Işık Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ödül Celep "Kılıçdaroğlu 13. Cumhurbaşkanı seçilir, birleşik muhalefet TBMM’de etkin bir ekseriyet sağlarsa CHP bir başka tarihsel/siyasal başarı hikayesi yazmaya daha hak kazanmış olacak" diyor
2010 senesinde Deniz Baykal CHP başkanlığından nihai olarak ayrılırken, görece az tanıdığımız Kemal Kılıçdaroğlu’nun partinin başına geçmesinden hareketle heyecanlanmış ve İngilizce yayın yapan bir dergide “Kılıçdaroğlu’nun CHP’si: Bizi Ne Bekliyor” başlıklı bir siyasa raporu yayınlamıştım. Bu raporda Baykal dönemi CHP’sinde parti içi demokrasinin aşınması, tek adam partisi görünümü, partinin sağcılaşması gibi birçok sıkıntısından bahsetmiştim. CHP’nin Baykal sonrası dönemde hem kurumsal hem ideolojik olarak demokratikleşmesi gerektiğini savunmuştum.
Kurumsal anlamda CHP’nin ademi merkezileştirilmesi (yerel kollarının güçlendirilmesi), parti içi ifade ve muhalefet özgürlüğü, liderliğin gücünün sınırlandırılması gibi konuları işlemiştim. İdeolojik olarak da partinin ekoloji siyaseti, toplumsal cinsiyet eşitliği ve dezavantajlı kimliklerin (Kürtler, Aleviler, gayrimüslimler gibi) hak-hukuk siyaseti gibi konuları bir sol parti olarak kendisine dava edinmesi gerektiğini söylemiştim. Zira Baykal’ın CHP’si zamanına ve dönemin evrensel ve özgürlükçü sol değerlerine oldukça uzak ve cahil kalmış, seçkinci, bir sol partiye yakışmayacak ölçüde tek kültürcü ve dışlayıcı bir milliyetçiliğe savrulmuştu. Bir zamanlar, SHP döneminde bir ölçüde önemsediği Türkiye’deki Kürtlerin sorunlarından da iyice uzaklaşmıştı. Kılıçdaroğlu’nun CHP’sinin hızla bir değişim sürecine ihtiyacı vardı.
Bütün eksikliklerine ve zayıflıklarına rağmen CHP’de 2010’dan bugüne kurumsal ve ideolojik olarak birçok gözle görülür iyileşme süreci yaşandı. Örneğin Baykal SHP’de Erdal İnönü’ye karşı muhalefet edebilmişti. Oysa Baykal döneminde CHP içinden Baykal’a ses çıkarmaya cesaret edebilen olamadı. Kılıçdaroğlu döneminde Muharrem İnce ile rekabetin ortaya çıkması partinin kendi içinde daha demokratik bir yere evrildiğinin işaretiydi. Evet, Kılıçdaroğlu’nun CHP’si mükemmel değildi, ama Türkiye solu ve demokrasisi açısından Baykal’ın CHP’sine kıyasla yine ‘öp başına koy’du. Ama bu yeter miydi, yetmezdi.
2010-2018 arasında Kılıçdaroğlu Erdoğan’a karşı her seçimi kaybetti. Ta ki, 2019 belediye seçimlerine kadar. Bu seçimlerde büyük şehirlerde ‘doğru’ yani seçimi kazanabilecek adayları belirleyerek Kılıçdaroğlu ve muhalefet aktörleri Erdoğan’a karşı büyük bir zafer kazandı. 2019 yerel seçimleri sayesindedir ki İmamoğlu bütün ülkece tanındı, Yavaş’ın yıldızı yeniden parladı, DEVA ve Gelecek partileri kurulabildi. Türkiye’de 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise, Kılıçdaroğlu’nun bizzat kendisinin Erdoğan’a karşı bir zafer kazanması muhtemel. Zira en son yaşanan Altılı Masa krizi –masanın kimsenin öngöremediği bir hızla dağılması ve yine hızla toparlanması– hem İyi Parti hem HDP’nin seçim stratejilerinde etkili olacak gibi görünüyor. Hem İyi Parti’nin hem HDP’nin (aday göstermeyerek) Kılıçdaroğlu’nu desteklemesi halinde, belli başlı basit aritmetiklere tekrardan dönmemiz kaçınılmaz hale geliyor. Zira içinde İyi Parti, Saadet, DEVA, Gelecek ve Demokrat Parti’nin olduğu bir CHP ittifakına HDP’nin de eklenmesi, Kılıçdaroğlu’na seçimi ilk turda kazandırabilecek bir aritmetik gibi duruyor.
2017 referandumu ile siyaset yarışının %50+1 formülüne dönmesiyle algılarımız salt çoğunluk kazanma yarışına doğru yöneldi ve kilitlendi. Dendi ki artık olay yüzde elli artı bir olduğu için en azından Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde en küçük partilerin bile göründüğünden çok önemi vardır. Zira küçük partilerin oyları kıran kırana geçebilecek bir yarışın nihai belirleyicileri olabilir. Birçoğumuzun seçimlerin sadece sonuçlarına odaklanarak yapageldiği hesaplardan olsa gerek, seçim aritmetiği psikolojimiz değişmekle birlikte devam ediyor. 2017 öncesinde, yani parlamenter dönemde kaç parti yüzde on barajını geçebilir, hangi parti yüzde kaç oy ve kaç sandalye kazanır, olası sandalye dağılım senaryolarından ne gibi hükümetler veya koalisyonlar çıkabilir diye farklı bir seçim aritmetiği mantığı yürütüyor idik. Şimdi ise başkanlık sisteminden dolayı TBMM’deki sandalye dağılımını yine ikinci plana iterek, daha ziyade 13. Cumhurbaşkanı kim olacak konusunda odaklanacağız ve ‘bütün olayımız’ (ağırlıklı odağımız) seçimlerin %50+1 kısmı olacak.
Denir ki siyasette her zaman 1+1 iki etmez. Zira siyasetin ve seçimlerin aritmetiği ve seçmenin psikolojisi, kâğıt üzerindeki düz mantık matematikten farklı işler. Cumhur İttifakı’nın oluşumu tam da 1+1=2 algısına dayanan bir seçmen hesaplamasına dayanıyordu. Madem Türkiye’de sol-sağ dengesi geleneksel olarak yüzde 35-65’lerde idi, sağın iki büyük partisinin, AKP ve MHP’nin güç birliği önünde kim durabilirdi?
Bütün muhalefet birleşse ne yazardı? Ama öyle olmadı. Önce MHP’den kopan İyi Parti, sonra da AKP’den kopan DEVA ve Gelecek partileri bu klasik ezberi bir ölçüde bozmuş oldu. İyi Parti-CHP yakınlaşması, sonrasında ittifaka diğer küçük sağ partilerin girmesiyle birlikte Türkiye’de klasik sol-sağ algısı büyük ölçüde bozuldu. Otoriterleşme, kutuplaşma, nesil değişimi gibi de etmenlerle de birleşince, siyasal dengemiz şaştı. Şirazemiz kaydı. Türkiye’deki ana kamplaşma geleneksel ‘sol-sağ’dan ‘Erdoğan-Bahçeli-Cumhur İttifakı’ ve ‘karşıtları’na hızla evrildi.
Son kertede Türkiye’de iki büyük ittifak (Cumhur ve Millet ittifakları), bir orta büyüklükte ittifak (Emek ve Özgürlük Platformu) ve küçük ittifaklar (Sol Güç Birliği, Ata İttifakı gibi) oluştu ve oluşmaya devam ediyor. Eğer hesaplar doğru tutar ise, HDP’nin de desteklemesi halinde Kılıçdaroğlu’nun ilk turda Cumhurbaşkanlığı’nı kazanması oldukça muhtemel. Bu durumda Türkiye’nin 13. Cumhurbaşkanı olarak Türkiye’deki otoriter gidişatı demokratik seçimlerle ‘kıran’ bir Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı dahil bütün ekibi, sırf bu kadarıyla bile gelecek kuşaklarca takdir edilecektir.
Daha seçimlere çok var. Siyasette 24 saat bile bu kadar uzun ise, iki ay çok daha uzun bir süre. Koşullar değişebilir. Her şey olabilir, hele Türkiye’de. Türkiye’de muktedirlerin gücü halen çok be çok. Velakin, zamanın ruhunun değiştiğine dair bazı ipuçları var elimizde. İlk örneğine 2019 belediye ve tekrarlanan İstanbul büyükşehir seçimlerinde şahit olduk. İmamoğlu ve Yavaş’ın seçim zaferlerinde elbette HDP ve İyi Parti’nin desteği kadar, muhafazakâr sosyolojiden gelen gençlerin de (AKP’ye oy veren anne-babaların CHP’ye oy veren evlatlarının) büyük etkisi oldu. Bu, büyük bir sosyolojik değişime de tekabül etmekteydi. Nasıl CHP 1950’lerde sosyoloji ile savaşı kazanamadı ise, AKP de 2019’da Türkiye’nin değişen seçmen sosyolojisi ile başa çıkamamıştı.
Türkiye seçmeni ekseriyetle sağcıdır, ama irrasyonel değildir. Gerektiği yer ve zamanlarda oldukça pragmatik davranabilen bir seçmendir. Zamanında Cumhuriyet’i kuran bütün tek parti kadrolarını 1950 seçimlerinde başından savurup atan, 1983’te Kenan Evren’in onca ısrarına rağmen MDP’yi değil ANAP ve Turgut Özal’ı tercih eden, yine o rasyonel sağcı seçmendir. O rasyonel sağcı seçmen ki, seçimlerde Erdoğan’a ve AKP yönetimine bir mesaj vermek için CHP’li belediye başkanlarına oy verirken, CHP’li belediye başkanlarını dengelemesi için il/ilçe meclislerinde yine AKP’ye oy vermiştir. İngilizce’de ‘ticket-splitting’ (pusula bölme) denen sofistike seçmen davranışıdır bu, yani farklı seçimlerde farklı partileri veya adayları farklı motivasyonlarla değerlendirme ve tercih etme yetisidir. Türkiye seçmeni sofistike seçmen davranışı göstermektedir.
Türkiye’de son zamanlarda değişen bir durum da Kürt solu parti geleneğinde görülmektedir. Önceki birçok Kürt solu partisinden farklı olarak HDP, Türkiyelileşme yolunda önemli adımlar atmıştır. Halen Türkiye’nin en tartışmalı partisi olmaya devam ediyor olsa da, gerek liderlik kadroları, gerek siyasal söylem ve davranışları ile HDP şimdiye kadarki ‘en Türkiyeli’ Kürt solu partisidir. Buna ilaveten, CHP-HDP arasındaki yakınlaşma geç kalmış bir yakınlaşma olsa da, Türkiye’de demokrasi adına umut verici bir gelişme olmuştur. Kılıçdaroğlu ve ekibinin en büyük başarılarından birisi, CHP’yi Kürtlerin HDP’den sonra ikinci tercih edilen partisi haline getirmiş olmalarıdır.
CHP’nin tarihsel seyri içinde Cumhuriyet’in kuruluşu, çok partili sisteme geçiş, 1970’lerdeki Ecevit’le demokratik sol şahlanış gibi devrimsel dönemler var. Kılıçdaroğlu 13. Cumhurbaşkanı seçilir, birleşik muhalefet TBMM’de de etkin bir ekseriyet sağlar ise, CHP bir başka tarihsel/siyasal başarı hikayesi yazmaya daha hak kazanmış olacak. Bu başarı hikayesinin ayrıntılarını, gelecek nesiller geriye dönük olarak bugünkü bizden daha bile iyi yazacaklardır.