Maltepe Üniversitesi İletişim Bilimleri bölümünde doktora çalışmalarını sürdüren Mehmet Utku Şentürk, kamuoyunda sıcak gündem haline gelen göçmen krizi üzerinden değerlendirmede bulunuyor.
Sığınmacıların Türkiye’den gönderilmesiyle ilgili tartışma, siyasetin önemli konu başlıklarından birisi olmayı sürdürüyor.
Muhalefet partilerinin konu hakkında harekete geçilmesi yönündeki çağrılarının ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, 1 milyon Suriyelinin “gönüllü” olarak gönderilmeleri için yeni bir proje hazırlığı içerisinde olduklarını söyledi. Ancak aradan bir hafta geçtikten sonra da ÜSİAD Türkiye’nin Gücü Ödülleri Töreni’nde yaptığı konuşmasında Türkiye’nin kapılarının mültecilere her zaman açık olduğunu ifade ederek “Onları katillerin kucağına atmayacağız. Yardımseverliğimizi her zaman nasıl yapıyorsak öyle devam edeceğiz” dedi.
CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi ve DEVA Partisi’nin de aralarında olduğu partiler, iktidar olmaları halinde Şam yönetimi ile sağlıklı ilişkiler kurarak, sığınmacıların ülkelerine güvenli bir şekilde döndürülebileceği görüşünde.
Zafer Partisi ise sığınmacıların geri gönderilmesi ile ilgili daha keskin bir dil kullanıyor. Öyle ki partinin genel başkanı Ümit Özdağ, üzerinde “Zafer Turizm” yazan bir otobüs görselini sosyal medya hesabında paylaşarak sığınmacıların geri gönderileceğini söyledi.
‘GELECEK YÜZYILIN İLK İNSAN ÖRNEĞİ’
Kapitalizm altın çağını yaşıyor. Öyle ki kapitalizme damgasını vuran üretim, tüketim, dolaşım gibi unsurlar küreselleşmiş durumda. 21. yüzyıl insanların bir ülkeden diğerine, bir kıtadan başka bir kıtaya göç hareketleri ile anılmaya başladı. Fransız fütürist düşünür Jacques Attali, 21. Yüzyıl Sözlüğü’nde, “göçebe” maddesi için “gelecek yüzyılın ilk insan örneği” tanımını yapmakta.
İNSANLAR NEDEN GÖÇ EDİYOR?
İklim değişikliği, doğal felaketler, savaşlar, baskıcı rejim korkusu ve yoksulluk insanları anavatanlarından ayrılmaya zorluyor. Bu da Attali’nin ifade ettiği gibi yeni bir insanı tanımlamaktadır: “Göçebe.” Her ne kadar yukarıda ifade edilen etkenler insanları uluslararası göçe zorlasa da, bu etkenlerden günümüzde en önemlisi küreselleşmedir. Uluslararası Göç Örgütü’nün verilerine göre bugün dünyada 200 milyondan fazla insan anavatanının dışında yaşamakta. Bu da dünya nüfusunun yüzde 3’üne tekabül etmekte. Uluslararası Göç Örgütü’nün 2013 yılı verilerine göre küresel göçün yüzde 49.6’sını kadınlar oluşturuyor. Artan gelir uçurumunun körüklediği yoksulluk oluşturuyor.
YOKSULLUK: GÖÇÜN İKİZ KARDEŞİ
Günümüzde küresel ekonominin neoliberal politikaları toplumda sınıflar arası farkı büyütüyor. Devlet Planlama Teşkilatı’nın hazırlamış olduğu Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele Özel İhtisas Komisyonu raporu verilerine göre, yoksulluk sınırını günde 1 dolar olarak aldığımızda Zambiya’da yoksulluk oranının yüzde 63.7 olduğu, Zambiya’dan sonra yüzde 36 ile Bangladeş’in geldiği belirtilmiştir. Daha sonra ise yüzde 35.3’lük oranla Hindistan ve Endonezya sıralanmakta. Yoksulluk sınırını günde iki dolar olarak aldığımızda Zambiya’da yoksulluk yüzde 87.4 oranına yükselmiştir. Zambiya’dan sonra bu yaklaşıma göre yoksulluğun en şiddetli olduğu ülkeler Bangladeş, Hindistan ve Endonezya. Bu ülkelerde yaklaşık her on kişiden sekizi yoksul. Bu ülkeleri yüzde 73.6 ile Pakistan, yüzde 58.3 ile Kenya, yüzde 46.7 ile Çin ve yüzde 43.9 ile Mısır takip etmekte... Yukarıdaki yoksulluk oranlarına baktığımızda, bu yoksul ülkelerden dünyanın farklı coğrafyalarına göç olduğunu görüyoruz. Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Sri Lanka gibi ülkelerden göç ederek UK (Birleşik Krallık) işgücü piyasasına göç yoluyla katılanların yüzde 40’ını oluşturduğu ifade edilmektedir. Özellikle Pakistan ve Bangladeş’ten göç edenlerin Birleşik Devletler’deki en düşük ücretli işlerde çalıştıkları bilinmekte.
PLATON NEDEN HAKLI?
Platon’un yüzyıllar önce dile getirdiği “sınıflar arası farklılık azaltılmadan halkların eşitliği sağlanamaz” sözü elbette en çok bugüne vurgu yapıyor. Varsıllar çılgınlığa dönüşen tüketimler yaparken aynı dünyada onlarla birlikte yaşayan yoksullar bir dilim ekmeği dahi zor buluyorlar. Bu da insanların “aynı dünyada ayrı dünyalarda” yaşadıklarını gösterir nitelikte. Gelir dağılımındaki uçurum hali kronik bir hal alıyor. Bu nedenle Aristo’nun “iyi yaşama” metaforu dünya coğrafyası için ütopyadan başka bir anlama gelmiyor.
MÜLTECİLİK: GÖÇÜN FARKLI BİR TEZAHÜRÜ
Göç etkenlerinden ikincisi ise baskıcı rejim, iç savaş gibi nedenlerle ülkelerinden edilmiş, sığınmacı ve vatansızlardan oluşmakta.
2007 yılında Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği (BMMYK) bu rakamı 31.7 milyon kişi olarak açıklamıştı. Bunun 11.4 milyonunun mülteci olduğu belirtiliyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin 2021 yılı verileri incelendiğinde, 84 milyondan fazla insanın şiddet, güvensizlik ve iklim değişikliği gibi nedenlerle yerinden edildiğini ortaya koydu. Söz konusu mültecilerin yaklaşık 51 milyonunu, yaşadığı ülke içinde başka bir yere bölgeye göç etmek zorunda kalanlar oluşturuyor.
SURİYELİ SIĞINMACILAR
BM rakamına göre Türkiye’de yaklaşık 3,8 milyona yakın kayıtlı Suriyeli mültecinin yanı sıra 320.000 kadar diğer uyruklardan UNHCR’nin ilgi alanına giren kişiye de ev sahipliği yapmakta. İçişleri Bakanlığı’na bağlı Göç İdaresi’nin 28 Nisan itibarıyla yayımladığı rapora göre, Türkiye’de geçici koruma statüsünde 3 milyon 762 bin 686 Suriyeli bulunuyor.
Yaşanan zorunlu göç, Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü’nün (BMMYK-UNHCR) tarihinde gördüğü en büyük göç hareketi olarak değerlendiriliyor. BMMYK yetkilileri, zorla yerinden edilenlerin sayısındaki bu keskin artış konusunda endişelerini dile getirirken sorunun çözümü için politik bir çaba ve istek gerektiğini belirtiyorlar. Savaştan önce 22 milyon nüfusu olan Suriye’de neredeyse nüfusun yarısı zorunlu göçe maruz kaldı. Yerinden edilen Suriyelilerin yüzde 75’i kadın ve çocuklardan oluşuyor. Suriyelilerin büyük çoğunluğu ülke içerisinde yer değiştirirken 3 milyon Suriyelinin yüzde 97’si komşu ülkelere sığındı.
SURİYELİLERE YÖNELİK IRKÇI SALDIRILAR
Son dönemde Suriyeli mültecilerin durakta, parkta, evinin önünde, yani tüm yaşam alanlarında sadece Suriyeli oldukları için birçok ilde linç girişimleri yaşandı. Bu linç girişimlerini bir “gerginlik” olarak temsil eden ana akım medya ve onları ucuz emek olarak çalıştıran piyasanın tutumundan ayrı düşünemeyiz. Bunlara mültecilere uluslararası standartlarda muamele etmeye yanaşmayarak, onları korunaksız bir “misafir” konumunda tutan hükümetin “yüce gönüllü” tutumunu da eklemek gerekir. Onlar “misafir” olarak statüsüz bırakıldıkça, kendisini buranın asıl sahibi olarak gören statü ve itibar sahibi “konuksever” kesimlerin “Bu Suriyeliler çoğaldıkça şımardılar. Misafirse misafirliklerini bilsinler” demelerine şaşırmamak lazım.
‘GÖNDERİLMELERİ’ MÜMKÜN MÜ?
Uzmanlar sığınmacıları geri gönderme konusunda gönüllü, zorla gönderme veya 3. ülkelere yollama olmak üzere üç opsiyon olduğunu söylemekte. Ancak ne var ki Suriyelilerin gönüllü olarak evlerine dönmesinin hem koşullarının uygun olmadığı hem de kendilerinin böyle iradenin olmadığını belirtiyor. Yüzde 80’in üzerinde Suriyeli, evlerine geri dönmeye cesaret edemiyorlar, bunu doğru bulmuyorlar. Bir de Türkiye’de yaşam kurduklarını söylüyorlar. Yani çocukları okula gidiyor, kendileri çalışıyorlar, bir biçimde Türkiye’de bir sistem geliştirdiler. Bunları bırakıp Suriye’ye dönmeleri çok gerçekçi görünmüyor.
İkinci seçenek olarak “Zorla geri gönderme” ise hem hukukumuza, anayasamıza, geri gönderme ilkesine aykırı hem de uluslararası hukuka aykırı.
Son seçenek olarak düşünülen “3. ülkeye gönderme” de Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle gerçekçi görünmüyor. Özellikle Avrupa ülkeleri tarafından Ukraynalılar tercih edilecek. Bu da Suriyelilerin artık Avrupa’ya gitmesinin de neredeyse imkânsız hale geldiği anlamına gelmekte.
Bu seçeneklerinin imkansızlığını en keskin hatta yer yer faşizan- ırkçı tonlarda bir söyleme sahip Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ’da biliyor. Ancak toplumun hoşuna giden bu söylemlerle oylarını, popülaritelerini artırıyorlar.
NE YAPMALI? NASIL YAPMALI?
Yaşadığı yerlerden kopmuş Suriyeli mültecilerin zorunlu göç hikâyeleri ve travmaları ortadayken, sığınmak zorunda kaldıkları ülkemizde ayrımcılığa, yabancı düşmanlığına ve sosyal dışlanmaya maruz bırakılmaları ve bunu teşvik edici politikalara ve vicdansızlaşmaya karşı; mültecilerle insan ve yaşam hakkı odaklı dayanışmanın örgütlenmesine toplumsal muhalefet öncülük yapmalıdır.
Suriye’de iç iç savaşın büyümesine yol açan en önemli faktörlerden biri AKP hükümetinin politikalarıdır. Selahattin Demirtaş’ın 9 Mayıs’ta T24 için kaleme aldığı “Ortam bulanık ama aklınız bulanmasın” başlıklı yazısında da belirttiği gibi: “AKP’nin asıl hedefi Suriye’de Kürtlerin hak elde etmelerini önlemekti. Bunun için radikal grupları eğitip silahlandırarak Suriye’ye saldılar. İç savaş büyüdü, hesap tutmadı. Beş milyon Suriyeli Türkiye’ye sığındı. Bunun sorumlusu Suriyeliler değil, Erdoğan ve AKP’dir. Bu nedenle, yabancı düşmanlığı ve sığınmacı karşıtlığı yapmanın anlamı yok. İktidarı değiştirirseniz sığınmacı krizi en insani koşullarda çözülür. Sığınmacılara saldırıp onları hedef göstermek yerine seçime hazırlanın, iktidarı değiştirin. Başka yolu yok.”
Mülteciler gündeminde Trump, Le Pen, Orban gibi ırkçı emek ve özgürlük düşmanlarını değil, insani yardım için kendi rahatını feda eden Akdeniz’de kurtardığı mültecileri karaya çıkarabilmek için izinsiz olarak İtalya’daki bir limana yanaşan gemi kaptanı Carola Rackete’i örnek almamız gerekiyor.