Ekopolitik Düşünce Merkezi’nin Kurucusu Tarık Çelenk "Ortak aidiyetimiz için kültürel muhafazakârlığı, öteki ile uzlaşabilmeyi ve vatanseverliği içeren önyargısız makul bir milliyetçiliğe ihtiyacımız elzem" değerlendirmesinde bulunuyor.
Ulusalcılık ve kasabalılık sarmalında sıkışan bir milliyetçilik anlayışının popülist siyasetin kullanımı dışında bir işlevi gözükmemektedir. Bunun bedeli en azından ekonomimize, gençlerimizin geleceğine ve demokrasimize olmaktadır.”
YENİ BİR MERKEZ SAĞ ARAYIŞI
Genel seçim sonuçlarıyla özellikle muhalif kamuoyunun ilgisi siyasetten uzaklaşmış durumda. CHP’de yönetim devrinin temkinli iyimserliği, CHP kemik seçmeni üstünde henüz etkisini sürdürmekte. Helalleşme politikalarından bir iş çıkmadığını gören Muhalif medya ise kendi mahallesinin kodlarının limitlerine çekilmiş vaziyette. İhtiyacı olan ilgiyi siyasette magazine yoğunlaşmakla aramakta. Kısmen veya açıktan da olsa onlarda artık Altılı ötekilerine ambargo uygulamakta. Muhalefet adeta siyaseti ve medyasıyla statüko-otorite-popülizmin sarkacının sağlam bir diğer aktörü olma zorlanmasının görüntüsünde. Bu durumda orijinal MHP veya Ak parti varken neden ayrı partiler kuruldu madem, içeride mücadele etseydiniz sorusunu hedef seçmene sordurmakta.
Son birkaç genel seçimde iktidar blokunun halk desteği hiçbir şekilde düşmedi. Merkezde seçmenin kaygılarını giderecek ve özlemlerini yeşertecek bir merkez Sağ parti arayışı zihinlerde ve pratikte hep oldu. Bu anlamda İYİ partinin kurulması ve süreci dikkat çekici oldu. İYİ partinin siyasi serencamına baktığınızda MHP’nin ve AKP’nin ana gövdesinden oy alamadığını görmekteyiz. Her şeye rağmen de Türk siyasi tarihindeki başarılı veya başarısız kopuş hareketlerine baktığınızda İYİ parti hareketini tabanını da oluşturması vesilesiyle başarısız sayamayız.
TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNDE TARİHSEL KONSEPT DEĞİŞİMİ
Burada tarihte “kaygı durumlarında yükselen Milliyetçilik ideolojisinin” ülkemizde hangi niteliklerde seçmene ve siyasete yansıyabildiğine bakabilmeliyiz. Akçura ve Gasprinski gibi aydınların Türkçülük-Turancılık ideolojilerini bugünkü Milliyetçilik tasavvurları ile aynileştirmemek gerekmekte. Zira o dönemde Çarlık yıkılırken Rusya’daki Türk aydınları Lenin ile bir özerklik mutabakatı içindeydiler. Kazan aydınları devrim ideolojisiyle çelişmeyip Osmanlı-Rus barışını da sağlayacak Osmanlı’nın bekasıyla birlikte emperyal bir uzlaşmaya gidebilecek bir fikrin peşindeydiler. Gaspıralı’nın “dilde, fikirde ve işte birlik” düsturu böyle bir şeydi. Bu durum kısa bir süre içinde olsa İTC’nin fikir kulübü Türk Yurdu dergisi müdavimlerine cazip gelebiliyordu. Bu Türkçülük anlayışı sonradan Balkan savaşı sonuçlarıyla senteze girip daha realist bir devlet ideolojisi niteliğini taşıyacaktı.
Yeni Türkiye devletinde Milliyetçilik ideolojisi ve siyasi hareketleri bir iç veya dış tehdide karşı korunma refleksi olarak gelişti. Bugünkü gibi Türkiye’de siyasi milliyetçilik hep devlet öncelikli oluştu toplum öncelikli oluşamadı. Devlet güvenlik bürokrasisinin tercihleri belirleyiciydi. Hikâyenin başlangıcı da Sovyet tehdidi ve ideolojisi Komünizme karşı zuhur etti. Bu NATO ve devlet güvenlik politikalarına aykırı bir durumda değildi. Anadolu doğusu ve kuzeyi Rus işgalinden çok çekmişti. Komünizme karşı mücadele dernekleri ve siyasi hareketleri hep ilgi görecekti. O sıralarda İsrail’in kuruluşu ve apokaliptik iddiaları da devlet için tehditti. O dönemde yeşeren politik milliyetçi hareketlerin retoriğine anti Siyonist diskurun ilavesi de sürpriz sayılmazdı.
GÜVENLİK İÇGÜDÜSÜ MİLLİYETÇİ ADRENALİN
Sovyetlerin dağılması ve ideolojisinin artık bir tiyatro niteliği kazanması Türk siyasetinde Milliyetçi konsepti de değiştirdi. Bosna savaşı sonuçları özellikle Milliyetçilik ideolojisinin Komünizmden sonra yeni ötekisini Haçlılar-Batı olarak yaptığını kısmen söyleyebiliriz. Artık işin içine İslamcılık ve Osmanlıcılık ’da girmişti. Bu durum aynı zamanda realist gözükmese de kendi dışında tarihinin eski dostlarını da koruma içgüdüsüyle ve haçlı tehdidinin de bitmeyeceği kaygısını da taşıtıyordu. Aynı tarihlerde silahlı PKK ve siyasi Kürt ayrılıkçı hareketinin terör eylemleri ve talepleri de Bosna savaşı dış tehdidinin yanında uzun yıllar sürecek toplumsal bir iç tehdit rahatsızlığını da pekiştiriyordu.
Ortadoğu’daki gelişmeler İşid, Suriye ve Irak’ın bir şekilde bölünme süreci, Türkiye siyasetinde Milliyetçi ideolojinin refleksif bugünkü kapsamını oluşturuyordu. Bu Milliyetçilik artık sadece MHP’nin değil devletin ve iktidarın da sınırlarıydı. Toplumun belirlediği sınırlar içinde siyaset yapmak zorunluluğunu kabullenen diğer politik muhalif aktörlerin de arka planda kırmızı çizgileriydi.
REFORM HAMLELERİNİN VERDİĞİ TEMEL GÜVEN
Söz konusu milliyetçiliğin adrenalin ve kaygı üretme sürekliliği son 40 yılda birkaç defa kesintiye uğrayabildi. Ülkede reform rüzgarları yaşanabildi. AB normları ve Kürt sorunu çözümü devletin gündemi olabildi. Bu dönemler 1983-90 Özal ve 2002-2013 Ak parti dönemleriydi. Bu dönemlerde demokrasinin özgüveni etkisiyle hukuk ve ekonomik refah ön plandaydı. Toplum, devlet bu işlere el attıysa vardır bir hayır diyebiliyordu. Korku adrenali yerine Kürt sorunu dahil dış politikada da ümit verici hamleler yapılabiliyordu. Şimdiki muhalefetin başta İYİ parti olmak üzere bu kısa bahar deneyimlerini göz önünde bulundurmaları gerekmekteydi.
MHP HAREKETİ VE TOPLUMSAL KARŞILIK
Milliyetçi ideolojinin siyasi serencamında, devletteki kadar, toplumdaki karşılık da önem kazanmakta. Taha Akyol,1 Mustafa Çalık’ı anarken “MHP Hareketi” kitabından alıntılar yapmakta. Çalık kitabında, Gümüşhane’de bine yakın sayıda MHP’lilerle ‘derinlemesine mülakat’ metoduyla görüşmeler yaparak “neden ve ne suretle MHP’li yahut milliyetçi-ülkücü oldunuz?” sorusunun cevabını araştırır. Merhum Türkeş’i “gayet otoriter, ciddi ve çok erkek adam” olarak görmeleri, komünizmle onun başa çıkacağını düşünmeleri önemli bir motivasyondur. Çalık, bölgenin moderniteye tepkisinde pederşahi otorite anlayışının önemine dikkat çeker. Çalık’a göre sosyolojik yapıda “Hiyerarşik bir otoriterlik ve tavizsiz bir disiplin kültü” vardır. “Meşruiyetin kaynağı hukuk ve nizama değil, temel ‘değerler’ ve siyasi ideolojiye dayandırılmıştır.” Çalık, MHP kültürünün bu yönlerini anlatırken, sol tarafından “faşizm” diye nitelenmesinin yanlış olduğunu da izah eder.
HANGİ MİLLİYETÇİLİK
Köylü nitelikli, mesleksiz ve devlete bağımlı kısmen dış dünyaya kapalı, garantici, sorgulamadan devletçi bir sosyolojinin yanında olan taşralı milliyetçilik anlayışına karşın; dünyaya açık, meslekli, devlet gelirine muhtaç olmayan kısmen seküler orta sınıf bir sosyolojinin siyasi milliyetçiliğinin potansiyelinden de bahsedebiliriz. İYİ parti kurulurken böyle bir sosyolojinin ümidiydi. Türkiye’nin de malum temel sorunları olan demokrasi ve Kürt sorunu gibi hususların toplumsal bir temel güveni sağlayacak şekilde çözülebilmesinde ikinci tür milliyetçilik nirengi noktasını teşkil edebilecektir. Kastedilen bu durumu Basitleştirirsek; parmak sallayan korkutan milliyetçiliğe karşı kucak açan gülen milliyetçilikten bahsetmek mümkün olabilir. Bunu herkes için “Vatanseverlik” şeklinde özetleyebiliriz de.
Kentli milliyetçilik sıkça seküler ulusalcılık ile karıştırılmakta. Ulusalcılık tartışmaya kapalı doğrularıyla, içinde ötekilere öfkeyi barındıran dolaylı olarak da olsa nasyonal-sosyalizmi anımsatan bir bakış açısı. Sınıfsal ve elit niteliği de kısmen dikkat çekmekte. Ülkedeki göçmen ve sınıfsal ötekinin nefreti üzerine güçlenmekte.
SAĞ SİYASETTE YATIRIMCI YOLSUZLUK, SOLDA İSE HIRSIZLIK
Türkiye siyaseti 1950’den bu yana, Sağ ağırlıklı oluşan bir merkezin rant ekonomisi ile ilişkisi üzerine kurulu. Muhalif yerel yönetimlerde bu tartışmalardan bağımsız değil. Düzgün siyasetçiler ve idealist partililer dahil siyasetin finansmanı sorunu, şarklı yöntemlerle kendilerince aşılmaya çalışılmakta. Parti teşkilatlarının önemli bir kısmının motivasyonu ise, yerel veya merkezde rol alabilip, bu şekilde devletten kendi hayati çıkarlarının sağlanması üzerine. İşin tuhafı da toplum da bu tip siyasetten veya rant ekonomisinden rahatsız olmamakta bu siyasetin kendisine bir şey ummakta. Önceki yazılarımda belirttiğim gibi mahalle Sağ yolsuzluğu alt yapı ve hizmet yatırımı, Sol siyasetin yerel yolsuzluğunu ise ilgili aktörlerin doğal olarak yatırıma dönüştürme becerisini gösteremedikleri bir hırsızlık olarak varsaymakta.
SONUÇ
Ne yazık ki ortak bir aidiyet açısından kapsayıcı seküler milliyetçilik iddiasında olan politik hareket, zuhurundan bu yana “siyasetin yapıcı yolsuzlukla finansmanı” tartışmalarının dışında kalamadı. Belki geldikleri merkez eski Sağ geleneğin bu vazgeçilemeyecek bir alışkanlığı ve metoduydu. Klasik toplumsal sağ taban da bu tarzdan rahatsız değil gözükmekte. Ancak derinden ülkenin %75’i oy vermesine karşın mevcut siyasetten rahatsız ve kaygılarıyla da bir yeniyi arama potansiyelini taşımakta. Fakat İYİ parti ve diğer muhalif aktörler şimdilik olumlu potansiyellerine rağmen yarının Türkiye’sinin yenisinin inşası için henüz hazır gözükmemekteler. Statükonun dayattığı bekacı popülist milliyetçiliği toplumun kırmızı çizgisi farz etmekteler.
Değişimler genelde dip dalga ile gelir. Bunu görebilen siyaset gelecekte söz sahibi olabilir. Ulusalcılık ve kasabalılık sarmalında sıkışan bir milliyetçilik anlayışının popülist siyasetin kullanımı dışında bir işlevi gözükmemektedir. Bunun bedeli en azından ekonomimize, gençlerimizin geleceğine ve demokrasimize olmaktadır. Yarınlarımız ve ortak aidiyetimiz için kültürel muhafazakarlığı, öteki ile uzlaşabilmeyi ve vatanseverliği içeren önyargısız makul bir milliyetçiliğe ihtiyacımız elzem durmakta.