İletişim Uzmanı Mehmet Utku Şentürk, şair Cemal Süreya’nın dizelerinde zengin çağrışımlar ve imgeler kullanarak toplumsal ve bireysel duyarlılıkları dile getirdiğini söylüyor.
Cemal Süreya, kimlik adıyla Cemalettin Seber 1931’de Erzincan’da dünyaya geldi. Süreya, İlkokulu ve ortaokulu Bilecik’te tamamladı. İlkokul döneminde dergi çıkarmış ve yazılarını bu dergide yayınlandı. Ortaokul zamanında ise 100 metre koşusuna katılmış ve yarışmada birinci olmuştur. Birincilik ödülü olarak Süreya’ya dolma kalem hediye edilmiştir. Saatlerle arası bozuk olan şair, saatin kaç olduğunu 5. Sınıfta öğrenmiştir. Ortaokul bitiminde babasından habersiz girdiği parasız yatılı sınavını kazandı ve İstanbul’da Haydarpaşa Lisesi’ne gitmiştir. Liseyi İstanbul’da okumasının büyük bir nedeni de sürekli üvey annesinin zulmüne maruz kalması olmuştur. Liseden sonra Ankara Üniversitesi Maliye ve İktisat Bölümünde okudu.
İlk şiir denemelerini ortaokulda eskizlerle, lisede aruzla yapsa da asıl şiir çalışmaları üniversite yıllarında başladı. Şiirle hemhal olma öyküsünü kendi cümleleriyle okuyalım isterseniz; “Lisede aruz ile, eski tarz yazardım. Bizim kuşağın içinde biraz geç çıktım ortaya, uzun süre yazdıklarımı yayınlamadım. Bir çeşit utangaçlık, çekingenlik, kendine güvenemeyiş ya da kusursuzu aramak diyebiliriz... Biraz geç yayınladım. 1953’te sanırım, Mülkiye Dergisi’nde bir şiir yayınladım. Ondan sonra da sürekli yayınlamaya başladım. Ben yeni edebiyatla, yeni şiirle de geç tanıştım.”
Şiir dilinde biçemin temel öğesi hâline gelmiş sürprizli ifade veya şaşırtıcılık, dendiğinde modern zamanlar içinde akla gelecek ilk örnekler Garip şairlerine aittir. “Yeni şiirle geç tanıştım” ifadesinde kastettiği tabi ki Garip akımıdır. 1950’lerin ortalarında Garip’ten “İkinci Yeni” ye geçilir ve bir poetik zihniyet değişimine girilirken sonradan İkinci Yeni diye anılacak anlayışın öncülerinden olan Cemal Süreya neredeyse tamamen kendine özgü diyebileceğimiz bir biçem geliştirir. Bu biçemin karakterini belirleyen katmanlardan biri dilin sürprizli kullanımıdır. “Şüphesiz huomur şiir için eskiden de çok şeydi. Ama bugün daha çok şey” diyerek dilin ince alay tekniğini görünür kılacak şekilde kullanılışına önem veren Cemal Süreya, kendisinin humour’da, ironide, dilin sürprizli kullanımında Garip şairlerinden farklı bir yöneliş içinde olduğunu sezdiren şu cümleleri önemlidir: “Garip üçgenindeki şairlerin şiirlerinde asıl olan olaydı, paradoks da espri de olaya ilişkindi. Yani işin hikâye tarafına, salt ona.”
SOYADINDAKİ İKİNCİ Y’NİN HİKAYESİ
Cemal Süreya ve Sezai Karakoç üniversitede sınıf arkadaşıdır ve ikisi de Muazzez Akkaya adlı kadına âşık olurlar. Kadına olan aşklarını birbirlerine anlatırlar. Yazdıkları şiirleri birbirlerine okurlar. Aralarında kadını elde etme üzerine bir iddiaya girerler. Kadını elde edemeyen fiziksel ve bedensel olmasa da ömür boyu taşıyacağı bir şeyle cezalandırılacaktır. İddiayı Cemal Süreyya kazanırsa Sezai Karakoç’un ismi Sezai Karkoç olarak değişecek, Sezai Karakoç kazanırsa Cemal Süreyya’nın isminden bir “y” harfi çıkacak ve Cemal Süreya olacaktır. İddiayı Sezai Karakoç kazanır ve Cemal Süreyya’nın isminden bir “y” harfi atılır. İddia üzerine birlikte olduğunu öğrenen Muazzez Akkaya başka sorunların da etkisiyle Geyve’ye geri döner. Bu duruma çok üzülen Sezai Karakoç Monna Rosa adlı şiirini yazar.
Cemal Süreya’nın ismindeki Y harfinin atılmasını çoğu kaynak Muazzez Akkaya’ya olan aşkları üzerine bir iddianın sonucunda olduğunu belirtse de gerçek olan bu hikâyenin doğru olmadığıdır. Hikâyenin doğrusu ise Cemal Süreya o dönemde hafızasına çok güvenmektedir. Telefon numaralarını kaydetmez. İsmindeki Y harfini arkadaşlarıyla telefon numarası üzerine girdiği iddiada kaybeder. Telefonun sahibi ise Üvercinka (Güvercin kanadından kısaltma yapılmıştır) adlı kişinin telefonudur. Cemal Süreya 1956 yılında yazdığı Elma şiirinde isminden bir harf attığını duyurur.
Cemal Süreya’nın isminden bir harfin atılması, bilinen Muazzez Akkaya hikâyesi sonucunda olmamış ve hatta Muazzez Akkaya’nın kızı bu durumu annesine sorduğunda annesinin ne Sezai Karakoç’tan ne de şiirlerinden haberi olduğunu fakat cebinden kimin yazdığını bilmediği aşk şiirleri bulduğunu dile getirmiştir.
PAPİRUS
Şiir kadar vazgeçilmez bir diğer tutkusu da dergicilikti. İlk kez 1960’da askerliği sırasında çıkardığı Papirus’u, imkansızlıklarla boğuşarak üç ayrı zamanda yayınladı. Türk edebiyat tarihinde kendine çok önemli bir yer edinen Papirüs dergisi araştırma dosyaları ve sayfalarında yer verdiği sayısız genç yazar ile yeni bir edebiyatçı kuşağın yetişmesine imkân sağladı. 1965’te Papirüs’ü Ülkü Tamer ve Tomris Uyar ile ikinci defa çıkardığında, o zaman hayat arkadaşı olan Tomris Hanım’ın da telkiniyle memuriyetten istifa etti. Aynı yıl ikinci şiir kitabı Göçebe’yi yayınladı. Göçebe, 1966’ta TDK Şiir Ödülü’nü aldı. Bu arada Zuhal Tekkanat ile evlendi. 1969’da amcasının adını verdiği oğlu Memo dünyaya geldi. Oğlunun büyümesini, bir mucizenin gerçekleşmesine tanıklık edercesine coşkuyla izledi.
BÜYÜK AŞKI TOMRİS UYAR
Tomris Uyar’ı edebiyat dünyası gencecik yaşta tanıdı; deneme ve öykü yazarıydı. Gazeteci ve Şair Ülkü Tamer’in biricik karısıydı. Tomris, Tamer ile evliyken Cemal Süreya’ya âşık oldu. Üstelik Cemal Süreya da evliydi. Birbirleri için eşlerinden boşandılar. Bugün bile edebiyat dünyası bu aşkın tanımını ‘’Türk edebiyatının en verimli aşkı’’ olarak yapar. Üç yılları birlikte geçti. Tomris, 4 evliliğin arasında yaşanmış büyük bir aşktı.
Edebiyatımızda bir kilometre taşı olan Cemal Süreya’ yaşadığı dönemde kapalı şiirler yazan şairlerin aksine anlaşılır olmayı tercih etmiştir. Şiirlerinde örtük ve kapalı imgeler kullanan şair, topluma ait konular hakkındaki fikirlerini şiirin potasında eritmiştir. Şiirlerinde yaşamından da izler bulabileceğimiz Cemal Süreya’da şiir bir isyandır. Onun şiiri yerleşik düzene, insani olmayana başkaldırıdır. Şiir bir ideoloji taşır, bir aykırılık ifade eder. Şiirlerinde savunduğu fikirleri okurun gözü önünde sıklıkla dillendirmektense bunu şiirin potasında eritir. Zengin çağrışımlar ve imgeler kullanarak toplumsal ve bireysel duyarlılıkları dile getirir.
Deneme, eleştiri, günlük ve antoloji türlerinde yazılar kaleme alan Süreya, ayrıca Fransızcadan 40’a yakın kitabı Türkçeye çevirdi. Süreya, Papirüs dergisini çıkarmış ve bu dergide edebî görüşlerini açıklamasının yanı sıra dergiyi bir aydın olarak fikirlerini ortaya koymak için araç olarak kullandı. 9 Ocak 1990’da girdiği şeker koması sonucu vefat etmiş, cenazesi 10 Ocak’ta Şişli Caminde kılınan öğle namazından sonra Kulaksız Mezarlığında toprağa verildi. Üstelik hayat gerçekten kısa ve kuşlar uçuyordu...