DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, DEVA Kadında Zirvesi'nde kadınlara hitap etti. Babacan, "Sözleşmeye adını veren ülke bugün ne hale geldi? İstanbul Sözleşmesi'nden ayrılma kararı gibi otoriter hadsizliklere kadınların söz sahibi olduğu yönetimlerde göremezsiniz" dedi
Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, “Bu savaş bize, uluslararası siyasette kadınların aklına ve taşıdıkları değerlere ne kadar ihtiyacımız olduğunu bir kez daha ispatladı. Emperyal hayaller gibi hırslara kapılmayan kadınlar, sorunların barışçıl çözümlerini kavrayabiliyor. Gücün bir korku aracı olarak kullanılmaması gerektiğini en iyi kadınlar biliyor” dedi.
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, ikincisi düzenlenen DEVA Kadında Zirvesi’nde konuştu. Babacan’ın konuşmasından satır başları şöyle:
“İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NDEN AYRILMA KARARI, POTANSİYEL KATİLLERİ CESARETLENDİRDİ"
Geçtiğimiz yıla olumsuz yönde damgasını vuran karar, Sayın Erdoğan’ın imzasıyla, bir gece yarısı karanlığında, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılması oldu. Kadınların çok önemli bir hukuki kazanımı gasp edildi. Adı bile ‘İstanbul’ olan, Türkiye’nin demokratikleşme yıllarında, uluslararası alanda öncülük ettiğimiz sözleşmeden tek imzayla çıkıldı. Demokratik gerileme döneminin altına bir imza daha atıldı. Bu kararın, etkisi halen büyük çaplı bir hukuk krizi olarak devam ediyor. Niye çıkıldığı ile ilgili tek bir gerekçe tek bir sebep duydunuz mu? Söylemiyorlar. Çünkü, o zihinlerinin gerisindeki gerekçeleri açıkça şeffaf bir şekilde söyleyecek yürekleri dahi yok. En kötüsü de ne biliyor musunuz? Daha önce de ifade ettim, İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılma kararı ülkemizdeki kadına şiddetle olan mücadelenin iklimini bozdu.
Ülkemizdeki potansiyel katilleri cesaretlendirdi. Raporlara göre, Türkiye'de 2021 yılında erkekler tarafından 280 kadın öldürülürken, 217 kadın ise şüpheli şekilde ölü bulundu. Bu yılın ilk verileri de ne yazık ki iç açıcı değil. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nun verilerine göre; 2022’nin ocak ayında 26 kadın cinayeti işlenirken, 28 kadının ölüm nedeni üzerindeki şüphe hala giderilmedi. Bırakın bu bağımsız gözlemcileri, İçişleri Bakanlığı’nın açıkladığı verilere göre ise, ocak ve şubat aylarında toplam 36 kadın cinayeti işlendiği artık devletin itiraf etmek zorunda yayınlamak zorunda kaldığı sayı. Bu sayıya şüpheli olanlar dahil değil. Tablo gerçekten vahim.
"BİR GECE YARISI İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’Nİ TERK EDENLERİN EVDEKİ SİYASİ HESAPLARI ÇARŞIYA UYMADI"
Öte yandan, bu konuda umudumuzu diri tutan gelişmelere de şahit olduk. Bir gece yarısı İstanbul Sözleşmesi’ni terk edenlerin evdeki siyasi hesapları çarşıya uymadı. Çünkü her mahalleden kadın bu pervasızlığa karşı ses çıkardı. Gösteriler düzenlendi. Türkiye’nin gece yarısı alınan kararlarla yönetilmesi, sağduyu sahibi herkes tarafından protesto edildi. İktidar partisine yakın kimi kadınlar bile ‘kol kırılır yen içinde kalır’ demeden, eleştiri oklarını göğüslemek pahasına çıktılar, İstanbul Sözleşmesi’ni savundular. Toplumun her kesiminden kadınlar, bugünkü otoriter zihniyete geçit vermeyeceklerini gösterdiler. Ben bu onurlu hak mücadelesine baktığımda hakikaten çok umutlanıyorum. Çünkü kadınların kararlı mücadelesinin, iktidardaki otoriter zihniyete karşı galip geleceğini biliyorum.
"SİYASET ER MEYDANI DEĞİLDİR"
Kurulduğumuzdan bu yana hep söyledik, söylüyoruz. ‘Siyaset er meydanı değildir. Siyaset sadece erkeklere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir.’ Kadınların siyasetteki ve toplumdaki yerini hak ettikleri gibi güçlendirmeyi hedefledik. Çünkü katılımcılığın olmadığı bir yerde demokrasiden söz edilemez.
"OTORİTER BİR YÖNETİME KARŞI EN GÜÇLÜ DURUŞUN, KADINLARDAN GELDİĞİNİ ÇOK İYİ BİLİYORUM"
İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılma kararı gibi otoriter hadsizliklere bir daha izin vermemek amacıyla, kadınların her alanda temsil gücünün artması gerektiğine inanıyorum. Çünkü bu otoriter bir yönetime karşı en güçlü duruşun, kadınlardan geldiğini çok çok iyi biliyorum. Bu noktada, size tarihimizdeki kadın hakları mücadelesinden de birkaç anekdotu aktarmak istiyorum. Halide Edip Adıvar. Onun temsil ettiği değerlerin, iktidardaki otoriter ittifaka bir yanıt teşkil ettiğini düşünüyorum. Halide Edip, otoriter zihniyetin her türlüsüne itiraz etmiş bir insandı.
Uğruna savaştığı bağımsızlığımızın ardından gelen tek parti dönemindeki adaletsizliklere itirazlarını sakınmadan söylemişti. Çok partili siyasi hayata geçtiğimizde Demokrat Parti’den milletvekili olmuş; ancak kendi partisinin dahi demokratlığa sığmayan tutumlarını da eleştirmekten geri durmamıştı. Haktan, adaletten, hukuktan taviz vermeden mücadelesini vermişti. Bu nedenle, bugün Türkiye’nin Halide Edip’i anlamaya ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Çünkü Halide Edip demek; ‘milletin kaderini tek bir şahsa teslim etmesine’ de, ‘milletin seçtiklerinin insan haklarını ve anayasayı çiğnemesine’ de razı gelmemek anlamına geliyor. Tıpkı İstanbul Sözleşmesi örneğinde gördüğümüz gibi, ‘bir gece yarısı aldığınız keyfi kararla demokratik kazanımları tehlikeye atamazsınız’ anlamına geliyor.
"21'İNCİ YÜZYILDA YAŞADIĞIMIZ BU İNSANLIK KRİZİ, UKRAYNA’DA CİNSEL ŞİDDET VE SÖMÜRÜ RİSKİNİ TIRMANDIRIYOR"
Bildiğiniz gibi, Ukrayna, Rusya tarafından şu anda işgal ediliyor. Tüm dünya zorlu bir sınavdan geçiyor. Savaşın sürdüğü her saniye, binlerce ailenin yerinden edilmesine ve büyük bir göç dalgasına yol açıyor. Savaş, en çok da kadınların ve çocukların hayatlarını yaşanılmaz kılıyor. 21'inci yüzyılda yaşadığımız bu insanlık krizi, Ukrayna’da cinsel şiddet ve sömürü riskini tırmandırıyor. Bu vesileyle, Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan çatışmaların bir an önce durdurulmasını, taraflar arasındaki görüşmelerin uluslararası hukuka uygun olarak barışçıl bir çözümle sonuçlanmasını diliyorum.
"BUGÜN, SADECE ÜLKEMİZİN DEĞİL, BÜTÜN YERKÜRENİN KADINLARIN AKLINA İHTİYACI OLDUĞUNA İNANIYORUM"
Bu savaş bize, uluslararası siyasette kadınların aklına ve taşıdıkları değerlere ne kadar ihtiyacımız olduğunu bir kez daha ispatladı… Örneğin, bugün Sayın Merkel, Almanya’da Başbakan olarak görevine devam etmiş olsaydı, bugün bu gelişmeler karşısında Avrupa’nın tutumu ve buna karşılık Rusya’nın tutumu belki de farklı olurdu. Bilemiyoruz…Kadınların esas gücü; akıl ile ihtiyaçları birleştirmekten geliyor. Emperyal hayaller gibi hırslara kapılmayan kadınlar, sorunların barışçıl çözümlerini kavrayabiliyor. Kadınlar, tüm tarafların güvenlik ihtiyacını dikkate alan yeni çözümler geliştirebiliyor. Gücün bir korku aracı olarak kullanılmaması gerektiğini en iyi kadınlar biliyor.
Dış politikada kadınların etkili konumlarda olması, empati ve diyalog kanallarını genişletebiliyor…Sorunlar ne kadar keskin olursa olsun; kadınlar diyalog kanallarını daima açık tutabiliyor. Çatışma çözümlerinde kadınların sürecin parçası olduğu örnekler, diğerlerine göre daha yüksek oranla başarıyla sonuçlanıyor ve kalıcılığı artıyor. Bunlar somut araştırmalara dayanıyor. Ve tabii dünyanın neresinde olursa olsun, savaşların acısını en çok kadınlar çekiyor. Kadınlar yönetişimde daha fazla temsil edildiğinde, uzlaşmaya dayalı ve barışçıl dış politika kolaylaşıyor. Kısacası; bugün, sadece ülkemizin değil, bütün yerkürenin kadınların aklına ihtiyacı olduğuna inanıyorum…Bugün de tüm dünyayı tehdit eden emperyal hevesler uğruna şiddete başvuranlara karşı hep beraber hatırlatalım: ‘Şiddete karşı çıkmak güçlü olmaktır.”