Necmettin Erbakan Üniversitesi Öğretim Üyesi Murat Çemrek, seçimler yaklaştıkça iktidarın el ve dil yükselttiğine dikkat çekiyor. 'Bakalım Hacı Bektaş-ı Veli’nin 'eline, beline, diline sahip ol' tavsiyesi hâlâ geçerli mi?' sorusunu yöneltiyor.
Öncelikle basit bir soruyla başlamak istiyorum: Niçin belirli aralıklarla hükümet başkanlığı, genel ve yerel seçimler yapıyoruz? Buna dair iki cevabım var: Birincisi, seçimlerin varlıklarının gereği olarak uygulanmalarıdır. Kısacası seçim teorik değil uygulamalı bir alandır. Örneğin, mutlak monarşilerde seçim bir ihtimal olarak dahi yoktur. Totaliter rejimlerde ise seçim yine ya yoktur ya da sadece bir tane aday ve/ya parti seçenek olarak sunularak seçimlerin içi boşaltılır. Otoriter rejimleri totaliter rejimlerden ayıran temel ölçüt ise sınırlı da olsa muhalefetin varlığına izin verilmiş olmasıdır. Otoriter rejimler özellikle hükümet başkanlığı seçimlerinde kendilerini “demokratik” kılmak adına seçilme ihtimali -kapasiteleri ve müktesebatları bakımından seçilemeyecek derecede- zayıf adayların çıkmasını sağlar.
Seçilebilecek olanlar ya hapishanelerde ya da sürgündedir, örneğin Beyaz Rusya’da yaşananlar gibi. Rekabetçi otoriter rejimler ise eğer adayları kontrol edecek kadar güçlü değilse adayların propaganda olanaklarını güçleştirerek onları silikleştirirler. O yüzden demokrasinin olmazsa olmazı adil seçimlerdir ve bu adalet öncelikle gizli oy ve açık sayıma dayalıdır. Bunu sağlayamayan hiçbir seçim, hangi seçim sistemini kullanırsa kullansın ya da hangi yöntemle oyları parlamentoda sandalyeye dönüştürürse dönüştürsün anlamsızdır. Elbette seçmenler açısından seçimlere katılmamak da bir seçimdir hatta bir tür protestodur, fakat Türkiye’de seçimlere katılmanın bir hak değil vatandaşlık ödevi olarak tanımladığını da akılda tutmak gerekir. İkincisi, seçimler yoluyla temsili demokrasiyi işletiriz, zira doğrudan demokrasiyi uygulamak kalabalık toplumlarda pratik bir gerçeklikten uzaktır.
SIFIR TOPLAMLI OYUN
Her seçim doğası gereği sıfır toplamlı bir oyundur. Tercih sayısı ne kadar olursa olsun seçiminiz sadece bir taneyle sınırlandırılmışsa seçmedikleriniz elenmiş olacaktır. İşte bu sıfır toplam, seçimlerin son düzlüğünde kerli ferli siyasetçileri salon adamı/kadını çizgilerinden uzaklaştırıp tecrübeleriyle bağdaşmayacak kadar kaba bir dil ve üsluba meftun eder. Elbette bazı siyasetçiler zaten siyaseti bir rekabetten çok savaş olarak kavramsallaştırdıklarından, “ya yok et ya da yok ol” seçenekleri çerçevesinde rakiplerini düşmanlaştırarak, hatta şeytanlaştırarak fiziksel olarak yok edemediklerine göre dilleriyle ortadan kaldırma yoluna giderler. İşin gerçeği, siyasetle bir bilim dalı olarak uğraşınca siyasal dilin seçimler yaklaştıkça nobranlaşması hiç de şaşırtıcı olmadığı gibi tam tersine daha nazik ve zarif bir hal alması garipsenecek bir durum olurdu, en azından Türkiye’de.
Başlıkta da belirttiğim üzere el yükselterek bu dil ve üsluptaki irtifa kaybını özellikle iktidar açısından bir şekilde 20 yılı aşkın tek parti muktedirliğinin kaybedilmesi ihtimaliyle orantılı olarak betimliyorum. Aslında bu seçimlerden önceki 2019 yerel seçimlerinde de iktidar partisi/bloku benzer bir dil ve üslupla rakiplerini ama hassaten en temel rakip bloku terörle özdeşleştirerek muhalefetin özellikle İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyelerini kazanmalarını durumunda sayaç okumaya teröristlerin geleceği propagandasını yapmaktan geri durmamıştı. Fakat bu propaganda bekledikleri sonucu vermediği gibi geri teperek her iki büyükşehir belediyesini de -tarihsel blok anlamında- çeyrek asır sonra kaybetmeleriyle sonuçlanmıştı. Bu açıdan bu seçimler de, sürdürdükleri benzer dil ve üslubun muhalefetin ekmeğine yine yağ sürüp sürmeyeceğini test edebileceğimiz bir turnusol kâğıdı işlevi görecektir.
ÜÇ VAKIA
Bu yazıda üç konuşmayı örnek vakıa olarak ele alıp çözümlemeye çalışacağım. Birincisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın restorasyonu tamamlanan Sultanahmet Camii’nin açılış töreninde bir mitinge dönüşen konuşması esnasında cami avlusunda Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kaldıracağı iddiası üzerine rakibi Kılıçdaroğlu’nu yuhalayan kalabalığa “Kardeşlerim yuh yetmez; onları siyasi mevta haline getireceğiz” diye karşılık vermesiydi. Diğer örnek vakıa ise İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi, halkın sokağa dökülmesi karşısında başarısız oldu. 15 Temmuz onların fiili darbe girişimiydi. 14 Mayıs da siyasi darbe girişimleridir. Bu kadar açık ve nettir. 14 Mayıs 2023, Batı’nın siyasi darbe girişimidir. Türkiye’yi tasfiye etmeye yönelik hazırlıkların 14 Mayıs’ta her birini bir araya getirerek oluşturulabilecek darbe girişimidir. Bunu ben söylemedim. Bunu bugün Amerika’nın başındaki zat yıllar önce söyledi. Yıllar önce denedikleri bütün yöntemler berhava olunca ancak böyle bir yöntemle Türkiye’yi ele geçirebileceklerini ifade ettiler” demesiydi.
Üçüncü ve son örnek vakıa ise Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın Şanlıurfa’daki seçim çalışmaları esnasında “14 Mayıs’ın akşamı Türkiye’de iki fotoğraftan biriyle karşılaşılır. Ya şampanya patlatıp bunu sabaha kadar kutlayanlar olacak ya da temiz alnını şükür için secdeye koyup Rabb’ine hamdedenler olacak. Bu ikisinden birini oluşturmak bizim, aziz milletimizin elindedir. O gece kimi sevindireceğimize iyi karar verelim. Ya Kandil sevinecek ya Şanlıurfa’nın asil insanları sevinecek” ifadesi oldu.
Birinci örnek vakıa karşısında Kılıçdaroğlu, “Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kuran Cumhuriyet Halk Partisi. Hiç kimsenin de gücü Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kapatmaya yetmez” diyerek her zaman yaptığı gibi karşı taraftan gelen ifade ne kadar ağır olursa olsun göğsünde yumuşatıp sözün bütün enerjisini soğurarak auta fırlattı. Kaldı ki Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kapatmayı ne tek başına CHP ne de parçası bulunduğu Millet İttifakı düşünüyor. Fakat Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) seçim beyannamesinde “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yerine temelden farklı; ‘İnanç İşleri Üst Kurulu’ olarak çalışan, tüm inançlara tüzel kişilikler olarak örgütlenebilme koşulu sağlayabilen ‘İnanç Hizmetleri Başkanlığı’nı kuracağız” ifadelerini kullandı.
İkinci örnek vakıa ise 14 Mayıs tarihinin tercih edilmesinde Demokrat Parti’nin (DP) “Yeter söz milletin” sloganıyla iktidara gelişinin sembolik sermayesinden nemalanmak isteyen iktidarın tercihiydi. Böylece Millet İttifakı’nın parçası olan DP’nin varlığının da anlamsızlaştırılmak istenmesi zaten ayan beyan ortaya çıkıyordu. Dahası Soylu’nun 6 Ocak 2008-16 Mayıs 2009 tarihleri arasında DP’nin genel başkanlığını üstlendiğini de akılda tutarsak, bu iddia en azından seçilen tarih bağlamında işlevsizleşmektedir. Seçimleri darbeyle özdeşleştirmenin oksimoron bir ifade olarak sloganik değeri oldukça yüksek edebi bir yönü olabilir, fakat mevcut konjonktürde absürtlükten daha fazlası değil. Örneğin, “Niçin yemek yiyoruz?” sorusunu “Aç kalmak için” diye cevaplamanın bir şiir veya başka edebi eserlerde, hatta felsefi bir tartışmada bile bir karşılığı olabilir ama günlük hayatımızda en azından karnımızı doyurmak için yemek yiyoruz.
Kaldı ki; madem 14 Temmuz önceden istihbaratı alınmış bir siyasi darbe, o zaman en güzeli seçimleri iptal etmek. Darbeler ontolojileri gereği iktidara karşı yapıldığına göre, iktidar partisi/ittifakı haricindeki verilen her oy da darbeye teşebbüs ettiğine göre, o oyların da geçersiz sayılması için seçimleri iptal etmek yerine önerilecek başka bir yöntem olabilir. Malum 1950’den bu yana Türkiye’deki seçimlerde oylar gizli kullanıldığı için iktidar haricinde oy veren darbecilerin bu minvalde tespit edilmesi oldukça zor ama Cumhur İttifakı haricindeki listelerde olan milletvekili adayları ve öncesindeki aday adaylarını tespit etmek o kadar da zor olmasa gerek. O zaman bu darbecilerin emellerine ulaşmadan derdest edilmesinin kamu güvenliğinin gereği olduğu zaten izahtan varestedir.
Gelelim üçüncü örnek vakıamıza. Alkollü içkilerle dinen haram olması gereği hiç aram olmadığı için şampanya fiyatlarına dair cehaletimi internet marifetiyle giderdiğimde son zamlarla yaklaşık 1000 liradan başladığını öğrendim. Böylesine bir kutlama için ucuzuna kaçmayacaklar içinse fiyat 43 bin liraya kadar tırmandığından kesenin ağzını açmaları gerekiyor. Seçimi kazanmaları durumunda en azından Millet İttifakı’nı oluşturan liderlerden Kılıçdaroğlu dahil kimsenin şampanya ile kutlama yapacağını aklıma getiremediğim gibi hepsinin şükür namazı için bir araya gelmesi daha büyük bir ihtimal olarak beliriyor zihnimde. Bir de seçim kutlaması için şampanya veya şükür namazı oldukça dar bir zaviyeden bakıldığını gösteriyor, zira seçimi kazanan hangi aday ve/ya ittifak olursa olsun sempatizanlarının farklı kutlama seçeneklerinin olacağı ve bu iki seçeneğe hapsedilmek istemediklerini rahatlıkla söyleyebilirim.
Sonuç olarak, seçimler yaklaştıkça iktidar el ve dil yükseltiyor. Zamanında laikçi çevreler de Millî Görüş çizgisindeki partilere irtica sopasını göstererek benzer bir dil ve üslupla yaklaşırlardı. O yüzden güneşin altında yeni bir şey yok. Bu seçimin sonuçlarına göre kutuplaştırıcı nobran dil ve üslubun mu yoksa onu soğukkanlılıkla soğuranın mı işe yaradığını göreceğiz. Bakalım Hacı Bektaş-ı Veli’nin “Eline, beline, diline sahip ol” tavsiyesi halen geçerli mi?
MURAT ÇEMREK KİMDİR?
ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde lisans, Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde yüksek lisans ve doktora çalışmalarını tamamladı. Bilkent, Atatürk Alatoo (Kırgızistan) Selçuk, El Farabi (Kazakistan) Üniversitelerinde ve Polis Akademisi’nde dersler verdi. Ahmet Yesevi Uluslararası Üniversitesi’nin (Kazakistan) Avrasya Araştırma Enstitüsü’nün Kurucu Müdürlüğünü yaptı. Halen Necmettin Erbakan Üniversitesi’nde Bölüm Başkanlığı yürütmektedir.