Görüşler

Yasal soygun kılıfı olarak ‘kanun’ ve adalet idesi olarak ‘hukuk’

Yasal soygun kılıfı olarak ‘kanun’ ve adalet idesi olarak ‘hukuk’

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi İlhami Güler “Kur’an’da insanların birbirleriyle olan ahlaki ilişkilerini ifade eden ahlak kavramlarına atıf yapıldığı gibi bireysel pozitif hukuka da yer verilmiştir” diyor.

Tanrı Tasavvuru ile Devlet Teorisinin Paralelliği

“Hikmetinden sual olunmaz” totaliter bir Tanrı tasavvuru ile “Hikmet-i Hükümet” olarak kavramsallaştırılan totaliter devlet teorisi arasında bir paralellik mevcuttur. Her ikisi de otoriteyi kadir-i mutlak, mürid-i mutlak karanlık bir güç odağı-yumağı olarak algılarlar. Bu tasavvurları doğuran şey, aslında tasavvur ve teoriyi geliştiren insanların ahlaki psikolojileridir. Yani teoloji ve ideolojiyi aslında bir “psikoloji” önceler.

Kur’an’da Tanrı’nın –insan tekleri ile ilişkisinde- hikmetinden sual olunur, adil bir zatiyyet/hüvviyet/karakter olduğu “Sünnetullah” kavramında kendini ifade ederken; O’nun, ne yapacağı belli olmayan totaliter/zorba olduğu tasavvuru, teolojide “Kader-Cebir” kavramı ile dile getirilmiştir. Birinci tasavvur tarihte Mu’tezile ve Matürîdîlik tarafından teorileştirilmiş iken; ikinci tasavvur, Eş’arilik ve Tasavvufta teorileştirilmiş ve dile getirilmiştir.

Bu tasavvurlardan birincisi politik alanda yani devlet tasavvurunda “Şura” ve “İcma”yı yani tartışmayı, oydaşmayı/ortaklığı (şirki), ilkeleri, kurumları, hukuku ve ortak aklı esas kabul ederken; ikinci tasavvur kişi kültünü, lideri, çobanı, sultanı, padişahı, kralı, firavunluğu, führeri, başbuğu, hakanı… yegâne politik özne/irade olarak görür.

Tanrı ve Devlet, şehadet âleminde somut/fizikî varlıklar/zatiyetler olmadıkları; gayb ve ahlak-hukuk alanında oldukları için, insanlar tarafından daima doğru takdir edilememe sorunu vardır. Nitekim müşrikler, Tanrı’nın kozmik gücünü kavradıkları halde (23/85, 87,89); O’nun ahlaki karakterini doğru kavrayamamışlardır (6/21,91,93,144; 7/37, 10/17, 11/18, 18/15, 29/68, 61/7).

Allah, “Esmau’l-Hüsna”sı ile kendi ahlaki karakterini insanlara tanıtmaya çalışmıştır (59/24) Benzer bir durum, “devlet” denen hükmi şahsiyetin hukuki sınırlarının belirlenmesinde de ortaya çıkmaktadır. Tanrı’nın otoritesini “temsil” ettiğini ileri süren din adamları (Haham-Ahbar, Ruhban, papa(z) İmam, Mehdi, Şeyh…), Tanrının otoritesini istismar ettikleri gibi (9/34); devleti temsil ettiğini ileri süren siyaset esnafı ve bürokratlar da devletin otoritesini ya doğrudan zorbalıkla veya kanun-hukuk kılıfı ile kolayca istismar edebilmektedirler: “Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin, insanların mallarından bir kısmını bile bile -günaha girerek- yöneticilere rüşvet olarak vermeyin-rüşvet olarak yemeyin.” (2/188).

İman ve Ahlakın Kopmaz Uzantısı Olarak Hukuk/Adalet

Kur’an’da insanların birbirleri ile olan ahlaki ilişkilerini ifade eden tümel/külli ahlak kavramlarına/kurallarına atıf yapıldığı gibi (adalet-zulüm, hayır-şer, maruf-münker, cömertlik-cimrilik, tayyibat-habisat…); bireysel/özel pozitif (aile, miras, hırsızlık, öldürme, kölelik…) hukuka da yer verilmiştir (hududullah). Ortada henüz bir “Devlet” aygıtı olmadığı için, yönetim kamu otoritesini deruhte eden kişilerin (ulu’l-emr), halkla ilişkilerinde uymaları gereken umumi ahlaki ilkeler tavsiye edilmiştir (şura, adalet, ehliyet, emanet…).

İslam’da iman, ibadet, ahlak, hukuk, siyaset ve iktisat arasında kopmaz bir bağ olduğu müsellemdir (şeriat). İslam tarihinde Fukaha, özel hukuku siyasal iradeden bağımsız/sivil olarak elinden geldiği kadar içtihat ve kaza ile icra etmeye çalışmıştır. Ancak Emevilerden itibaren “Devlet/İmparatorluk” yani siyaset esnafı ve emrindeki bürokrasi ile halk arasındaki siyasi-hukuki ilişki (Kamu Hukuku), birinci kadar ahlaki ve hukuki (adil) olmamıştır.

Özel mülkiyetin (mal), canın (hayat), onurun (ırz-izzet-şeref) ve özgürlüğün (akıl-din) korunması olarak “Makasidu’ş-Şeria” ile devletin meşru (hukuki-adil) otorite/erk/yetke/güç (Toplum Sözleşmesi) olarak belirmesi, aynı şeylerdir. Devlet veya hukuk, Tanrı tarafından bize doğuştan verilmiş bu haklarımızın başkaları tarafından ihlal edilmesini engelleyen kolektif organizasyondur.

“Hukuk”un Yozlaştırılması Veya Yasal Soygunun Kılıfı Olarak “Kanun”

Frederic Bastiat, “Hukuk” adlı kitabında bu konuyu ele alır. Bastiat’a göre hukukta yozlaşma birbirinden tamamen farklı olan iki nedenden dolayı ortaya çıkmıştır: 1- Ahmakça bir aç gözlülük ve 2- Sahte bir yardım severlik iddiası. İnsan, ya ihtiyaçlarını çalışarak, sahip olduğu yeteneklerini doğal kaynaklara tatbik ederek emekle, üretimle, kazançla karşılar veya başkalarının emeklerinin ürünü olan mallara çökerek yaşar.

Hukukun temel amacı, kolektif gücün soygunu çalışmaya tercih ettiren beşeri eğilimi durdurmak için kullanılmasıdır. Bütün hukuki tedbirler, mülkiyeti korumalı ve yağmayı ise cezalandırmalıdır. Ne var ki kanunlar, ya birilerinin buyrukları veya bir insan grubunun eseridir. Hukuk, müeyyidesiz olarak ve yetkilendirilmiş meşru bir güç kullanımı olmaksızın hayata geçirilemeyeceğinden dolayı, gücü temin etme ve kullanma görevi de kanunları yapan (siyasal-İG) iradeye bırakılacaktır.

İşte bu olgu, -insanoğlunun doğasında ezelden beri var olan ihtiyaçlarını en az çabayla karşılama eğiliminden dolayı- hukukun bozulmasının temel nedenidir. Bazılarının şeytanlığı, bazılarının da idraksizliği sonucu olarak, her insan acımasız bir soyguna boyun eğmek zorunda bırakılmıştır. (Bastiat, Hukuk, 18)

Hukukun doğal işlevi, adaletin korunmasıdır, O kadar ki, halkın kafasında âdeta “Hukuk” ve “Adalet” tek ve aynı şeydir. Bu yüzden hepimizde “yasaya uygun (kanunî)” olan her şeyin, aynı zamanda “Hukukî/Adil” olacağı konusunda güçlü bir kanaat vardır.

Yanlış olan bu düşünce nedeniyle soygun olayı (sözde-İG) “Hukukî” hale getirilerek insanların vicdanında meşrulaştırılabilmekte; hatta kutsallaştırılmaktadır. Kölelik, ticari kısıtlamalar ve tekelcilik taraftarının, -sadece bunlardan yararlananlar arasında değil-; aksine, mağdur olanların saflarından da çıkması, tesadüfi değildir. Buna benzer olarak ikinci bir yanlış ise, “hukukun amacının, adaletin hükümranlığını sağlamak” olduğu iddiasıdır.

Bunun yerine “hukukun amacı, adaletsizliğin hükümran olmasını önlemektir” olmalıdır. Zira kendiliğinden var olan adalet değil; adaletsizliktir. (Bastiat, Hukuk, 20, 35). Bastiat, bu “Negatif Hukuk” teorisi açısından müdahaleci, aşırı pozitif hukukçu (yasacı/kanunî), sosyal adaletçi, refah devleti, sosyalist teoriler yerine anti-tekelci ve “Minimal (Gece Bekçisi) Devlet” teorisini benimsemektedir.

Bu teorilerin tümü “Yasal Soyguncu” teorilerdir. Bastiat şunu da vurgulamaktadır: “Tarihin açıkça kanıtladığı gibi, ne din ne de ahlak tek başlarına hukukun yasal soygunun kılıfı haline dönüştürülmesini (Kanunîleşmesini) engelleyememiştir.” (Bastiat, Hukuk, 18).

Ortaçağ Avrupa’sında toprak mülkiyetinin Feodal beylere ait oluşu ve Burjuva sınıfının yükselmesi ile gerçekleşen Fransız Devrimi ile Krallara ve Kiliseye ait olan toprak mülkiyetleri de büyük oranda özel mülkiyete geçmiştir.

Bundan sonra Cumhuriyet ve Demokrasi rejimleri ile bir Kamusal alan ve kamu hukuku geliştirilmesi kolay olmuştur. “Vergi Hakkı” ile devlet sınırlandırılmaya ve denetlenmeye başlamıştır. Çünkü özgürlük ve hukuk, büyük oranda özel mülkiyetin ve devletin sınırlandırılması etrafında döner. “Kuvvetler Ayrılığı” ilkesi ve kurumsal yapısı ile de devletin totaliterleşmesinin önüne geçilmiştir.

İslam Dünyasında Hukukun Soygun Kılıfına Dönüştürülmesi

Kur’an, Müslümanları yurtlarından zorla çıkaran ve onlarla sürekli düşmanlık ve savaş durumunda olan Mekkeli müşrikler ve onlarla işbirliği halinde olan Yahudilerden alınan ganimetlerin Müslümanlara dağıtılmasını hukuki/meşru (helal) görmüştür.

Bu malların ve mülklerin belli ellerde toplanmasını/tekelleşmesini yani gazilerin “çiftlik ağası” olmasını yasaklamıştır (57/6-8). Diğer taraftan “Fetih”, Kur’an’da İslam’ın yayılması için kapı açma anlamına gelen Hudeybiye barış antlaşması (48/1) ve Mekke’nin geri alınması olarak zafer anlamlarında (48/27) kullanılmaktadır.

Hz. Ömer, ordu tanzim ederek Irak topraklarını ele geçirmesinden sonra, Müslümanların, başka ülkeleri ele geçirmesi bu kavram ile ifade edilmiştir. Bu eylemin “Cihat” olduğu iddia edilmiştir.

Hz. Ömer, ele geçirilen Irak arazisini savaşa katılan gazilere dağıtması halinde, sahabelerin birer “çiftlik ağası” durumuna dönüşebileceğini göz önünde tutarak, bu toprakları devlet mülkiyetine geçirerek toprağı işleyenlerden haraç (vergi) almayı kanunileştirmiştir. Bu gelenek, bütün İslam tarihi boyunca devam etmiştir.

Ne var ki, ele geçirilen toprak mülkiyetinin devlete tahsisinden sonra bu mülkün tasarrufu, Abbasilerle birlikte “Zıllullah” olarak görülen Halife, Sultan ve onun bürokratik yardımcıları olan “Vezirler” ve “Paşalar” tarafından yapılmıştır. Böylece mülk devletin (Miri Malı) dolayımı ile Allah’ın, Sultanın, herkesin ve hiç kimsenin malı olmuştur. Toprak mülkiyetinin savaş yolu ile “ganimet” olarak “dışardan” gelmesi, yani üretim, ticaret, emek, miras veya hibe olarak “özel mülk” olmaması, siyasal-bürokratik tabakada ve halk nezdinde ona karşı bir kayıtsızlığı/hukuksuzluğu intaç etmiştir.

Osmanlı şairlerinden Şeyh Galip’in büyük bir öz güvenle “Çaldımsa, miri malı çaldım” diyebilmesi, bu durumu gösterir. Yani sözde Devletin, Allah’ın ve herkesin olan mülk-toprak, pratikte “hiç kimsenin” olmuş ve herkes, onu kendine “mal” etmeye çalışmıştır. Örneğin, bütün dünyada ve İslam’da da “Vakıf”, özel mülkün kamu maslahatı ve menfaati için tahsis edilmesi iken; Osmanlıda ve Türkiye’de çoğunlukla kamu malının siyasal iktidarlar tarafından kendilerini destekleyen gruplara-kesimlere (tarikat-cemaat) tahsis edilmesi olarak işlemektedir.

Kamu arazilerinin ve imkânlarının siyasal iktidarlar ve taraftarlarınca kanun ve kararnameler ile kolayca emlak rantına dönüştürülmesi de, hukukun soygun kılıfına dönüştürülmesidir. Keza, arazinin/yerin (emlak-arsa) bittiği yerde, “Emsal” kılıfı/kanunu ile herkese ait olan göğün, ufkun, güneşin, hava akımının/ruzgarın gasp edilmesi de aynıdır. Gecekondu gaspı, “kılıf”sız, doğrudan bir gasıptır. Siyasal iktidarlar, oy karşılığı buna kanuni kılıf hazırlamışlardır.

Türkiye’de hemen herkesin, çöpleri özel mülkünün dışına süpürmesi, yerlere çöp atmak konusundaki duyarsızlık, bahsetmiş olduğumuz kamuya/herkese ait yerlerin, “hiç kimseye” ait olmadığı ortak toplumsal bilinçdışından kaynaklanır. Türkiye’de “ganimetçi/gaspçı” toplumsal bilinç, bilinçdışı, bilinçaltı, devlete/kamuya/herkese ait ekonomik kaynakları/imkânları siyasal iktidar/parti/biz dolayımı ile –kılıfına uydurarak- kendine peşkeş çekerek, kamuyu/herkesi/muhalefeti “yok” hükmünde sayar: “Uzayan boynuz, bizden olsun.” diye.

YORUMLAR (10)
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
10 Yorum
  • harun / 14 Haziran 2021 08:16

    En büyük tehlike soygunu yasal hale getirerek yapılan soygundur. Yargının iktidar tarafından kontrol altına alındığı ülkelerde en büyük mafya devlet olmaktadır. Devletin mafyalaştığı yönetimlerde at izi it izine karıştığından ve yargı çalıştırılmadığından yapılan her türlü yolsuzluk ve talan yapanın yanında kar kalmaktadır. Kütahya nın nüfusu kadar Zafer hava limanına yolcu garantisi verilmesi ve Londra mahkemeleriyle de devamlılık sağlanması buna bir örnektir.

    Yanıtla (1) (0)
  • Mürsel / 13 Haziran 2021 22:26

    2-
    Sen onların kötülüklerini en güzel hasletlerle, şirk ve inkârlarını da en güzel tevhit delilleri ile defet. Onların yakıştırdıklarını biz daha iyi biliriz.” ( Mü’minun, 23/96)
    “Rabbinin yoluna hikmetle, güzel söz ve nasihatle dâvet et. Onlarla en güzel bir şekilde mücadele/mücahede et…” (Nahl 16/125
    ( Dıştan yapılan fiili saldırılar bu kapsama girmez!)

    Yanıtla (1) (0)
  • Mürsel / 13 Haziran 2021 22:24

    "Hz. Ömer, ordu tanzim ederek Irak topraklarını ele geçirmesinden sonra, Müslümanların, başka ülkeleri ele geçirmesi bu kavram ile ifade edilmiştir. Bu eylemin “Cihat” olduğu iddia edilmiştir.".İ.Güler

    Artık farz olan cihad vazifesi manevi olarak hükmünü icra edecek ve her Müslüman manevi hizmetlere yönelecektir. Bunun için cihad her Müslüman’a “farz-ı ayn” olmuştur. Bu da “İman-ı tahkikiyi Kur’an’dan ders almak ve muhtaç olan insanlara iman dersi vermek bugünkü cihat ve farzı ayndır.

    Yanıtla (0) (0)
  • Mürsel / 13 Haziran 2021 22:17

    İstibdat zulüm ve tahakkümdür, meşrûtiyet adalet ve şeriattır. Padişah, Peygamberimizin (asm) emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir; biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, Peygambere (asm) tâbi olmayıp zulmedenler, padişah da olsalar, haydutturlar.Divanı Harbi Örfi
    Peygambere uymak hukuk, uymamak hukuk dışılığı temsil eder.

    Yanıtla (0) (0)
  • Mürsel / 13 Haziran 2021 22:14

    2-
    Bu kanun da ancak şeriattır. Şeriatın tesirini, icrasını temin edecek bir makam ve sahip lazımdır ki, o da ancak peygamberdir. Peygamberin zahirî ve bâtınî, halka olan hakimiyetini devam ettirmek için maddî ve manevî bir ulviyet ve imtiyaza ihtiyacı olduğu gibi, kendisini gönderen ile olan münasebetini göstermek için de bir delile ihtiyacı vardır ki, bu delil de ancak mucizedir.İşaratül İ' caz bsaidnursi

    Yanıtla (0) (0)
  • Ali / 13 Haziran 2021 22:12

    İnsandaki ‘şehvet’, ‘gadap’ ve ‘akıl’ kuvveleri yaratıcı tarafından sınırlanmayıp insanın kendi irâdesiyle yükselmesini temin etmek için bu kuvveler başıboş bırakıldığından, insanlar arasındaki karşılıklı ilişkilerde haksızlıklar meydana gelir. Meydana gelecek bu haksızlıkları önlemek için cemaatler adalete muhtaçtır. Fakat her ferdin aklı, adaleti anlamaktan âciz olduğundan, adaletten istifade etmeleri için küllî bir akla ihtiyaç vardır. Küllî bir akıl da ancak kanun şeklinde olur.

    Yanıtla (1) (0)
  • karar okuru / 12 Haziran 2021 12:46

    Arsa haline gelmeyen arazi vatan değildir. bir yerlerde duymuştum. demek ki alt yapısı var.

    Yanıtla (3) (0)
  • Karar'lı Okur / 12 Haziran 2021 11:37

    Allah sizden razı olsun hocam, yazılarınızı zevkle okuyorum. Şu an belki de Türkiye'deki en iyi bir kaç fikir insanından birisiniz. Allah size ve sizin gibi doğruları söyleme cesaretinde olanlara sağlık ve uzun ömürler versin. AMİN

    Yanıtla (3) (0)
  • Y. Evrin / 12 Haziran 2021 07:54

    İslam ülkelerinin neden geri kaldıkları,kendi ülkemin özellikle eğtm,hukuk ve diğer alanlarda geri kaldığımızı anlatan bir yazı olmuş. İslam'dan,insanlıktan, evrensel hukuk ve değerlerden uzaklaştıkça böyle yazılar daha da anlamlı oluyor. Her şeyin en iyisini biz biliriz ya!

    Yanıtla (4) (1)
  • Oğuzhan / 12 Haziran 2021 02:23

    Konuyu öz ve etkili biçimde irdelemiş çok güzel ve faydalı bir yazı olmuş.Hukuku bir soygun kılıfı olmaktan kurtarabilecek çareleri ortaya koyan bir devam yazısını hararetle bekliyorum.

    Yanıtla (3) (0)
Bunlar da İlginizi Çekebilir