHİM) kararına göre devlet ve hükümet yetkililerinin davalara taraf olması adli yargılamayı ihlal etmektedir diyerek mahkeme koşullarının altını çizdi.
Takip edilen 281 ifade özgürlüğü davasının 107’si Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile aile üyelerine, bakanlar veya bakan yardımcıları, yargı mensupları ve mülki amirler isimleri şikayetçi, müşteki, mağdur ya da davacı olarak yer aldı. Rapor, yargılama sürecinin adil olmadığını AHİM kararını referans vererek açıkladı. Kararda ‘devlet ve hükümet yetkililerinin davalara taraf olması adil yargılama ilkesine zarar verecektir’ deniyor. Aynı zamanda AHİM, 2016 yılında devlet yetkililerinin Gazeteci Ahmet Özdemir’e açtığı davalarda Türkiye’nin adil yargılama hakkını ihlal ettiğine hükmetmişti.
Şikayetçi, müşteki veya davacının devlet yetkilileri olduğu 107 davada 230 kişi mahkeme karşısına çıkarıldı. Toplamda 448 yıl 6 ay hapis cezası talep edildi. 116’sı gazeteci olan bu davalardan 1 milyon 960 bin Türk Lirası tazminat istendi. Sanıklar arasında 32 aktivist, 28 öğrenci, dört sanatçı, birer avukat ve akademisyen yer aldı.
GAZETECİLER TUTUKLANARAK CEZALANDIRILIYOR
Rapor, ‘tutukluluğu’ gazetecilere yönelik bir cezalandırma pratiği olarak değerlendiriyor. Ana akım medya dışında kurulan yeni medya mecralarında çalışan gazeteciler geçtiğimiz adli yılda bir cezalandırma pratiği olarak uygulanan tutuklamalarla karşılaştı. Yargılamaların 107 tanesinde köşe yazıları, 86 tanesinde sosyal medya paylaşımları delil olarak kullanıldı. Bunun yanı sıra TV programlarında yapılan konuşmalar, yasaklı yayın bulundurma ve çekilen fotoğraflar delil olarak ele alınıyor. Aynı zamanda devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, iftira gibi suçlamalar yalnızca gazetecilere yöneltildi.
‘İKTİDARIN EĞİLİMİNE GÖRE YARGI ŞEKİLLENİYOR’
Tutuklamanın cezalandırma pratiğine dönüşmesini, izlenen birçok davada bulunan Avukat Veysel Ok şöyle açıkladı:
“Tutuklanan gazeteciler, aktivistler veya öğrenciler ertelenen duruşmalar nedeniyle günlerce ya da aylarca cezaevinde tutuluyor. Ardından çıktıkları ilk mahkemede haklarında tahliye ve beraat kararı çıkıyor. Örneğin Sedat Yılmaz 203 gün cezaevinde tutuldu. İlk celsede tahliye edildi. İkinci celsede beraat etti. Dicle Müfteoğlu 306 gün cezaevinde tutuldu. Dava sonunda beraat etti. 2016 yılından beri gazeteciler tutuklanarak cezalandırılıyor. Binden fazla gazeteciyi kapsayacak bir eğilime dönüşmüş basitlikle. Olayın konjonktürü ve sıcaklığına bağlı olarak gazeteciler tutuklanıyor. Bir hafta sonra, bir ay sonra, üç ay sonra tahliye oluyor. Bazıları bir yıl sonra tahliye oluyor. Hala tahliye olmayan gazeteciler var. Örneğin şu anda bir çok farklı görüşten alandan gazeteci cezaevinde. Tutuklama Türkiye'de sadece gazeteciler için değil, siyasetçiler, vatandaşlar ve öğrenciler için de öyle artık tedbir olmaktan çıkmış, bir esas haline gelmiş durumda. Türkiye'de tutuklama konusunda bir hukuki standart olduğundan bahsedemeyiz. Bu tamamen olayın kendisiyle ve sıcaklığıyla ilgili, iktidarın eğilimiyle ilgili bir duruma dönüşmüş vaziyette.”
HENÜZ ETKİ AJANLIĞI YASASI YOKKEN
Lansmanda ele alınan bir diğer konuysa henüz yasa olarak kesinleşmemiş olan etki ajanlığı yasası oldu. Avukat Veysel Ok, etki ajanlığı yasasının tüm toplumsal kesimleri etkileyeceğini belirterek daha önce tartışılan ve yasa olarak kabul edilen dezenformasyon yasasını örnek gösterdi:
“İki kere denendi ancak vazgeçildi. Şimdi ocak ayında geleceği iddia ediliyor. Sadece gazeteciler değil, yasa bu haliyle çıkarsa, yabancılarla veya dünyayla iş birliği yapan, dünyayla dayanışan herkes bu yasanın kapsamına dahil olabilir. Bu açıdan sadece gazeteciler olarak ele almak değil bütün toplumsal grupların belli bir dayanışmayla bu yasanın geçmemesi için çaba sarf etmesi gerekir. Ancak şundan da eminim, etki ajanlığı kanunu şu anda yürürlülükte olsaydı, büyük olasılıkla burada birçok gazetecinin veya birçok aktivistin, birçok avukatın bu kanundan da yargılanacağını görmüş olurduk. Örneğin dezenformasyon kanunu çıktığında, iktidarın söylemi şuydu, ‘bizim amacımız yalan haberleri engellemek’. Uygulamaya baktığınızda, kendi dışında bilgiyi yaymaya çalışan birçok toplumsal kesimin, örneğin Osmaniye'de deprem haftası çadır gelmiyor diyen gazeteciyi tutuklamaya kalktılar. Bu açıdan etki ajanlığı kesinlikle farklı toplumsal kişilere karşı sert şekilde kullanılacaktır.”
SUÇ UNSURLARI HUKUKEN DELİL TAŞIMIYOR
Rapor, ifade özgürlüğü hakkının kullanım alanlarının daraltıldığı sonucuna varıyor. Türkiye’de anayasa ve uluslararası hukukun koruması altında olan ifade özgürlüğü, toplanma hakkı ve örgütlenme özgürlüğü gibi hakların kullanılmadığı ifade ediliyor.
Raporun dikkat çektiği bir diğer nokta ise hukuken delil niteliği taşımayan pek çok yazının, barışçıl protestonun, pankartın ve sosyal medya paylaşımının suç unsuru olarak kabul edildiği. Bu durumun gazeteciler, aktivistler, avukatlar ve tüm yurttaşlar için ifade özgürlüğü haklarını kullanmalarına karşı bir engel oluşturduğu sonucuna varıldı.