Avukat Abbas Bilgili, 1960-1980 arasındaki 20 yılın incelendiği Tanel Demirel’in 12 Mart ve 12 Eylül’ün Anatomisi kitabı üzerine değerlendirmede bulunuyor.
Yakın tarihimizi siyaset bilimi açısından inceleyen akademisyen Tanel Demirel, bu defa 12 Mart ve 12 Eylül’ün Anatomisi (Liberte Yayınları, 1. Baskı, Ankara 2023) isimli yeni çalışmasını okuyucuya ve bilim çevrelerine sundu. Kitabın “Teşekkür” bölümünde belirttiği gibi, bu çalışma yazarın Adalet Partisi konusundaki doktora teziyle yakından ilgili, ancak oldukça farklı ve özgün yönleri de mevcut. Esasen bu eser, Tanel Hoca’nın 1950-1960 dönemini incelediği, Bilgi Üniversitesi Yayınları’ndan çıkmış Türkiye’nin Uzun On Yılı isimli mükemmel çalışmanın devam niteliğinde. Demokrat Parti’nin (DP) iktidarda kaldığı/kalabildiği 1950-60 dönemi konusundaki çalışmaların büyük kısmı abartılı övgülerle dolu yandaş yayınlar ya da abartılı karalamalar içeren muhalif yayınlardan ibaret iken, Tanel Hoca’nın DP dönemi konusundaki eseri oldukça objektif ve özgün bir akademik çalışmadır ki, 27 Mayıs Darbesi’ne kadar olan dönem incelenmiştir.
Hoca’nın Liberte Yayınları’ndan çıkan yeni eseri 12 Mart ve 12 Eylül’ün Anatomisi ismini taşımakla birlikte, 1960-1980 Dönemi Türkiye’sinde Siyaset alt başlığı ile de içerik konusunda ipucu vermektedir. Öncelikle şu hususu belirtelim ki yazar, tarihçi değil, siyaset bilimcidir. Bu nedenle yakın tarihimize dair bu çalışmanın bir tarih kitabı olmadığını, konunun tamamen siyaset bilimi çerçevesinde ele alınmış olduğunu belirtelim. Şüphesiz siyaset biliminin tarih bilimi ile iç içe geçmeye müsait olduğunu ve birbirinden hayli yararlandığını da unutmamak lâzım. Bu bağlamda eserin ilgili bölümlerinde dönemin tarihsel kaynaklarından yararlanıldığı gibi, siyaset bilimine dair eserlere de yeri geldikçe atıflar yapıldığını görüyoruz.
İncelenen 1960-1980 arasındaki 20 yıl, askeri darbeler ve etkilerinin yoğun olduğu bir dönem. Cumhuriyetin ilk ve öncü darbesi 27 Mayıs ile başlayıp 12 Eylül Darbesi ile son bulan bir dönemde, 27 Mayıs’ın artçıları olan iki adet Talat Aydemir girişimini de sayarsak toplam beş adet askeri darbenin /darbe girişiminin olduğunu söyleyebiliriz. Bu arada doğmadan ölen 9 Mart 1971’i de unutmamak gerekir. Dönemin karakterini belirleyen darbelerin dışında önemli bir özelliği de 1961 Anayasasının sağladığı göreceli özgürlük ortamından kaynaklı sol düşünce ve yayınların artması ve 70’li yıllara damga vuran terör hadiseleridir. Ele alınan konuların bu özellikleriyle birlikte irdelenerek analiz edilmeye çalışıldığını görüyoruz.
Yazarın da alıntı yaptığı siyaset bilimci Xavier Marquez, Demokrasi Dışı Siyaset isimli eserinde (İletişim Y. 2020), “Ordunun siyasete müdahalesinin en gösterişli biçimi darbedir” diyor. Tanel Hoca’nın incelediği dönem hem darbelerin hem de askerî vesayetin yoğunluğuyla biliniyor. Nitekim saygın anayasa hukukçusu Ergun Özbudun da, inceleme konusu dönemdeki (61 Anayasası dönemindeki) üç cumhurbaşkanının asker kökenli olmasının tesadüf olamayacağı görüşündedir (Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Y. 16. Baskı, sh 45).
T. Demirel’in kitabının “Giriş” bölümünden sonraki ilk bölüm “27 Mayıs ve Sonrası” başlığını taşıyor. 27 Mayıs Darbesi bizim siyasi tarihimizde siyasetin gölgesindeki değerlendirmelerden kurtulabilmiş değil.
Bilindiği üzere, bu darbe CHP tarafından desteklenmiştir ve sol mahallenin büyük kısmı tarafından da “devrim” adı altında kutsanmıştır. 12 Mart ve 12 Eylül darbelerini şiddetle eleştiren bir kısım sol kalemlerin “27 Mayıs ilk aşkımızdı” dediğini biliyoruz. Sol mahallenin “idamlar olmasa iyi olurdu ama 61 Anayasası ile 27 Mayıs ibra edilmiştir” gibi meşrulaştırma çabaları da biliniyor. 61 Anayasası’nın yapımında, toplumun yaklaşık yarısını temsil eden Demokrat Parti’nin dışlanması, sağ mahallenin o anayasaya mesafeli bakmasına neden olmuştur. Tanel Hoca’nın kitabında 27 Mayıs’ın anlamı, meşrulaştırma çabaları, askeri rejimin değerlendirilmesi ve yeni rejimin oluşumu objektif olarak incelenmiş. Demokrat Partililerin doğal yargıç ilkesine ve hukukun çok sayıda kuralına aykırı biçimde yargılanıp cezalandırılması, bir çok yayında darbecilere akıl hocalığı yapmış olan hukukçu bilim insanlarına bağlanmaktadır. Kitapta bu görüşün isabetli olmadığının ileri sürülmesi (sh. 47) ilgi çekicidir. Bunu tek başına bilim insanlarına bağlamak doğru olmayabilir, ancak “ulemanın” hayli etkili olduğunu da kabul etmek gerekir. Tamamen hukuk dışı bir davranış olan darbenin, her şeyi hukukilik görüntüsüne sokmaya çalışması ve bu bağlamda Yassıada Mahkemesi de isabetli biçimde değerlendirilmiştir.
“Bıçak Sırtında Demokrasi” başlığını taşıyan ikinci bölümde geçiş dönemi sancıları, yeni düşünce iklimi, Adalet Partisi iktidarı, parlamento içi muhalefet bağlamında CHP ve TİP ve toplumsal protestoların yükselişi anlatılmış. Bu bölümde askerin gölgesinde siyaset yapmaya çalışan Süleyman Demirel’i görüyoruz. Aynı zamanda göreceli bir özgürlük ortamındaki sol yayın faaliyetleri ve TİP’in siyaset sahnesindeki yeri değerlendirilmeye çalışılmış.
Üçüncü bölüm 12 Mart Darbesi’ne ayrılmış. Darbe öncesi dönemde dünyadaki 1968 gençlik hareketlerinin Türkiye’ye yansımaları, sağ gençliğin tepkisi, radikalleşme ve siyasal şiddet, ordu ve darbe sürecinin incelendiğini görüyoruz. Soldaki gençliği büyüleyen Marksizm konusunda “Marksizmin cazibesi belki de kesin inançlı dindarların rahatlığından daha fazla bir rahatlığı seküler bir çerçeve içinde sunabilmesinde aranmalıdır” (sh. 201) saptamasının ilginç olduğunu belirtmemiz gerekir. Doğan Avcıoğlu’nun sol gençlik üzerindeki etkisi de dikkatle okunmalı. Avcıoğlu, ünlü eseri Türkiye’nin Düzeni’ni Deniz Gezmiş’e “Deniz, çoğu gitti, azı kaldı” diye imzalamış (sh. 242) ki, klasik demokrasi açısından hayli sorunlu olan Doğan Avcıoğlu’nun sol gençlikte önemli bir demokrasi defosu yarattığı kanaatindeyim. Bu bağlamda 9 Mart girişimi de ilgi çekicidir. Yazar bu bölümde “Adalet Partisi’nin hatalarına rağmen, 12 Mart’ın daha çok askerlerin rejimi hazmetmekteki zorlukları ile ilişkilendirilmesinin abartılı olmadığı” (sh. 261) tespitini yapıyor.
1970’li yılların incelendiği dördüncü bölüm, “Koalisyon Hükümetleri ve Yeni Denge Arayışları” başlığı altında; askeri rejim ve sonrasına, Bülent Ecevit ve yeni CHP’ye, sağ siyasette farklılaşma ve bölünmeye, siyasal kutuplaşmaya, koalisyon hükümetleri ve sonuçlarına değiniyor. Bu bölümde Ecevit’in CHP’deki etkinliği ve görüşlerine yer verilirken, sağ tarafta MSP ve MHP gibi aktörlerin sahne alması da ilgi çekecek biçimde ele alınmış görünüyor. Solun her fırsatta “ırkçı ve faşist” dediği MHP için yazar “ırkçı ve faşist nitelemesinin doğru olmadığı” (sh. 327) görüşünde. Yeri gelmişken belirtelim; Mussolini’nin Faşizim (Toker Yayınevi), Marsel Ussan’ın Faşizm (Karagömlekliler) (Töre-Devlet Yayınevi) isimli faşist yayınlar milliyetçi olarak bilinen yayınevlerince basılmıştı. Ancak bu yayınların ülkücü önderler tarafından mesafeli karşılandığını ve dışlandığını hatırlıyorum. Yine o dönemde Necdet Sevinç tarafından ülkücüler için bir el kitabı niteliğinde hazırlanmış olan Ülkücüye Notlar isimli kitapçık da çok katı bir disiplin öneren, sert ifadelerin kullanıldığı ve demokrasi açısından hayli sorunlu bir metindi. Ülkü Ocakları 70’li yıllarda basılan bu kitabı da dışlamıştı ama ülkücü gençliğin elinden düşmeyen bir kitapçıktı. Ülkücü gençliğe faşist demek kanaatimizce de isabetli değildir, ancak bu metinlerin ülkücülerin demokrasi anlayışlarını sıkıntılı duruma getirdiği de göz ardı edilmemeli. Belirtelim ki, faşizm suçlamasına karşı cevap niteliğinde ülkücü yazar Galip Erdem Suçlamalar isimli bir kitap yayınlamak durumunda kalmıştı. Tanel Hoca bu yayınlara değinmemekle birlikte, ulaştığı sonuçların isabetli olduğunu söyleyebiliriz.
Dördüncü bölümdeki Millî Cephe olarak adlandırılan sağ koalisyon hükümetlerinin zayıflığı ve Ecevit’in AP’den ayarttığı 11 milletvekili ile kurduğu hükümet konusu da dikkat çekicidir. Kitapta fazla ayrıntıya girilmemekle birlikte, siyasi tarihimize “Güneş Motel Olayı” olarak giren 11’lerin ayartılmasındaki ilginç ayrıntılar başka yayınlarda yer almıştır. (Bak; Ünal Yaltırık, 11’ler Olayı, İleri Yayınları, 2005). Bürokraside partizanca atamalar öteden buyana devam eden bir hastalık olup, o dönemden ilginç örnekler verilmiştir (sh. 371). Yeri gelmişken bir örnek de biz verelim; Ecevit’in bürokratlarından Teoman Yazgan anılarında CHP Gençlik Kollarının isteği üzerine bir oteldeki resepsiyon görevlisini bir kuruma genel müdür yapmak zorunda kaldıklarını anlatıyor (Teoman Yazgan, Bürokratlar Nereye Koşuyor?, Tekin Yayınevi, 1993).
Beşinci ve son bölüm “12 Eylül 1980 Darbesi” başlığı altında 70’li yıllardaki siyasal şiddet, ekonomik kriz, demokratik siyasetin itibar kaybı, darbe kararı ve rejimin sonu konularının incelenmesine ayrılmış. 12 Eylül darbesinin ana gerekçesinin siyasal şiddet olduğu biliniyor. Sağ ve sol şiddetin tarafları, bu işi başlatanın karşı taraf olduğu ve kendilerinin saldırılar karşısında meşru tepkiyi gösterdiklerini söylediklerini biliyoruz. Yazar, yakın tarihin kan davasına dönüşen kavgalarını mümkün olduğu kadar nesnel biçimde anlatmaya çalışmış. İki büyük parti AP ve CHP’nin büyük bir siyasi miyoplukla malul oldukları (sh. 471) belirtilirken, darbenin geliyorum dediği de vurgulanıyor.
Sonuç kısmında konunun iyi bir değerlendirilmesi yapılmış olup, AP ve CHP’nin darbeye giden süreçte sert üsluplarını devam ettirerek, demokrasiyi koruma konusunda iyi bir sınav veremedikleri belirtiliyor (sh. 486). Sonuç olarak, 1960-1980 döneminin siyasal analizi için Tanel Demirel’in bu eserini önemle tavsiye ederiz.