Üniversitesi Rektör Yardımcısı E. Fuat Keyman, otoriter popülizmin neden yükseldiğinin anlaşılmasının ‘yeniden demokratikleşme’ yolunda gerekli bir çaba olduğunu vurguluyor.
21’inci yüzyılın üçüncü on yılına girerken olumlu beklentilerin aksine küreselleşen dünyanın olumsuz ve endişe verici bir tablo çizdiğini görüyoruz.
Savaşlar, iklim değişikliği ve küresel ısınmaya dayanan kıyamet riskleri, işsizlik, yoksulluk, temel ihtiyaçlardan yoksunluk ve hayat pahalılığı temelli çoklu ekonomik krizler bu karanlık tablonun temel referansları.
Aynı zamanda, 2000-2020 arasında yaşanan, içinde bulunduğumuz on yıl içinde de büyük olasılıkla devam edecek olan ve demokrasinin küresel boyutta zayıflaması ve durgunluğu olarak tanımlanan ‘otoriter popülizm ve otoriter popülist liderlerin güçlenmesi’ olgusunun da farklı ülkelerde yaygınlaştığının altını çizmeliyiz.
Seçimle başa gelmiş iktidarların ve liderlerin yürütme temelli güç merkezileşmesi, denge denetlemeden muaf olunması, kurumların zayıflatılması, kuvvetler ayrımı ilkesinin eleştirisi; yargının siyasallaştırılması; saf ve ahlaki millet-yozlaşmış ve gayri-milli elit ayrımı temelinde siyasi-toplumsal-duygusal kutuplaşmayı ve ötekileştirmeyi körüklenmesi temelinde hareket etmelerini ve toplum yönetimini şekillendirmelerini tanımlayan ‘otoriter popülizm’ dalgasının, 21.yüzyılın ilk yirmi yılında, sadece ülkeler düzeyinde değil, bölgesel (AB ülkeleri) ve küresel ölçekte ve gelişmiş demokrasileri de içerecek şekilde (Amerika, Fransa, İtalya) yükselişe geçtiğini ve yaygınlaştığını gördük.
Otoriter popülizmin yükselişi dalgası 21’inci yüzyılın bugüne kadar yaşadığımız en önemli ve riskli gelişmelerinden biri oldu.
Özellikle, 2010’dan itibaren Türkiye’nin de önemli örneklerden biri olduğu ve Amerika, Hindistan, Brezilya, Macaristan, Polonya, Sırbistan, Fransa, İtalya vb. ülkelerde otoriter popülizmin yükselişini izledik.
Bu yükseliş bazen “güçlü liderlerin yükselişi” olarak bazen “demokrasinin ölümü” bazen “demokrasinin küresel durgunluğu” olarak nitelendi.
Son yıllarda demokrasi üzerine yapılan araştırmalar, (a) 2010-2020 dönemimin seçim yoluyla demokrasiden otoriteryanizme geçişin farklı boyutlarda ama yükselerek yaşandığını; (b) bu eğilimin devam edeceğini; (c) bununla birlikte 2020’den itibaren ‘yeniden demokratikleşme’ olasılığını ortaya çıktığını ve bu olasılığın farklı ülkelerde yapılan seçimlerle yaşanan iktidar değişikliğinde gözlendiği söylüyorlar.
Tüm bu noktalar ışığında, 2020’li yılların ‘otoriter popülizmin yükselişinin devamı mı, yeniden demokratikleşme dalgasının başlaması mı?’ sorusu ve tartışmasıyla geçeceğini söyleyebiliriz.
Bu soru ve tartışma, siyasal, kamusal ve akademik alanlarda temel gündem maddeleri içinde yer alıyor.
2023’te hem Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerini yapacak hem de Cumhuriyet modernleşmesi ikinci yüzyılına girecek Türkiye’nin de, bu sorunun ve tartışmanın önemli örneklerinden biri olduğunu vurgulayalım.
Peki, otoriter popülizm niye yükseldi, hangi temel ilkeler üzerinden hareket ediyor ve yeniden demokratikleşme nasıl anlaşılmalı?
OTORİTER POPÜLİZMİN YÜKSELİŞİ
Niye ve nasıl?
Şüphesiz ki bir anda ve nedensiz olmuyor.
Yanıtımızın iki alana yoğunlaşması gerektiğini düşünüyorum.
Birincisi, neoliberal ve güç temelli yönetim anlayışının, küresel krizlere yanıtta demokrasiyi her zaman ikinci plana atması ve zayıflatması;
İkincisi, seçime ve siyasi partilere indirgenmiş toplum yönetimi anlayışının güven erozyonu ve yönetememe sorunu yaşamaya başlamasıyla ortaya çıkan ve yaygınlaşan temsili demokrasinin krizi.
Naomi Klein’ın “şok doktrini” kavramına göndermeyle, son yirmi yılda yaşadığımız ve tüm dünyada şok etkisi yaratan küresel krizlere sırasıyla bakalım: (a) 11 Eylül 2001 Terörü: teröre karşı mücadele ve güvenlik-özgürlük ikilemi tartışmasıyla demokrasinin ve hukukun ikinci plana atılması; (b) 2008 Ekonomik Krizi: neoliberal piyasa ekonomisinin korunma çabası içinde demokrasinin zayıflatılması; (c) 2010 Arap Baharı: değişimi desteklemek yerine, darbelere, iç savaşa, çökmüş devlet sorununa göz yummak, mülteci, göçmen, yabancı düşmanlığı eğiliminin demokrasiyi ve hukuku zayıflatmasına sesssiz kalmak; (d) İklim Değişikliği ve Küresel Isınma Krizi: gerekli önlemleri piyasa ekonomisine zarara veriyor bahanesiyle almamak ya da alıyor gibi yapmak; (e) Korona Pandemisi: devlete geri dönüşü ve ekonomik milliyetçiliği desteklemek; ve (f) Rusya’nın Ukrayna İşgali: güvenlik ve küresel liderliği demokrasinin önüne koymak.
Tüm bu şok niteliğindeki krizlerde, neoliberal ve güç temelli anlayışın kendi egemenliği için demokrasiyi zayıflattığı ve içini boşalttığını görüyoruz. Bu yaklaşımın, son yirmi yılda, otoriter popülizmin yükselişi için çok uygun bir ortamı ve siyasi iklimi yarattığını vurgulamalıyız.
Bu süreç yaşanırken, küresel ölçekte ve gelişmiş demokrasileri de içine alan bir şekilde temsili demokrasinin krize girdiğini ve bu krizin yaygınlaştığını görüyoruz.
Temsili demokrasinin yaşadığı “güven ve yönetim krizi”, dört boyutta otoriter popülizmin yükselişine katkı sağlıyor: (a) Siyasette “Merkezin Çöküşü”: merkez sağ ve merkez sol partilerin zayıflaması, aşırı sağ partilerin ya da liderlerin güçlenmesi; (b) siyasi, toplumsal ve duygusal “Kutuplaşma Sorunu”nun derinleşmesi ve “yıkıcı” nitelik kazanması; (c) siyasi partilere güvenin ve ilginin özellikle genç kesimler içinde azalması, buna karşın, siyaset yapmayı ve siyasi olmayı, kimlik, çevre, beden, yaşam tarzı, vb. alanlarda farklı düşünmenin, aktivizmin ve gösterilerin güçlenmesi; (d) işsizlik ve eşitsizlik, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, farklı olana şiddet, ötekileştirme, v.b sorunlara temsili demokrasi kurumlarının yanıt verememesi; (f) “Gerçek Ötesi Dönem”in ortaya çıkması ve algının gerçek ve demagojinin bilgi kadar etkili olması; (g) Demokrasinin demagoji sorunu yaşamaya başlaması; demagogların seçim kazanma olasılığının yükselmesi.
Tüm bu gelişmeleri dikkate almadan, otoriter popülizmin niye yükseldiği sorusuna yanıt veremeyiz.
Bu bağlamda, gerek neoliberal ve güç temelli sistemin küresel şoklara demokrasiyi ikincil plana atarak yanıt verme tercihinin, gerekse de temsili demokrasinin krizinin birlikte otoriter popülizmin yükselişine uygun ortamı hazırladığını önerebiliriz.
OTORİTER POPÜLİZM NASIL YÖNETİYOR?
Birincisi, siyaseti, müzakere, iletişim, pazarlık, toplum için iyi olanı arama çabası olarak değil, lidere mutlak sadakat ve karar verme eylemi olarak görüyor;
İkincisi, kuvvetler ayrılığı, yargının bağımsızlığı, güçlü yerel yönetimler ve eşit vatandaşlık temelinde tanımlanan ‘denge ve denetleme sistemi’ni sevmiyor;
Üçüncüsü, lideri kurumların önüne koyup, kurumları zayıflatıyor ya da liderin hizmetinde siyasallaştırıyor;
Dördüncüsü, ekonomik büyüme ve güçlü olmayı, hakların, özgürlüklerin ve çoğulculuğun önünde görüyor;
Beşincisi, dost-düşman, biz-onlar ve millet-elitler ayrımı yaparak, kararları ve iktidarı bu ikilik içinde meşrulaştırıyor. Saf ve ahlaklı millet-yozlaşmış ve gayri milli elitler ayrımı otoriter popülizmi tanımlayıcı ögelerinin başında geliyor;
Altıncısı, vurgulayalım, millet, var olan bir toplumsal grup değil; aksine, lidere ve iktidara sadakat temelinde ideolojik ve söylemsel olarak inşa edilmiş bir kurgu. Millet, mutlak sadakat içindeki makbul vatandaşlardan oluşuyor, bu anlamda, her kimlik ve sınıf içinden insanları içeriyor. Eleştiri yapıldığı zaman da, iktidara yakın kimlikten olsanız da makbul vatandaşlığınız bitiyor, milletten dışlanıyorsunuz;
Yedincisi, gerçeğin, bilimselliğin, nesnelliğin öneminin azaldığı, “demagoji ve algı üretimi”nin öneminin arttığı bir söylem ve tavır benimseniyor. Liderin söylediğinin gerçek ve doğru olması değil, toplumun farklı kesimlerini ikna etmesi önemli;
Sekizincisi, örnekler içinde önceliği farklılaşsa da, “yerli ve milli olma” söylemi, diğer bir değişle, Batı, Batı kurumları ve küreselleşme eleştirisi otoriter popülizmin ortak yanlarından bir tanesi.
Otoriter popülizmin niye yükseldiğini ve bir yönettim tarzı olarak özgünlüğünü anlamak, yeniden demokratikleşme olasılığını güçlendirmek için önemli ve gerekli bir çaba.
Bundan sonraki yazıda yeniden demokratikleşme olasılığını ele alacağım.